Ben! Diye bağırdım bütün gücümle. Sonra adımı tekrarladım birkaç kere. Ben, burada gizli bir mezhebin kurbanı olarak bir saksı çiçeği gibi kuruyup gidiyorum. Ben, çiçeklere bakmasını bilmediğim gibi, kendime bakmasını da bilmiyorum. Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkum edildim. Bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben yalnızlığa dayanamıyorum, ben insanların arasında olmak istiyorum. İnsanların düşmanlara da ihtiyacı vardır (dostlarının değerini bilmek için.) İşte tek başıma yıkılmış durumdayım.
Oğuz Atay’ın bütün eserlerinin bir araya getirildiği kitapların dördüncüsü olan Korkuyu Beklerken hakkında ufak bir tanışma rehberi yazdık sevgili okur, keyifli okumalar!
Korkuyu Beklerken, içerisinde birkaç öykünün olduğu derleme türünde bir kitap. Aynı isimli öykünün yanı sıra, Unutulan, Beyaz Mantolu Adam, Ne Evet Ne Hayır, Demiryolu Hikayecileri - Bir Rüya, Babama Mektup, Bir Mektup, Tahta At isimli öyküler de var. Oğuz Atay gibi yoğun bir kaleme sahip yazar ile tanışmak için başlanabilecek en iyi kitap olabilir belki de Korkuyu Beklerken... Onun üslubuna ayak uydurmak okuru zorlayan bir deneyim; ilk olarak Tutunamayanlar ile başlamak belki de kitabı bitiremeden bırakma ile sonuçlanacaktır, bunun yerine öncesinde hazırlık yapmak, yazarın kelimeleri dizerken kullandığı büyüyü öğrenmek daha faydalı bir ilk adım olacaktır. Korkuyu Beklerken, korku, topluma yabancılaşma ya da tuhaf diyebileceğimiz konu başlıkları hakkında yazılan öyküler içerisinde bir dönüm noktası özelliği taşıyor. Kuruntulu bir karakterin günlük hayatın basit sorumluluklarının üstesinden bile gelemeyecek kadar güçsüz, yalnız ve şanssız olması temasına sahip. Öykümüz anlamsız bir yazının gelmesi ve ölü diller profesörünün yorumlaması ile başlıyor. Korkunun birkaç yüzü ile tanışıyor ardından okur, örneğin, öykünün ilk korku yansıması olan köpek korkusu gibi... Tıpkı Godot’yu Beklerken de olduğu gibi bir arafta kalma durumunu kaleme almış aslında Oğuz Atay; bunu yaparken de sembolleriyle devlet düzenini ve daha geniş resimde sistemi eleştirmiş. Bu sembolleri ayıklayabilmek, verilen mesajları tam olarak anlayabilmek için daha iyi bir okuma deneyimine sahip olmak gerekiyor. Hatta bu gibi bir amacı hedefleyenler için yine İletişim'den Korkuyu Beklerken "Gelenler" isimli bir kitap basıldı. Tanıtımı şöyle: "Oğuz Atay’ın Türk edebiyatının bir klasiği haline geldiği aşikâr. Yazarın adı bu kadar anılırken, eserlerine bu kadar gönderme yapılırken, karakterleri neredeyse meşhur birer isim haline gelmişken Atay’ın öykücülüğü üzerinde yeterince durulmadığı ve hatta öykülerinin ihmal edildiği düşüncesiyle gerçekleşen bir sempozyumun ürünü “Korkuyu Beklerken” Gelenler. Hilmi Tezgör’ün derlediği bu kitap, 2010 yılında Yeditepe Üniversitesi’nde gerçekleşen “Oğuz Atay’ın Sekiz Öyküsü için Sempozyum”da sunulan makalelerin yanı sıra Oğuz Atay öyküleri üzerine yazılmış ve daha önce yayımlanmış ya da hiç gün ışığına çıkmamış metinlerden oluşan bir seçki sunuyor." Tekrar öyküye dönelim... Kitabın en dikkat çeken karakteristik tarafı anlatımın parantez içerisindeki cümlelerle tamamlanıp devam etmesi ve aynı zamanda okurken insanı koyu bir karanlığa çekmesi diyebiliriz. Karamsar bir havaya sahip olduğu için olsa gerek birçok okur Kafka'nın Dönüşüm'üne benzetmiş öyküyü, her ne kadar biz benzetememiş olsak da ekleyelim. Gölgesinden bile korktuğu halde yalnızlıktan şikayetlenip yalnızlığa mahkum edilen okurlar için okunması oldukça keyifli bir kitap olarak tanımını yapabiliriz aynı zamanda.
Düşünme! Dedim kendi kendime, düşünme. Düşünmeyi bile bilmiyorsun. Önündeki işe devam et: birbirine benzemeyen fotoğraflarını yapıştır yanyana, bir işi de sonuna kadar götür. Ölmezsin ya.
Belki de ölürdüm. Belki de ölmemek için, hiçbir işin sonuna kadar gitmiyordum. Böyle küçük çalışmaların üst üste eklenmesiyle doluyordu zaman. Ben de kelimeleri birbirine yapıştırarak yaratıyordum zamanı. (Bunu nerede okumuştum acaba? Ne yapayım? Aklıma gelenlerin içinde hangilerini okumadığımı bulmak için her şeyi okumaya girişemezdim ya.) Peki, nerede kalmıştım? Yarım bıraktığım işlerin neresinde kalmıştım? Bunu da bilemez miydim? Bir liste yapmalıydm bunun için de. Aman yarabbi! Yapmam gereken ne kadar çok iş vardı! İyi ki şu mektubu almıştım. Yapacak bu kadar çok işimin olması birden sevindirdi beni: yapmasam da önemli değildi; yapacak işlerim vardı ya. Acaba, yarım bıraktığım kitapların kaçıncı sayfasında kaldığımı hatırlayabilecek miydim? Acaba, bir zamanlar şu ay meselesi yüzünden sevmediğimi düşündüğüm tabiatı, sever gibi olmuş muydum hiç? Acaba, ağaçtan, ottan ya da uçamayan böceklerden filan bir yerden sevmeğe başlamış mıydım? Bir yerden sevmeye devam edebilir miydim? Çünkü sevmek yarıda kalan bir kitaba devam etmek gibi kolay bir iş değildi. Ya hiç sevmemişsem bugüne kadar? Bir kitaba yeniden başlamak gibi, sevmeye başlamak pek kolay sayılmazdı herhalde.
Oğuz Atay, Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba? diye sesleniyor bize Tutunamayanlar'ın minyatür hali diyebileceğimiz öyküsünün sonunda. Sadece Buradayım diyebilmek için bile, bir şekilde edinip neden okuma listene eklemiyorsun? Dipnot: Kapak fotoğrafı gerekeniyap.com yazarı Zeynep Sueda Çelik tarafından çekilmiştir.
Yorum Bırakın