Türk sineması, yıllardır bize sunulduğu gibi sadece melodramlar ve komediler üzerine kurulmadı. Sinemanın parayla çok sıkı olan ilişkisi bu popüler türlerin yoğun olarak üretilmesi ve dolayısıyla tüketilmesini doğursa da, sinema dünyamız içinde fantastik filmler de var. Ana akım içinde bulunan filmler bile dönemin şartları dolayısıyla pek çok zorluk içinde çekilmişken ana akımın uzağından geçen fantastik filmlerin ne zorluklar içinde çekildiğini siz düşünün. Hatta çoğu, günümüz şartlarında asla çekilemezdi.

Dönemin karanlığı konuların, müziklerin, karakterlerin hatta bire bir senaryoların özgürce kopyalanmasına çok rahat imkan tanırken yerelleştirilen karakterler; dönemin imkansızlığı ve günümüzün uzaya çıkan CGI teknolojilerine rağmen bu filmleri merak içinde izlememizi sağlıyor. Her sahnede acaba bunu nasıl çekmişler veya bir sonraki sahnede ne saçmalayacaklar merakı ile sürüklenip gidiyorsunuz. Benim en büyük motivasyonum ise bu insanların tutkusu. Bugün bile destek olmaksızın, muazzam zor olan film yapım sürecinin, bariz yokluklar içinde gerçekleştirilmiş olması... Giovanni Scognamillo kitabında Drakula İstanbul’da filmiyle ilgili şu anekdota yer veriyor:
Sohban Koloğlu mezarlık sahnesinde gereken sisi yaratmak için buldukları çözümü şu şekilde açıklar: ”Gerekli teknik malzemeden yoksun olduğumuzdan ışığa karşı çekilen bir duman tabakası kullandık. Bu duman tabakasını nasıl mı gerçekleştirdik? Çok kolay bir şekilde: ekipteki 30-40 kişi, her birinin ağzında 3-4 sigara olarak yere yattılar ve sigara dumanını üfleyip püflemeye başladılar.”
Sis makinesi yok, ne yapalım çekmeyelim mi? Tabi ki çekeceğiz. Yakın sigaraları. Bu azme, bu yaratıcılığa nasıl saygı duyulmaz?
Bu fantastik filmler, sektör içinde bir noktadan sonra iş yapmaya, seyirciyi çekmeye dolayısıyla da yapımcıları kâra geçirmeye başlar. Bu patlama, Yeşilçam'ın üretim anlamında altın çağını yaşadığı ve dünyada en çok film üreten dördüncü ülke konumuna geldiği bir dönemde yaşanır. Bu filmlerin sayısı az olmasa da Arzu Film gibi dönemin tekel büyük yapım şirketleri ilgi göstermediği için geçen zamana direnemeyip günümüzde yok olup gitmişlerdir.
B-tipi "taklit" filmler, Yeşilçam gibi "değersiz" görülen bir sinemanın bile en alt kolunda değerlendirilir. Yeni ve sermayesiz şirketlerin elinden çıkan bu filmler, yıldız oyuncularla çalışamadıkları için mecburen kendi “B sınıfı” yıldızlarını yaratmak zorunda kalırlar. Büyük şirketlerin girmeye değer bulmadığı bu fantastik filmler liginde, maddi yetersizlikler kendisini kötü oyunculuklar, elden düşme vasat dekorlar ve kostümlerle gösterir. Maddi yetersizliğin tek artısı ise ucu tutulamaz bir yaratıcılık olarak karşımıza çıkar. O dönem, Türk sinema izleyicisi tarafından ilgi ile takip edilen bu filmler, günümüzde ilgi çekici, kült, kötü filmler olarak meraklısına seyir zevki sunar.

Türk halkı bu filmleri şaşırtıcı şekilde sever. Neden sevdiklerini sosyologlar eminim açıklayabilirler ama ben bu tür işler için hep şunu düşünürüm, insanlar gerçeklerden kaçmak ister. Bu fantastik film janrı ortaya çıkana kadar dramaya boğulan, büyük bir şok ile görme engelli kahramanın gözlerinin açıldığı filmlerden sıkılan seyirci, tanıdık topraklarda geçen bu fantastik hikâyelerle klasik drama klişelerinden uzaklaşma fırsatı bulur. Biz geek tayfa içinse bu filmler başka anlamlar içeriyor. Bildiğimiz süper kahramanları bu filmlerin yarattığı şekilde izlemek bazen muazzam bir zevk, bazen de bariz bir işkence olabiliyor. Karakterlere ters dikiz bir bakış atmaksa her zaman için şahane bir detay. Özellikle kötü film izlemek gibi bir zevkiniz varsa, geçmişimizde yatan bu renkli dünya içinde bir tur atın derim.
Yorum Bırakın