Bugün sizler için 2017 yılına damgasını vuran "Call Me By Your Name | Beni Adınla Çağır" filmini inceledik ve ayrıca filmle ilgili bazı gelişmeleri aktarmak istedik.
Ülkemizde ilk defa Filmekimi’nde gösterilen, James Ivory’nin senaryosunu Andrè Aciman’ın 2007’de yayınlanan aynı adlı romanından uyarladığı bu film, dünya prömiyerini 2017’nin başında Sundance Film Festivali’nde yapıp dikkatleri üzerine çekmeye başarmış, iç ısıtan tutku dolu bir kimyanın hikayesi.
Konusundan bahsedecek olursak, arkeoloji alanında uzman bir profesör olan Bay Perlman (Michael Stuhlbarg) ile çevirmenlik yapan Arnella Perlman (Amira Casar) çifti, 1983 yılı yaz tatillerini oğulları Elio (Timothée Chalamet) ile birlikte İtalya’nın kuzeyinde yer alan bir villada geçirirler. Kendini keşfetme sürecinde, iç çalkantıları ile uğraşan 17 yaşında bir ergen olan Elio, günlerini müzikle uğraşarak, kitap okuyarak ve yüzmeye giderek, bir de arada sırada arkadaşı Marzia (Esther Garrel) ile flörtleşerek geçirir.
Ancak hayatının, Amerika’da arkeoloji alanında doktorasını tamamlamaya çalışan, Bay Perlman tarafından evlerine altı haftalık staja davet edilen 24 yaşındaki Oliver (Armie Hammer) sayesinde değişeceğinden habersizdir.
Antik Roma Grotesk heykellerini andıran bu adamla bitişik odalarda kalıp aynı banyoyu paylaşırlar. Fazlasıyla özgüven sahibi olan Oliver’ın, yeni çevreye çok çabuk adapte olması ve kendini beğenmiş tavırlarıyla Elio’nun dikkatini çeker ve bu durum biraz da sinirini bozar. Bu, aralarındaki iletişime de yansır.
Başlarda geçinemeyen Elio ile Oliver’ın arasındaki buzlar, Bay Perlman’a gelen bir çağrı sonucu gittikleri arkeolojik bir gezide çözülür. Hatta burada ilk defa kendi isimlerini birbirlerine telaffuz ederler. Bu geziden sonra birbirlerine ısınırlar. Oliver, Elio’nun müzik çalışmalarına ilgi duymaya başlar, birlikte yüzmeye giderler, şehir merkezini bisikletle turlamaya başlarlar. Aralarındaki ilişki, Elio’nun imalı konuşmalarıyla ve flörtöz tavırlarıyla gelişmeye başlar. Elio giderek Oliver’a karşı bir şeyler hissettiğinin farkına varır. Ancak aynı hislere Oliver’ın sahip olup olmadığını bilmez. Bunun için yapması gereken şey ona açılmaktır.
Ang Lee’nin yönetmenliğini üstlendiği 2005 yapımı Brokeback Mountain ile tırmanışa geçen Kuir (Queer) Sinema, bu filmle tartışmasız zirveyi görmüştür. Bu filmde, çekilen birçok LGBTİ temalı filmin aksine burada eşcinsel bireylerin ortak sorunlarına çok dahil olunmuyor, iki erkeğin veya iki kadının değil, iki “insanın” arasındaki derinlemesine saf ilişki sunuluyor.
Filmde verilmek istenen mesajlar ise oldukça net. Elio, kucağına uzanırken annesi tarafından okunan şövalye ile prensesin aşkı kitabında geçen bir cümle dikkatleri çekiyor: Söylemek mi daha iyi yoksa ölmek mi? Filme göre tüm mesele de bu aslında. Sonsuza kadar düşüncelerini, arzularını içinde tutup hiçbir şey hissetmemek için kendini zorlayıp sonunda mutsuz bir şekilde ölmek mi, yoksa hissettiğin şeyi yaşayıp mutlu olmak mı?
İtalya’nın kuzeyinde küçük bir kasabada çekilen bu filmin sinematografisi dışında inanılmaz unsurlardan birine de filmin müziklerinin sahibi olan Sufjan Stevens diyebiliriz tartışmasız.
https://youtu.be/IDgR3FNlsUM
https://youtu.be/4WTt69YO2VI
Ayrıca bu yılki Akademi Ödülleri’nde de adından bolca söz ettiren filmin aday olduğu 4 dal ise: En İyi Film, En İyi Oyuncu (Timothèe Chalamet), En İyi Uyarlama Senaryo (James Ivory) ve En İyi Orijinal Film. Bu adaylıklardan sadece En İyi Uyarlama Senaryo dalında kazandı. Diğer dalların -özellikle film müziği- adaylıkla kalmasına üzülmedik değil.
"A Bigger Splash | Sen Benimsin" adlı 2015 yapımı filmi ile dikkatleri üzerine çeken başarılı yönetmen Luca Guadagnino, bu film ile adından çokça söz ettirmeye devam edecek gibi görünüyor.
Yorum Bırakın