Kelime anlamı "taklit" olan
mimemis, kökeni M.Ö 5. yüzyıla dayanan bir antik dönem sanatsal faaliyetidir. Etimolojik köken olarak "yanıltmak" anlamına gelen "mei"den türemiştir. Sokrates öncesi filozoflardan Empedokles ve Herakleitos'un da argümanına giren bu kelime Yunan şair ve yazarların da konusu olmuş, sanata yön vermekle kalmamış antik kültürün de belirleyicisi olmuştur. Herakleitos, karşıtların birleşmesi ve doğanın taklidiyle elde edilen bir başarı olduğunu, Empedokles ise resim sanatının tasvir etmede önemli rol oynadığını belirterek mimesisi yorumlamışlardır. Taklidin, iki ayrı kavramın asıl olan ve asıl olanın kopyası şeklindeki iki kutbu ortaya koyduğu görülmektedir. Asıl olan taklit edilen anlamı taşırken, kendisi aracılığıyla taklit edilen ise gölge(kopya) konumuna gelmektedir.
"Eğer öküzlerin, atların ve aslanların elleri olsa ve ellerini biz insanların yaptığı gibi sanat eserleri yaratmak için kullansalar, atlar atlara ve öküzler de öküzlere benzeyen tanrı şekilleri çizer ve onların edenlerini kendi farklı türlerinin şeklinde yapardı."
Xenophon,
Şölen adlı eserinde yazdığı bu cümle ile sanatı hakiki olana ulaşmanın bir aracı olarak gördüğünden bahseder. Araçsallık, sanatın salt bir amacı olmadığını, amacın toplumda uyandırdığı dürtü sonucu taklit edilene ulaşma doğrultusunda kullanıldığı anlamındadır. Bu noktada mimesise dair iki önemli düşünürün fikirlerini ele almak daha açıklayıcı olacaktır.
Platon ve Mimesis
Görünüşleri ideaların kusurlu birer yansımaları olarak tanımlayan Platon, güzeli kavramsal anlamda ele alan ilk düşünürdür. Filozof olmayanların ilgilendiği alanın görünüş olduğunu, filozofun ise daima gerçekliğin peşinde olduğunu söyler. Bu noktada filozofları felsefi eğitim sürecinden geçerek siyasal ve ahlaksal anlamda belirli bir söz hakkı elde edenler olarak sofistlerden ayırır.
Bilginin de bu bağlamda filozofun zihin halinin bir yansıması olduğunu,
sanının ise filozof olmayanlar zihin halini aldığını söyler. İdealar dünyasındaki akıl nesnelerinin gerçek varlıklar olduğunu, içinde olduğumuz oluş halindeki değişim dünyasının ise ideaların gölgeleri olduğunu savunur. Buradan hareketle, duyular dünyasının idealar dünyasına göre arkada kaldığı anlaşılmaktadır. Mimesis (taklit) ise bu anlamda arkada kalan duyular dünyasının kopyası olduğundan, hakikatten daha da uzaklaşmış olur.
Devlet adlı diyaloğunda gerçekliğin anlamını daha açık kılar:
"
Zor bir iş değil, dedim. Her zaman, kolayca yapılabilen bir iş. Eline ayna alıp da her yana tutarsan, çarçabuk yaparsın bunu. Güneşi, gökteki yıldızları, yeryüzünü, kendini ve öteki canlılar, ev eşyalarını, bitkileri ve şimdi sözünü ettiğimiz bütün şeyleri hemencecik yaratıverirsin. -Evet, ama sadece bir görünüştür bunlar, gerçek değil ki! -Güzel, tam da istenenin üstüne bastın. Çünkü bu çeşit ustalar arasında ressamı da saymak gerekir değil mi? -Elbette. -Diyeceksin ki ressamın yaptığı sedirin d gerçekliği yoktur. Ama bir bakıma onun yaptığı da bir yataktır. -Öyle değil mi? -Gerçekten var olanı yapmadığına göre, gerçek nesneyi değil, gerçek nesneye benzeyen, ama ondaki gerçekliği taşımayan bir nesneyi yapıyor demektir."
Mimetik objeden öteye geçemeyen sanat eseri, Platon'un gerçek olanın idealar ve o dünya içindeki varlıklar olduğunu kanıtlar. Sanat, ideaların kopyası olmaktan daha fazla bir anlam taşımaz. Sanatçı, sanatını benzeterek yarattığından hakikate tam anlamıyla ulaşamamaktadır. Tanrı'nın sanatına (doğaya) en yakınını ortaya koyduğu sürece ruhunu arındırmış ve
katharsise ulaşmış olur.
Aristoteles ve Mimesis
Mimesisi, bir sanat teorisi olarak ele alan Aristoteles, Platon'dan farklı olarak gerçekliğin kopyası olarak tanımlar.
Metafizik adlı eserinde üç temel etkinlik alanı olarak; bilme, eyleme, yaratmayı gösterirken; bilmeyi teorik, eylemeyi pratik, yaratmayı ise poetik bilim içerisinde ele alır.
Poetika eserinde mimesisi insandaki bilginin temeli olarak tarif ederken şu pasajı paylaşır:
"Şiir sanatı, genel olarak varlığını, insan tabiatında temellenen iki nedene borçlu gibi görünüyor. Bunlardan birincisi, taklit-içtepisi oup bu, insanlarda doğuştan vardır; insanlar bütün öteki yaratıklardan özellikle taklit etmeye olağanüstü yetili olmalarıyla ayrılır ve ilk bilgilerini taklit yoluyla elde ederler. İkincisi, bütün taklit ürünleri karşısında duyulan hoşlanmadır ve bu, insan için karakteristiktir. Sanat eserleri karşısındaki yaşantımız bunu kanıtlar."
Taklit olarak ortaya konan tüm sanat eserlerinin, daha önce ortaya konan bir şeyin taklidi olabileceği gibi, hiç ortaya konmamış bir şeyin gerçekleştirilmesi de olabileceğini belirtir. Bu noktada Aristoteles, olanın olduğu gibi yansıtılmasının yanında, akla aykırı olanın da sanat çerçevesine girebileceğini savunur.
Platon'da mimesis, güzellik metafiziği olarak tanımlanırken, Aristoteles iyi ve güzel kavramlarını izleyicide yaratacağı korku ve acı duygularını uyarması doğrultusunda birbirinden ayırmaz ve sanatın amacının bu yolla ruhsal temizlenmeyi sağlayacağını savunur. Farklı bir nokta olarak taklit etme yollarının sanatçının kendi seçimine kaldığını, olmaları gerektiği gibi ya da göründükleri gibi yansıtabileceklerinin seçiminin tamamen sanatçıya seçimine kalmış olduğunu belirtir. Dolayısıyla Aristoteles'in mimetik teoride odaklandığı yer, taklit edilenden çok taklit edilen ile o şeyin modeli (kopyası) arasındaki ilişkidir. Bu noktada Platon'un sanata felsefesini idealist olarak adlandırırsak Aristoteles'in sanat felsefesine rasyonalist demek yerinde olacaktır.
Kaynak:
1,
2
Yorum Bırakın