Dünya prömiyerini Cannes'da gerçekleştiren A Hidden Life | Gizli Bir Yaşam, ülkemizde ilk olarak geçtiğimiz hafta 18. Filmekimi kapsamında gösterildi. Gerçek bir olayı anlatan film, II. Dünya Savaşı sırasında savaşmayı reddeden ve bu sebeple hapse atılan Avusturya'lı bir çiftçinin hikâyesini anlatıyor. Çekimleri yaklaşık olarak iki yıl süren filmin yönetmen koltuğunda Terrence Malick otururken, oyuncu kadrosunda ise August Diehl, Valerie Pachner ve Michael Nyqvist gibi isimler yer alıyor.
Franz Jägerstätter (August Diehl), köyde ailesi ile birlikte mutlu ve huzurlu bir hayat sürüyorken II. Dünya Savaşı'na Almanların yanında savaşması için çağrılıyor. Bir süre sonra evine sağ salim dönüyor fakat kısa bir zaman geçtikten sonra tekrar çağrılıyor. Savaşarak çözüme ulaşılamayacağını düşünen Franz, savaşmayı reddediyor ve geri dönse bile emirlere uymayarak savaşmayacağını belirtiyor. Henüz köydeyken savaşmak istemediğini etrafına hissettirmeye başladığında kendisi ve ailesi oldukça ağır tepkiler almaya başlıyor. Franz, insan öldürmek istemediği için adeta vatan haini ilan ediliyor.
Buraya kadar yönetmen seyirciye bir çok duyguyu aktarmış filmde. Franz'ın, savaşmayı reddetme düşüncesi ilk yeşermeye başladığındaki, acaba yanlış bir şey mi düşünüyorum tereddüdünü onunla birlikte hissediyorsunuz. Savaşmak istemediği için, kendisinin ve ailesinin köy halkı tarafından dışlanmasını onlarla birlikte hissediyorsunuz. Postacı her yanlarından geçtiğinde, savaşa geri çağrılma mektubunu getirme ihtimalinden dolayı onlarla birlikte geriliyorsunuz. Karakterlerin yaşadığı her duyguyu, seyirci olarak siz de tadıyorsunuz.
Franz, kilisenin savaşın yanında yer almasından dolayı tanrıya güceniyor. Bu durum, Franz'ın tanrının varlığını sorgulamasına sebep olurken seyirciye de inancın varoluşunu sorgulatıyor. Yönetmen, dini inançtan çok kişinin kendine olan inancının oluşturduğu değerlere odaklanıyor.
Franz'ın yaşadığı onca zorbalığa karşı inancından vazgeçmemesi, uğruna hapse atılsa bile kararını değiştirmemesi, irade kavramı üzerine yoğunlaşmamızı sağlıyor. Savaşmasa bile Hitler için edeceği bir bağlılık yemini ile serbest kalabilecekken, düşüncesinin arkasında sonuna kadar durup ölmeyi yeğliyor. Herkes, bu yaptığının hiçbir işe yaramayacağını, savaşın devam edeceğini, boşu boşuna öleceğini söylerken seyirci olarak bir nevi onlara hak veriyorsunuz. Sadece bir cümle söylememek için çocuklarını babasız bırakmayı seçmek bencillik gibi geliyor ve Franz'ın hareketini inat etme olarak algılıyorsunuz.
Oysa ki film, olay yaşandıktan yetmiş sene sonra karşınızda duruyor. Ve siz daha önce adını bile duymadığınız Franz Jägerstätter ismindeki Avusturyalı bir çiftçinin ne uğruna öldüğünü biliyorsunuz. Franz belki de o zamanlar hiçbir şeyi değiştiremedi, ama daha sonra uğruna film yapılacak kadar adını ve inancını duyurdu. Bunu fark ettiğiniz an Franz'ın inadı, iradeye dönüşüyor. İradeli olmak ve inat etmek arasındaki o ince çizgi kalınlaşarak belirgin hale geliyor.
Avrupa Sineması ve Hollywood, II. Dünya Savaşı'nı konu alan filmlerin ekmeğini oldukça yedi ve hatta yemeye devam etmekte. A Hidden Life'ı genel çerçevede değerlendirecek olursak standart dönem filminin çizgileri içinde sınırlı kalmış diyebiliriz.
Franz'ın hikâyesi etkileyici olsa da hem II. Dünya Savaşı sırasında geçmesi, hem de gerçek bir olaya dayanmasından dolayı, film için kolaya kaçıldığı söylenebilir. A Hidden Life'ı diğer II. Dünya Savaşı filmlerinden ayıran tek şey, savaş kötüdür mesajını değil de kişinin kendi değerlerine duyduğu inancı ve iradesi sayesinde bir çok değişime önayak olabileceği mesajını vermesi.



Yorum Bırakın