''Öyle bir ülkeden gidiyorum ki, dedim kendi kendime demir sandalyenin üzerinde, orada düşünce insanı denilen insana zevk veren her şey, zevk vermese bile, hiç değilse varoluşundan haz duymasını sağlayan her şey uzaklaştırılıyor, atılıyor, söndürülüyor, orada artık yalnız bütün ayakta kalma dürtülerinin en ilkeli hüküm sürüyora benzer ve orada düşünce insanı denen insanın en ufak bir isteği henüz filizlenirken boğulur. Orada yiyici devlet ve aynen onun gibi yiyici olan kilise birlikte sonsuz bir ipi çekerler, bu ipi yüzyıllardır en büyük ahlaksızlıkla ve aynı zamanda en büyük vurdumduymazlıkla bu kör olmuş ve kendisine hükmedenler tarafından gerçekten de budalalığına hapsedilmiş ve gerçekten aptal olan halkın boynuna dolamışlardır. Burada hakikat, ayaklar altına alınır ve yalan bütün resmi kurumlar tarafından bütün amaçların tek aracı olarak kutsallaştırılır. Öyle bir ülkeyi terk ediyorum ki, dedim kendi kendime demir sandalyede otururken, orada hakikat anlaşılmaz ya da kabul görmez ve hakikatin karşıtı her şey için tek geçer akçedir.''
Thomas Bernhard gerçek anlamda bir insan sevmez, edebiyat dünyasının huysuz yazarı; hayatı ölüm okulu olarak tanımlayan tuhaf bir adam. Gayrimeşru bir ilişkinin çocuğu ve satırlarının tamamında hastalıklı bir taraf var, normal olan her şeyin karşısında sanki. Biraz cesur ifadelerin sahibi olmasına rağmen, özünde korkağın teki. Tüm bu etiketlemelerimize rağmen fevri çıkışlar da yapabiliyor yazar. Mesela Thomas Mann nefretini dile getirirken oldukça korkusuz ve sivri bir yandan da okuru ikilemlerde bırakan, müthiş fotojenik bir yazar özetle. "Açın gazeteleri, hemen hemen hepsi Thomas Mann’dan bahsediyorlar. Şu anda otuz yıldır ölü adam ve tekrar tekrar ondan bahsediyorlar, sonsuza dek, dayanılmaz. Küçük burjuva bir yazar olmasına rağmen, solgun, sönük ve sadece küçük burjuvalar için yazan biri. Tasvir ettiği muhit ancak küçük burjuvaların ilgisini çeker. Keman çalan profesör, Lübeckli bir aile, aman ne şirin. Kendisi tutucu ve tipik bir alman küçük burjuvadır. Karısı da aç gözlüydü. İşte bu benim için tipik bir alman yazar birleşimidir. Mann ya da Zuckmayer olsun, bu karakterler her aptal heykel, sergi ya da köprü açılışında hep devlet başkanının yanındadırlar. Yazarların ait oldukları yer orası mıdır? Bu adamlar her zaman devletle ve iktidardakilerle anlaşmalar yaparlar, sonunda da hep dirseklerinin üzerinde kalırlar." Beton ise kafası karışık, asosyal bir adamı anlatan, ince görünmesine rağmen zor okunan bir kitap. Her Bernhard kitabı gibi paragrafsız, dümdüz bir tarafı var aynı zamanda. Hakkında yazması oldukça zor, zira kitabın ne anlattığı konusunda pek bir şey söylemek mümkün değil. Sanki yazarın kafasında bir algoritma var ve bu algoritmanın tekrarı ile yazılmış bir kitap.*döngü başlangıcı*
Anlamsız ve önemsiz cümleler kur, mesela ablandan, ilaçlardan bahset > Önemsiz cümlelerini bir düşünce temeline hazırla > Hazırladığın zemin üzerine huysuz bir bakış açısı ile konu hakkında içini dök > Başka önemsiz bir meseleye sıçra ama asla paragraf yapma*döngü sonu*

Yorum Bırakın