İnsan, kendi gerçekliğinin mahkumudur desek aslında hiç de yanlış olmaz. Görebildiğimiz, algıladığımız bu dünya ile sınırlı değil miyiz sizce de? Bu durum, dört duvara hapsedilmiş bir mahkuma benzer. Sahip olduğu ya da algılayabildiği alan kadardır mahkum. Daha fazlasına/ötesine gidemez ya da hissedemez. Öyleyse, özgür olan her insan için de aynı şeyi daha geniş bir açıdan söyleyebiliriz.
Antik Yunan filozofu Platon’un, Devlet isimli kitabında ortaya attığı Mağara Alegorisini bilirsiniz. Bir mağara düşünelim. Mağarada yüzleri duvara dönük bir halde kollarından ve bütün vücutlarından kendilerini dahi göremeyecek şekilde zincirlenmiş olan mahkumlar olsun. Bu mahkumlar yalnızca karşılarındaki duvarı görebilmekteler dolayısıyla da görebildikleri tek şey duvara yansıyan gölgelerden ibaret. Ve farz edelim ki bu insanlar daha önce hiç “gerçek” dünyayı görmemiş olsunlar. Mağara duvarına yakın koyulmuş nesneleri ya da heykelcikleri yani onların gölgelerini görebilen bu insanlar, aslında o heykelciklerin neye benzediğini hiç bilmiyorlar. Yani onlar için gerçeklik tamamen gölgelerden ibaret.
Zincirlenmiş mahkumlardan biri, bir gün zincirlerini kırmış ve mağaranın dışına çıkabilmiş olsun. Artık zincirlerini kırmış olan bu insan için gerçeklik çok daha farklıdır. Lakin bu yeni dünyaya alışması fazlasıyla zaman alır. Çünkü kendisini dahi göremeyecek şekilde sadece ateşle aydınlanan karanlık bir mağarada bütün hayatını zincirlenmiş olarak geçiren insan, zincirlerinden kurtulması sonucu, bir süreliğine özgür bir bedene alışamaz. Zincirlere alışmış olan beden öylesine tutulmuştur ki, hareket ederken acı çekmeye maruz kalır. Aynı şekilde karanlık ortama alışmış olan gözleri, aydınlık güneş ışığı karşısında resmen körleşir. Zincirlerinden kurtulan mahkum, mağara duvarına yansıyan gölgelerin aslında heykelcikler olduğunu ve her şeyi yanlış algıladığını fark eder. Bu durumda özgür olan, mağarada hala zincirli olan diğer insanlara durumu anlatmaya gider. Ancak zincirleri dolayısıyla hala gerçeğin farkına varamamış olanlar, haliyle özgür olanın anlattıklarına inanmazlar.
Platon’un geliştirdiği bu mağara metaforunu birçok şekilde açıklayabiliriz. Mağarayı insan zihni daha doğrusu insanın kendisine koyduğu tabular olarak düşünür ve daha geniş perspektiften düşünemeyen ya da düşünmek istemeyen dolayısıyla yaşadığı dünyadan bihaber yaşayan toplumların bireyleri olarak ele alabiliriz. Ya da bu bakış açısını daha da genişletir ve evrenin aslında alegorideki gibi bir mağara olduğunu ve bizim yalnızca sahip olduğumuz beş duyu organı ile belirli şeyleri hissedip belirli alanlara sahip olabildiğimizi de düşünebiliriz. Bu durumda zincirler bizim sahip olduğumuz beş duyu organıdır. Mağara ise içinde yaşadığımız dünya veya evren.
Donnie Darko filmini bilirsiniz. Donnie isimli karakter, psikolojik sorunları bulunan bir gençtir. Gerçek dışı görüntüler görür ve Frank isimli bir tavşan ile konuşur film boyunca. Filmin sonlarına doğru bütün bu olaylar; kuantum fiziğine, paralel evrenlere ve zamanda yolculuğa bağlanır. Donnie, paralel evren ya da başka bir evrenin, başka bir gerçekliğin bulunduğu bir dünyadan haberdar gibidir. Aslında filmin analizini kısaca yapmamız gerekirse; arızalanan uçağın motor parçası Donnie'nin evlerine düştüğü gece, eğer Donnie uyurgezer olmasaydı ve olay anında yatağında uyuyor olsaydı ölmüş olacaktı. Ancak o gece bir başka evren yani paralel evren açılmıştı ve Donnie de kahraman olarak seçilmiş olduğu için Frank the Rabbit karakteri tarafından yönlendirilmeye başlamıştı. Tavşan Frank ile ilk kez karşılaştığı gece (aynı zamanda motor parçasının düştüğü gece) Frank, Donnie'ye 28 günlük bir süre verir. Geri sayım bitince dünyanın sonunun geleceğini söyler. Aslında geri sayım bitince paralel evrenin görevi ya da yaşadığımız dünyaya olan müdahalesi son bulacaktır. Şöyle ki; Donnie'nin, dünyada gerçekleştirmesi gereken bazı görevleri vardır ve bu görevleri tamamlaması için de belirli bir süresi vardır. Süre bittikten sonra, Donnie'nin dünyadaki görevi de biter ve film başa döner. Yani uçaktan düşen motor parçası bu kez Donnie'yi yatakta uyuyorken yakalamıştır ve Donnie ölmüştür.
