Utopia adası, ortalarına düşen en geniş yerinde iki yüz mildir. Bu genişlik adanın iki yanına doğru bir hayli sürüp gider, sonra uçlara doğru azalmaya başlar. Öyle ki ada beş yüz millik bir yarım çember olur ve iki ucunun arası aşağı yukarı on bir mil çeken bir hilal biçimini alır. Hilalin ortası geniş bir körfezdir. Toprak hilalin sırtına doğru yükselir ve rüzgarları keser. Onun içi de körfez dalgasızdır ve az çok durgun bir gölü andırır. Bu körfez her yerine gemilerin yanaşabileceği bir tek geniş liman gibidir. Körfezin girişi tehlikelidir. Çünkü bir yanda sığ kumluklar, öbür yanda da neredeyse suyun yüzüne çıkan sarp kayalar vardır.
Tam ortada, çok uzaklardan gözüken ve gözüktüğü için de tehlikeli olmayan bir kayalık vardır. Utopialılar bu kayalığın başına bir kale yapmışlar ve içine bir alay asker yerleştirmişlerdir. Öbür kayalar su altında olduklarından gemiler için birer tuzaktır. Bu kayalar arasındaki yolları yalnız Utopialılar bilir. Bir Utopialı kılavuz olmadan hiçbir yabancı gemi buradan içeriye giremez.
Wannart Okuma Grubu’muzun ikinci kitabı Utopia’yı okuduğumuz nisan ayını ufaktan ardımızda bırakıyoruz. Ütopya/Distopya teması ile yayınladığımız ankette; Zaman Makinesi, Kedi Beşiği, Rüyanın Öte Yakası, Utopia gibi kitapları seçmiştik. Okurlarımızın büyük çoğunluğu Thomas More'dan Utopia'yı okumayı tercih etti. Biz de sizinle birlikte okumaya başladık ve okuma deneyimimizi okurlarımızın düşüncesine de yer vererek bir nevi günce olarak yazdık, keyifli okumalar!


Kaygılarını olabilecek en minimum seviyeye indirmiş bir halkın yaşadığı ada olan Utopia'yı umudun ülkesi olarak tanımlamak istiyorum. Öyle ki bu ülkede ne paranın ne de statünün önemi var. Önemli olan şey üretim ve insan. Dolayısıyla kitapta Thomas More'un hümanist kişiliğinin izlerini sıkça gördüm. Bu adada kralların, yargıçların, din adamlarının toplumdaki yeri ile halktan bir bireyin toplumdaki yeri arasında herhangi bir fark yok. Zenginleşmenin maddiyatla ilgili olmadığını idrak edebilmiş halk, sadece üretmeye odaklı yaşıyor. Bu üretim öncelikle insan yaşamının temel ihtiyaçlarını karşılamak amaçlı olsa da, Utopia halkı ve yöneticileri bilim ve sanat alanında üretim yapmaya da büyük önem veriyorlar. Yasaları tembelliği engelleyecek şekilde düzenlenmiş ve bu sayede herkes çalıştığı için günün sadece altı saatini fiziksel çalışmaya ayırmaları yeterli oluyor. Böylece geri kalan zamanda bilim ve sanat alanlarında da üretim yapma şansları oluyor. İzledikleri bu yöntem sayesinde maddi anlamda zengin bir ülke olmalarına rağmen, parayı savaş, salgın vb. durumlar dışında kullanmıyorlar. Günümüzde para için insan öldürmekten bile çekinmeyen bir toplumda yaşadığımızı göz önüne alarak Utopia'nın en ulaşılmaz noktasının burası olduğuna üzülerek karar verdim.
Utopialıların mutluluğa ulaşma yolu bireyi bedenin köleliğinden kurtarmak, kafa yetilerini bilim ve sanatla geliştirerek düşüncesini özgürce işlemesini sağlamaktır. Toplumun bu şekilde mutlu olabilmesi bir yana, birey olarak değerlendirdiğimde de bu yolun en doğru yol olduğunu gördüm. İnsan hayatta ne kadar özgürce üretebilirse o kadar mutlu olabilir ve kısıtlandığı kadar bakış açısının darlığında sıkışıp kalır. Sıkıştıkça mutsuzlaşır, hayatın göremediği kısımlarına öfke duyar, kendi mutsuzluğunu diğer insanlara yansıtarak onların da mutsuzluğuna sebep olur. Bir gün insanlığın bu sorunu aşabileceğine dair umudumu kaybetmemekle birlikte, üzülerek düşünüyorum ki yaşadığım mutsuz toplumdaki en büyük sorun budur.
Utopia halkının yaşayış biçiminde eleştirebileceğim tek konu özgür düşünceye önem vermeyi ilke edinmiş bir toplumun din konusundaki düşünceleridir. Kral Utopus, Utopia'yı fethetmeden önce buradaki halkın din yüzünden birbirleri ile zıt düştüklerini, bu yüzden güçsüzleştiklerini öğrenmiş ve bu sayede burayı daha kolay fethetmiştir. Bu durumun farkında olmasından dolayı Utopia'da din ve inanç özgürlüğüne büyük önem vermiştir. Fakat çelişkili olarak din konusunda inançsız olanları ahlak adına toplumda ayıplamıştır. Bu insanlara hiçbir ceza vermemekle birlikte, devlet işlerinde görev almalarına izin vermemiştir. Çünkü bireyin yasadan korkusu olmazsa her türlü kötülüğü yapabileceğine inanmıştır. Bu durumun baştan beri savunulan insanın özgürlüğü anlayışına zıt olduğuna, insanın korkuyla değil vicdanıyla hareket ederek iyiyi bulabileceğine inanıyorum.
1516 yılında yazılan bu kitabın üzerinden geçen beş yüz iki yılın ardından özgürleşmek yerine açgözlü bir hal alan, paranın vicdanlara yön verdiği bir dünyada yaşamak umudumu kaybettiremez. Çünkü ütopyalar güzeldir.
Spesifik olarak bir duyumuz ekseninde şekillenen kitaplardan oluşan ”Duyular” temalı ortak okumamızın anketine Twitter üzerinden #WannartOkumaGrubu etiketi ile katılmayı unutma ve bir sonraki kitabımıza kadar edebiyatla, güzelliklerle kal sevgili okur!
Yorum Bırakın