Advertisement
Advertisement

The Handmaid's Tale 2. Sezon 3. Bölüm İncelemesi: Distopyada Feminizm

The Handmaid's Tale 2. Sezon 3. Bölüm İncelemesi: Distopyada Feminizm
  • 2
    0
    0
    0
  • "Uysal kadınlar nadiren tarih yazarlar."
    Distopik sevdamız The Handmaid's Tale sezonun üçüncü bölümüyle karşımızda. Sessiz, sakin ve etkileyici bu nefis yeni bölümün ayrıntılı incelemesi her hafta olduğu gibi bu hafta da Wannart sayfalarında. Hazırsanız başlıyoruz!

    The Handmaid's Tale 2. Sezon 3. Bölüm: "Baggage"

    Geçtiğimiz bölümü oldukça sakin bir bitişle noktalayan The Handmaid's Tale bizi bıraktığı yerden iki ay sonrasında karşılıyor bu sefer. June'un başlarda "mezbaha" olarak nitelendirdiği The Boston Globe binasını yeni evi gibi benimsediğini oldukça tazeleyici bir açılış sahnesiyle görüyoruz. Özleminden kıvrandığı özgürlüğüne selam veren koşusuyla June'u seyrettikten sonra bölümün en etkileyici anlarından birine şahit oluyoruz:
    "Oradaydın. Bunca zamandır. Ama kimse seni fark etmedi."
    Her şey bu hale gelmeden evvel Gilead tehlikesinin aslında nasıl da sinsice yaklaştığını bir kez daha hissediyoruz June'un bu vurucu repliğiyle. Onu bu sözleri söylerken eski gazete küpürlerini kesip yapıştırdığı duvarın önünde görüyoruz. "Askerileşme", "Sivil Hakları Kısıtlama", "Gücün İnşâsı" gibi kategorilere ayırdığı haberlere bakarken bir kez daha ürperiyoruz bizler de. Hiçbir şeyin gökten inmediği gerçeğinin yürekleri sarstığı o kesif aydınlanma anlarından biri bu. Ürpertici gerçeğin devamında bu bölümün geçmiş zaman akışını oluşturan olaylar silsilesiyle beraber yepyeni bir karakterle tanışma vakti geliyor: Holly Maddox, yani June'un annesi. Gilead öncesi dönemde kürtaj kliniğinde çalışan gözükara bir doktor ve aktivist bir anne portresi diziye yepyeni bir soluk getiriyor. Gilead için fazlasıyla çizgi dışı olan June'u, feminist annesinin yanında fazla "gelenekçi" göreceğimiz bu bölüm, şimdiye kadar izlediklerimizden oldukça farklı bir hissiyat uyandırması açısından dikkat çekiyor. Holly kızını "feminist" olarak yetiştiren bir anne. Ve bunu gördüğümüz ilk çarpıcı an da June daha genç bir kızken birlikte gittikleri bir sokak protestosu oluyor. Ellerinde tecavüzcülerin isimlerinin yazıldığı kağıtları yaktıkları ateşe fırlatan kadınlar ve aralarındaki bu kırılmaz bağın yarattığı atmosferi etkileyici bir çekimle izlerken June'u June yapan şeylerin temellerinin nasıl atıldığına şahit oluyoruz. Gelgelim bu gıptayla baktığımız anne kız iletişimi uzaktan göründüğü kadar kusursuz değil. Öncelikle kızının işini "vasıfsız" olarak gördüğünü hissettiren Holly, rasyonelliğiyle duygusallığı silip attığı bir hareket yapıp kızını "tüm enerjisini bir adama vermesinin" ne kadar doğru olduğunu düşünmeye davet ediyor. June'un yüzündeki kırgın ifadeden aslında bu durumun bir "an"dan değil bir "süreç"ten ibaret olduğunu anladığımızda meselenin bir çatışmaya dönüştüğünü de kesinleştirmiş oluyoruz. Bu girizgâhla beraber senaryo, bölüm boyu June'un hem bir kız hem bir anne olarak "annelik" üzerine neler düşündüğünü bizlere yer yer farklı düzlemler üzerinden ifade ediyor. Baggage'ın flashback olmayan akışında ise June'un Mayday aracılığıyla gerçekleştirebildiği zorlu kaçışının bilinmezlerle dolu devamını izliyoruz. Artık bir ev olarak kabullendiği gazete binasından ayrılan June'u