Anlayacağınız üzere filmde iki farklı evren var: İlki yaşadığımız bu dünya, ikincisi ise farklı bir gerçekliğe sahip olan başka bir dünya. İşte buradan hareketle, diyebiliriz ki Donnie bu iki dünya arasında aracılık yapabilen biridir. Aynı Platon'un Mağara Alegorisinde olduğu gibi, her şeyin bir gölgeden ve yalan gerçeklerden oluştuğu bu dünyada diğer herkes gibi zincirlenmiş olarak yaşayan insanlardan biridir Donnie. Ancak zincirlerini kırarak (ya da diğer insanlardan farklı olarak diğer evren ile iletişime geçme güdüsü ya da duyusu açılarak) diğer evren ile bağlantı kurabilmeyi başarabilmiştir.
Ayrıca filmde, zaman olgusu doğrusal değil, döngüsel olarak ele alındığı için gerçekleşen olaylar yaşanıp bitmez. Geriye dönülebilir, olaylar farklı biçimlerde tekrarlanabilir/değiştirilebilir. Zamanın bir başlangıcı veya sonu yoktur, olaylar sürekli bir döngü/devinim içindedir. Bu da Platon'un idealar dünyası için yaptığı tanımlamalara oldukça benzer.
Görüldüğü üzere mağara dediğimiz şey bu bağlamda yaşadığımız evren olabilir. Sonuçta gördüğümüz ve algılayabildiğimiz kadarına sahibiz. Üç boyutlu cisimleri algılayabilen insanın, duyma eşiği, görme eşiği gibi duyu organları da oldukça sınırlı. Bunu daraltırsak, mağarayı içinde yaşadığımız toplum ve toplum kuralları, yerleşik düzenler, benimsenen inançlar olarak görebiliriz. Daha da daraltırsak mağara zihnimizin içi bile olabilir. Fikirlerini değiştirmekten kaçınan ve kendi zihnine hapsolmuş olan, her şeye dar bir perspektiften bakan insanoğlu...
Platon bu gördüğümüz yalan gerçekliğin dünyasını "nesneler dünyası" olarak niteler. Nesneler dünyasında bulunan varlıklar gerçek değildir; var olur, değişir ve yok olurlar. Ancak, gerçek ise "idealar dünyası" dediği dünyadadır. İdealar dünyası, öncesiz ve sonrasızdır. Zamanın ve mekanın dışında ve hiçbir zaman varlığa gelmemiş ve bu nedenle de yok olamayacak olandır. Aslında görüldüğü gibi Platon'un idealar dünyası olarak nitelediği dünya, daha tanrısal özelliklere sahip olan dünyadır.
Yine Platon'a göre içinde yaşadığımız dünya bir sahte gerçeklikler dizisinden oluştuğuna göre, hayatı taklit eden sanat eserleri ise iki kere aldatıcıdır, çünkü, aldatıcı suretlerin (hayatın) aldatıcı suretleridir.
Ünlü ressam Rene Magritte, "İmgelerin İhaneti" adlı eserinde bir pipoyu resmetmiştir. Resmin altına ise Fransızca: "Ceci n'est pas une pipe" yani "Bu bir pipo değildir" notunu düşmüştür. Magritte'nin burada vurgulamak istediği şudur; tuvalde görünen şey bir pipo değildir. Bu gerçek hayatta pipo olarak algıladığımız ve öyle isimlendirdiğimiz nesnenin sadece imgesidir. Bu eserden oldukça etkilenmiş olan Fransız düşünür Michel Foucault da "Bu Bir Pipo Değildir" isimli eserinde şöyle der: "Neyi gördüğümüzü söylememiz boşunadır; çünkü gördüğümüz, söylediğimizin içine hiçbir zaman yerleşmiş değildir." O halde Platon'un felsefesine geri döneriz. Gördüğümüz şey nedir? Hakikatin ta kendisi mi yoksa birer kurmaca mı? İşte Platon'un buna verdiği cevap, yukarıda da bahsettiğimiz gibi "nesneler" dünyasıdır. Magritte de bu konuyla alakalı, "Biz düşüncelerimize göre benzerlikler kurarız” diyor. Yani, nesnelere verdiğimiz isimler bizim gördüklerimizi belirli bir kategoriye sokma ve onları genelleştirme adına yaptığımız bir durumdur.
Büyük bir belirsizlik içinde yaşayan insanoğlunun Platon'dan bu yana geçen onca yüzyılda hala gerçeğin ne olduğunu bulamamış olması kafa karıştırıcıdır. Belki de Platon haklıdır ve yaşadığımız dünyada gördüğümüz hiçbir şey asıl gerçeklik değildir. Sadece birer yanılsama, gerçeğin gölgesi ve yanlış algıdır. Ve belki de içinde yaşadığımız bu gözlemlenebilir evren, aynı Truman Show filmindeki gibi birer kurgudan ibarettir. Kim bilir?
Kaynak: Platon, Devlet
Yorum Bırakın