"Marifet ölmemek, yaşamakta! Ölmek kolay, yaşamak zor. İnsanoğlu zora sarılmalı. Yılmamalı kolay kolay…"
Orhan Kemal adıyla tanıdığımız; asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan yazar 15 Eylül 1914 yılında Adana’da doğdu.
Babasının siyasi sebeplerle Suriye’ye kaçmasının ardından 1931 senesinde ailecek Beyrut’a yerleştiler. Bunun üzerine ortaöğrenimi kendi isteğiyle yarıda bıraktı. Bulaşıkçılıktan işçiliğe, katiplikten hamallığa birçok iş yaptı.
Yazar, yaptığı bu işlerin de muhakkak etkisinde kalarak toplumun gerçek ve çarpıcı sıkıntılarını gördü ve tanıdı.
Adana'da bir çırçır fabrikasında çalışırken tanıştığı Nuriye ile evlendi. 4 çocukları oldu. Yıldız, Nazım, Kemali, Işık.
Diğer çocuklarının isimlerinin hikayesi nedir bilinmez fakat Nazım’ın hikayesi belli: Nazım Hikmet.
Askerlik döneminde Maksim Gorki ve Nazım Hikmet okumak, yabancı rejim propagandası yapmak suçlarından 5 yıl cezaya mahkum edildi. Hükümlülük süreci Kayseri Cezaevi'nde başladı daha sonra ise Bursa Cezaevi'ne nakledildi. Bursa Cezaevi'nde Nazım Hikmet ile tanıştı.
“El sıkıştık. Ayaklarının topuklarını hazıroldaki bir er gibi birleştirerek, kendisini teşrifata zorladığı aşikar bir tarzda ciddileşmeye çalışarak, 'Ben Nazım Hikmet!' dedi."
Kitaplarını okuması ceza almasına sebep olan Nazım Hikmet ile hapishane arkadaşlığı yaptığı sürede sıkı bir iletişimleri oldu. Siyaset ve felsefe dersleri aldı Nazım Hikmet'ten.
Nazım Hikmet'le olan ilişkisi Orhan Kemal olma yolundaki en büyük etkenlerden biri oldu şüphesiz.
Orhan Kemal’in şiir ve yazılarını okuyan Nazım Hikmet ona bir öykü/roman anlatıcısı olması konusunda da ısrar eden kişi oldu. Hapse girmeden önceki süreçte ‘Reşit Kemali’ mahlasıyla şiirlerini yayınlamış olan yazar, Nazım Hikmet’in de teşvikiyle düz yazıya ağırlık verdi. Başlarda "Bacaksız Orhan" takma adını kullandıysa da sonrasında Asma Çubuğu öyküsünde ilk kez "Orhan Kemal" adını kullandı.
72. Koğuş afişinin önünde Fikret Otyam ile
Orhan Kemal; küçük evlerdeki büyük hayat kavgalarını, yoksulluktan insanlarının birbirini yiyişini, hırsın insanları ele geçirişini ve o doyumsuzluğu anlattı. Toplumu gerçek bir pencereden görüp analiz etti, öykülerinde bu toplumu işledi, yoksul ve yaşamak için mücadele veren büyük çoğunluğun ümitsizliğini ele aldı.
"Ben tanıdığım insanları yazdım. Tanımadığım, konuştuğum, birlikte sigara içtiğim, birlikte ekmek yediğim, sırtımı sıvazlayan, sırtını sıvazladığım insanları yazdım."
Oğlu Işık Öğütçü ile
Irgatlığı, ameleliği, tarlayı ve sokağı yaşamış ve yaşadıklarının bir de anlatıcısı oldu. Anlattıklarını süslü ve karmaşık cümleler kullanarak değil, olabildiğince yalın ve gerçekçi olarak okuyucuya aktardı.
"Gerçekçilik, içinde yaşadığın topluma yer yer ayna tutmaktan ibaret değil ki. Asıl gerçeklik, asıl yurtseverlik, içinde yaşadığın toplumun bozuk düzenini görmek, bozukluğun nereden geldiğine akıl erdirmek, sonra da bu bozuklukları ortadan kaldırmaya çalışmak. Yurtseverlik, yurdunun insanlarını sevmek, yani, insan gibi yaşamalarını sağlamaya çalışmak. Buna engel olanlarla savaşmak..."
Yazar 2 Haziran 1970'te aramızda ayrıldı ve arkasında toplumu bizlere anlatan onlarca eser bıraktı.
"İnsanlara kızmamaya alışın. İnsanlar kızılmaya değil, acınmaya ve sevilmeye muhtaçtırlar. Hastasına kızmayan bir doktor olmaya çalışın. Ekmeğinizi alnınızın teriyle kazanın, kitaplar satın alın, bol bol okuyun. Benim kim olduğumu öğrenip de ne yapacaksınız? Bir insan işte…"
Yorum Bırakın