Terör ve Pop Kültürüne Çiğ Bir Bakış: Vox Lux (2018)

Terör ve Pop Kültürüne Çiğ Bir Bakış: Vox Lux (2018)
  • 3
    0
    0
    1
  • 2015 yılında The Childhood of a Leader ile sessiz sedasız yönetmen koltuğuna oturan ve aldığı ödüllerle (Venedik Film Festivali: En İyi Yönetmen, İstanbul Film Festivali: Jüri Özel Ödülü) gelecek vadettiğini kanıtlayan Brady Corbet'in, ikinci uzun metrajlı filmi Vox Lux, neredeyse bir yılın ardından Türkiye'de vizyona girdi. Michael Haneke'nin 2007 yılında çektiği Funny Games'in Amerikan versiyonunda (Peter) ve Lars von Trier'in Melancholia'sında (Tim) oyunculuğunu seyrettiğimiz Corbet'in imzasının bulunduğu filmlerde, tabii ki bu iki usta yönetmenin izlerini görmek mümkün. Ancak bununla birlikte, taze yönetmenin henüz kimlik kazanma sürecinde olduğu ve birkaç çarpıcı sekans haricinde senaryo ve kurguda bocaladığı kolaylıkla hissedilebiliyor. 21. yüzyılın modern insanını, kurgusal bir pop ikonunun odağına alarak, politik bir perspektiften eleştiren filmin başrollerini Natalie Portman (Celeste), Raffey Cassidy (Celeste, Albertine), Jude Law ve Stacy Martin (Eleanor) gibi ünlü isimler paylaşırken, hikâyenin anlatıcılığını Willem Dafoe üstleniyor. Filmin neredeyse yarısına Celeste'in karanlık ruh halini yansıtan tonlar hakimken, şöhret oluşu ve gösterişli bir dünyanın kapılarını aralayışıyla birlikte neon renkler görmeye başlıyoruz. Ayrıca görsel bir şölen niteliği taşıyan konser sekanslarının yanında, yer yer karşımıza çıkan amatör video kayıtları samimiyeti pekiştiriyor ve ana karakterin manik depresif duruşu filmin sinematografisine de yansıtılıyor. Peki film bize ne anlatıyor? Ne yazık ki daha evvel anlatılmayan bir şeyi anlatmadığı kesin... Ana karakterimiz Celeste, ABD tarihinde ve sinemasında sıkça rastladığımız tipte bir terör eyleminin kurbanı oluyor ve şans eseri sağ kalmayı başarıyor. Gerilim tadında başlayan film, yavaş yavaş spekülatif bir biyografi niteliği kazanıyor ve Celeste'in kız kardeşi Eleanor ile birlikte yaşadığı krizi adeta fırsata çevirişi yumuşak bir dille ele alınıyor. Saldırının ardından hayatını kaybeden arkadaşları için kilisede şarkı söyleyerek duygularını ifade eden kız kardeşler, bir anda kendilerini şöhrete bir adım uzaklıkta buluyorlar. Albüm kayıtları, konserler ve hayranlar birbiri ardına gelirken, yine bir klişeye başvuruluyor ve yıldızımız Celeste, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı ile sınanıyor. Episodik bir yapıya sahip olan filmde aniden 17 yıl sonraya götürülüyoruz ve Celeste'in gençliğini canlandıran Raffey Cassidy, yerini Natalie Portman'a bırakıp kızı Albertine rolünü üstlenirken, Eleanor karakterine hayat veren Stacy Martin'e yalnızca saçlarını toplayarak komik bir "yaşlandırma" tekniği uygulanıyor. Filmin bütünlüğünü bozan bu başarısız hamlelerin ardından, Natalie Portman'ın Black Swan kokan ve gereksiz çıkışlarla bezeli oyunculuğu da adeta tuz biber oluyor. Jude Law ise senaryodan çıkarılsa yokluğu neredeyse hissedilmeyecek menajer karakteri ile filme teatral anlamda çarpıcı bir ivme kazandıramıyor. Maalesef ki alt metin de filmi izlemeyi imkansızlaştıran ögelerin gölgesinde kalıyor. Film boyunca defalarca vurgulandığı üzere Celeste, ne çok yetenekli, ne çok donanımlı ne de toplum içerisinde fark edilebilir bir birey değil. O yalnızca, sömürücü endüstrinin yarattığı anlamsız başarı portrelerinden, projelerinden biri ve bu yönüyle hayatı boyunca "kurban" rolünü üstlenmekten kurtulamamış bir karakter. Kendisi bununla yüzleşmek yerine (Pop müziği, kendi acı deneyimlerinden yola çıkarak insanların düşünmesine engel olmak ve iyi hissetmelerini sağlamak için yaptığını ifade ediyor.) çoğunlukla düşüncelerinden kaçmayı seçiyor ve bu yolda daima tökezleyerek, başta kız kardeşi olmak üzere ona değer veren insanları kendi "kurbanı" ediyor. Baş kaldırma cesareti bulabildiği sayılı sahnelerde ise terörden ilham alan sanatın nihayetinde teröre ilham verişi, şiddete karşı duyarsızlık, kitlesel yalnızlık ve kimlik bunalımı, ilgi açlığı, önemini yitiren aile ilişkileri ve popüler kültürün yarattığı yozlaşmış toplum gibi mühim konuları seyirciye doğrudan sunan sığ nutuklar, yaklaşık iki saat boyunca yapılmak istenen eleştiriyi değersizleştiriyor ve bu noktada, edebiyatın sinema üzerindeki tesiri, talihsiz bir örnekle açığa çıkıyor. Netice itibariyle Vox Lux birçok açıdan ele alındığında sınıfta kalan bir film. Asıl sormamız gereken soru ise; film, henüz yolun başında olan Brady Corbet'in, terör ve pop kültürü gibi birbirinden uzak iki kavramı harmanlayarak sinemaya kazandırdığı bir yapım olmasıyla şans verilmeyi hak ediyor mu?

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.