Füruğ Ferruhzad; duygularını, acısını birbirine katıp geniş bir yelpazeyle görmüş hayatı. Şiirlerini bu duygularda damıtmış, filmlerini bu hisleri taşıdığı gözlerinden geçirmiş.
1935 yılında İran'da doğmuş. Çocukken de asi. Sessiz sakin, “hanım hanımcık” biri değil. Bir ömür olacağı gibi.
17 yaşında herkesi karşısına alarak, Parviz Shapour ile evlenmiş ve 1 oğlu olmuş. Kısa süren bu evliliğin ardından tekrar ailesinin evine dönmüş. Boşanmasıyla beraber mahkeme oğlu Kamyar'ı babasına vermiş.
O, ölene dek oğluna hasret kalmış bir anne. İran yasalarının Füruğ’un omuzlarına koyduğu en büyük yük.
Bu sürecin akabinde ilk şiiri olduğu söylenen "Günah" şiirinin yayınlanmasıyla bir kez daha değişmiş tüm hayatı.
“günah işledim hazla dolu bir günah
titreyen, mest eden bir beden yanında
ey Tanrım ne yaptım bilmiyorum ben
o sessiz ve karanlık inzivada
...
Günah işledim hazla dolu bir günah
sıcak, ateşli bir kucakta
günah işledim demirden
ateşli, öç peşinde kollar arasında”
Bu şiirle başkaldırıyor Füruğ Ferruhzad; babasına, eski kocasına, İran Şah Dönemi’ne, ataerkil otoriteye.
Çok büyük yankılara sebep olmuş şiir. Edebiyat dünyasınca topa tutulmuş ve ailesinin evinden de kovulmuş.
Münih'ten babasına yazdığı mektup
“… Benim en büyük derdim sizin beni tanımamış olmanızdır; hiçbir zaman da tanımak istemediniz ve belki de hâlâ siz benim hakkımda düşündüğünüzde, beni uçarı, aşk romanları ve Tahran Müsavvar dergisinin öykülerinden dolayı kafasında aptalca düşünceler oluşan bir kadın olarak biliyorsunuz. Keşke öyle olsaydım ve mutlu olabilseydim. İşte o zaman dünya küçücük bir odacık olurdu ve ben, dans partilerine gitmekle, güzel ve şık elbiseler giymekle, komşu kadınlarla çene çalmakla, kaynana ile dalaşmakla ve kısacası pis ve anlamsız binlerce işle yetinirdim ve daha büyük ve daha güzel bir dünyayı tanımazdım; bir ipekböceği gibi kendi kozalamın sınırlı ve karanlık dünyasında kıvranarak büyürdüm ve hayatımı sona getirirdim. Fakat ben böyle yaşayamazdım. Ben kendimi bildiğim andan beri, benim başkaldırım ve isyanım bu aptalca görünüş ile başlamıştır. Ben büyük olmak istiyordum ve istiyorum. Ben, bir gün doğup ve bir gün bu dünyadan çekip giden ve arkalarında bu geliş ve gidişlerinden herhangi bir iz bırakmayan yüz binlerce insan gibi yaşayamam. …”
"Tanrı olsaydım eğer bir gece haykırırdım tüm meleklere
Güneş sikkesini karanlığın körüne atsınlar diye. "
Yönetmen İbrahim Gülistanla tanışmasıyla ve ona aşık olmasıyla beraber sinema dünyasına da dahil olmuş.
İlk olarak cüzzamlıları ve sorunlarını anlatan bir kısa film çekmiştir, bizzat onlarla yaşayarak.
Film için cüzzamlılarla kalırken anne babası cüzzamlı olan bir çocuğa, Hüseyin'e uzatmış yaralı ellerini.
Belgeseller, kısa filmler çekmiş. Şiirlerini her daim üretmiş, büyük bir tutkuyla. "Benim için en önemli şey şiirdir. Ve şiir kendime ve kişiliğme karşı duyduğum en büyük sorumluluktur. Hayatıma vermek zorunda olduğum yanıtların en önemlisidir aynı zamanda."
Tartışmalara konu olmuş, sansüre uğramış, şiirleri kaldırılmış, "düşük ahlaklı ve kötü bir kadın" olmakla psikolojik bir şiddetin içine çekilmiş. Tüm bunlara rağmen; hiç susmamış, hiç kabullenmemiş. Kadının olması ve durması gereken yeri kabul etmemiş, dayatılan rolleri kabul etmemiş, ataerkil sistemin tam karşısından yükselmiş hep sesi. İnadına sevmiş, bir isyanla sahip çıkmış sevdiği her şeye.
"ben bu ayette senin için ah çektim, ah!
ben bu ayette
ağaçla ve suyla ve ateşle bütünleştirdim seni."
1967 kışında bir trafik kazasında ölmüş. Ahlaksızlıkla suçlanmış olduğu için cenazesi bile 2-3 gün beklemiş bir kadın. Mollalar kıldırmamış cenaze namazını. Hiçbir şeye kolay ulaşamamış. Toprak dahil.
“gidiyorum; yorgun, solgun, ağlamaklı
viraneme doğru
sizin şehrinizden Tanrı’ya götürüyorum
perişan ve divane gönlümü”
Şimdi bir bayrak olsa Füruğ keşke elimizde tutsak ya da bir dost olsa hep yanımızda dursa.
Şiirleriyle böyle belki de.
Yorum Bırakın