izbe ve karanlık bir yere sürükleyen plan, yine o noktada bölümün en dokunaklı karakterlerinden Omar'la bir araya getiriyor. Omar, son anda çıkan bir sorundan ötürü June'u o anda bırakmaya çalışıyor ve biz de bu sezonun şimdiye kadarki en dokunaklı anını izliyoruz. Kamyonetin önünde yalvaran June'un dolu dolu gözleri ve fısıltıya dönüşen bağırışı ruhumuzun en derinlerine işliyor adeta. Omar'la birlikte yeni bölümün bir başka sürprizi ise "Econopeople" denilen toplumsal sınıfla tanışmamız oluyor. Econopeople Gilead'ın ayak işleriyle ilgilenen erkekler ve onların tektipleştirilmiş eşlerinde oluşan bir topluluk. Kiliseye giden, emirlere uyan, ses çıkarmayan ve diktatoryal bir monotonluğa razı gelen bu toplumsal sınıf renklerden oldukça uzak tutulmuş. Damızlık kırmızısı ve Hanım mavisinden sonra "Econopeople" kadınları griler içinde post-apokaliptik bir Sovyetler ruhunda nefes alan bir dünyanın da, yönlendirilmiş özgürlüklerinin de tadını çıkarıyorlar. Sinir bozucu simetrilikte yollarda yürüyüp komün bir hayatı simgeleyen tarzda meyve sebze yetiştiren, silahların gölgesinde robotik bir hayat süren bu sınıf seyirciye The Handmaid's Tale'in sınırsız sinematografik güzelliklerinden birini daha sunuyor böylece. Üçüncü bölümün bir diğer sürprizi ise bu sezon ilk defa karşımıza çıkan Moira oluyor. Moira'nın Kanada'da, Gilead'dan kaçabilen "şanssız şanslı"larla ilgilenirken aslında geçmişin yaralarından hala kendini kurtaramadığını görüyoruz. The Handmaid's Tale, yaşadığı devasa travmanın etkisinden hala kurtulamayan Moira'nın hayata -ve her şeyden çok da bir insana- bağlanma arayışını izleterek bizlere ilerleyen bölümde "travma sonrası stres bozukluğu" hakkında söyleyecek çok şeyi olduğunun işaretini veriyor. İlerleyen dakikalarda devamı olmayan bir planın içinde kalakalmış June'un kırılma noktası olacak olayın içine adım adım yaklaşmasını izliyoruz. Omar ve ailesinin kiliseye gidip şüphe uyandıracak şekilde eve bir türlü geri dönememelerinin ardından June'un bölüme damgasını vuran "yalnız başına kaçış" planına yaptığı fazlasıyla cesur başlangıca, bölüme damgasını vuran o sözleriyle merhaba diyoruz:
    "Daha önce de bekledim. Her şeyin düzeleceğini düşündüm. Yemin ederim, bunu bir daha asla yapmayacağım."
    June'un Omar'ın eşinin kıyafetlerini giyip çıktığı bu meçhul yolculuk önce nereye gittiği bile belli olmayan bir trenle başlayıp ardından derin ormanlara, peşinden de uçsuz bucaksız tarlalar ve düzlüklerden devam ederken gözlerimiz de özenle hazırlanmış her biri bir tablo kıvamında kadrajlarla bayram ediyor. June'ın kendiği içinde çıktığı yolculukla paralel seyreden bu kaçış seyirciyi bölüm sonunda çok bilinmeyenli ve kapkara bir denklemin ortasında bırakarak sonlanıyor. Son tahlilde ilk iki bölüme nazaran daha sakin ve sade olan "Baggage", özellikle June'un Gilead öncesi hikayesini derinleştirerek anlatım gücünü ilerleyen bölümlerde daha da arttıracak başarılı bir hamleye imza atıyor. Muhteşem oyunculuklar ve sinematografik büyüleyicilik ise her zamanki gibi. Tüm bunların üzerine bize de muhteşem bir sezonun içinde olmanın mutluluğu ve dördüncü bölümü beklemenin sabırsızlığı kalıyor. Yeniden görüşünceye dek: Tanrı meyvenizi kutsasın!
    *** 1. ve 2. bölüm incelemelerimize de buradan ulaşabilirsiniz.***

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.