Distopik sevdamız The Handmaid's Tale ilk sezonuyla estirdiği karşı konulmaz rüzgarla önüne kattığı 2 Altın Küre'si ve 8 Emmy heykelciğinin ardından dizi dünyasının zirvesine adını altın harflerle yazdırmayı başarmıştı.

Distopik sevdamız The Handmaid's Tale ilk sezonuyla estirdiği karşı konulmaz rüzgarla önüne kattığı 2 Altın Küre'si ve 8 Emmy heykelciğinin ardından dizi dünyasının zirvesine adını altın harflerle yazdırmayı başarmıştı.
Kalabalıklar içinde yapayalnız ölenlere ne olur sahi? Geriye yalnızca giysileri kalan kadınların ardından gözyaşı dökecek kaç kişi kalır geride? 15 yaşında çocuk gelin olmaya mahkum edilip bütün geleceği vahşi bir teokrasinin çarklarında eritilen Eden'ın trajedisinin yankıları çınlarken açıyor perdeleri sezonun son bölümü.
Bir korku imparatorluğunda sevginin yeri nedir? Kanla sulanmış, nefretle yükselmiş bir ülkede her yer gölgeyken, her şeye rağmen tomurcuklanan sevgiler boy verebilir mi? Karanlığa inat o eski Latin deyişindeki gibi "aşk her şeyi yener" mi?
Bazı ülkeler de kadınlar göreve çağrılır. Onlardan en az üç çocuk istenir. Doğum kontrol yöntemleri "dış güçler"in ülkeyi "kısırlaştırmak" için hazırladıkları "sinsi" planın bir parçası olarak gösterilir.
Gilead. Tecavüz üzerine kurulmuş bir distopik bir ülke. Gilead'da tecavüz bir devlet politikası. Gilead sistematik olarak tecavüzü yasalaştırmış bir cehennem. Her ay, bir Damızlık'ın mide bulandırıcı bir seremoni eşliğinde tecavüze uğradığı bir kabus.
Distopik sevdamız The Handmaid's Tale her bölümüyle ufkumuzu açmaya devam ediyor. Sezonun 9. bölümüne ulaştığımız bu noktada mutlaka konuşmamız gereken tartışmalı bir kavramımız var: Erkek feminizmi. Muhafazakar kitle medyasının feministleri "erkek düşmanı" olarak nitelendirmesi ve anti-feminist erkeklerin güçlü kamusal sesinden ötürü daima üvey evlat muamelesi görmüş bu çok önemli kavrama dikkatimizi çekmenin tam zamanı.
The Handmaid's Tale 2. sezonun 8. bölümü "Woman's Work"da bizlere Janine'in ağzından efsanevi bir sinematik replikle hatırlatma yaparak başlıyor. Teokratik kabus Gilead, zamanında bir yerlerinde Star Wars'ın sevildiği bir dünyanın çok da uzak olmayan geleceği.
The Handmaid's Tale'in 2. sezonu tüm hızıyla devam ederken, dizi her yeni bölümüyle seyircisinin zihninde yeni bağlantılar oluşturacak kavramsal düşünme süreçleri sunmak konusunda kararlığını sürdürüyor.
The Handmaid's Tale sezonu neredeyse ortalarken 6. bölümüyle bizi çok eski bir anlatıyla tanıştırıyor. Bu anlatı aslında Damızlık Kızın Öyküsü kitabının da temelini oluşturan ve doğrudan Margaret Atwood tarafından da referans olarak gösterilen bir İbrani İncili meseli.
Tarihler 1785 yılını gösterirken İngiliz filozof Jeremy Bentham, tüm zamanların en ilginç fikirlerinden birine imza atmıştı: Panoptikon. Etimolojik olarak "her şeyi gözetlemek" anlamına gelen bu sözcük tüyler ürpertici bir hapishane modelinden başka bir şey değildi aslında.