Erkek Feminizmi ve Toplumsal Cinsiyet Üzerine Düşünceler: The Handmaid's Tale 2. Sezon 9. Bölüm İncelemesi

Erkek Feminizmi ve Toplumsal Cinsiyet Üzerine Düşünceler: The Handmaid's Tale 2. Sezon 9. Bölüm İncelemesi
  • 0
    0
    0
    0
  • Distopik sevdamız The Handmaid's Tale her bölümüyle ufkumuzu açmaya devam ediyor. Sezonun 9. bölümüne ulaştığımız bu noktada mutlaka konuşmamız gereken tartışmalı bir kavramımız var: Erkek feminizmi. Muhafazakar kitle medyasının feministleri "erkek düşmanı" olarak nitelendirmesi ve anti-feminist erkeklerin güçlü kamusal sesinden ötürü daima üvey evlat muamelesi görmüş bu çok önemli kavrama dikkatimizi çekmenin tam zamanı. Günümüz feminist hareketinin ilk zamanlarında, hareket içinde öfkeli bir erkek karşıtı taraf bulunuyordu. Gelgelelim feminist düşünce ilerledikçe aktivistler sorunun erkekler olmadığını, sorunun patriyarka, cinsiyetçilik ve erkek tahakkümü olduğunu gördüler. Mesele basit bir düşmanlığa oturtulamayacak kadar kompleks bir teoriye muhtaçtı. Tüm bunların yanında kadınların cinsiyetçiliğin korunması ve devam ettirilmesinde oynadıkları rolün de teslim edilmesi gerekiyordu. The Handmaid's Tale'in Nick'i bize erkek feminizminin gelişimini incelemek açısından odak noktası oluyor. Ataerkil erkekliğin inşaası ve yıkılması meselesine bakmak için harika bir odak noktası. Komutan Waterford ve benzerlerinin temsil ettiği var oluşlarını "diğerlerine hükmetme" felsefesi üzerine kuran bir erkekliğin karşısında yer alan "güçsüz bireylerin özgürleştirilmesi" adına eleştiren ve meydan okuyan Nick gibi "erkek feminist"lerin erkekliği. Bu kavramsal tartışmanın akışında 9. bölümün bize sunduğu tartışmalı sahneleri teker teker inceleyelim. Bölüme damgasını vuran Kanada gezisi, geçtiğimiz bölümle birlikte hikâye akışında merkezdeki yerini epeyce kuvvetlendiren Serena üzerinden sorgulatmalarla bizi avucunun içine alıveriyor. Komutan Waterford'un "güçlü bir Gilead kadını" olarak tanımlamaktan çekinmediği Serena'nın, "özgür ülke Kanada"ya bir sunum olarak götürülmek istenmesi yeterince rahatsız edici bir kararken üstüne üstlük Serena'nın, eşinin ufak bir dokunuşuyla irkilir hale gelmesi bahsi geçen sahneyi oldukça gerçekçi bir zemine taşıyor. Bu sahnenin ardından ilerleyen bölümde Serena'nın ikilemleri bol davranışlarına geçmeden ana kavramsal tartışmamıza bir kere daha dönmek gerek. Bölümün bu ilk anından sondaki Gilead'a dönüşe kadar Komutan Waterford, tüm davranışlarıyla bize bir kez daha erkekliğin ne kadar toksik olabileceğini göstermeyi başarıyor. Narsist ve at gözlükleriyle bakmaya alışmış, patriyarkanın verdikleriyle karakterini şekillendirmiş bir erkeğin anatomisini izliyoruz adeta. Bu yaratımın tam karşısında ise Nick'in temsiliyeti duruyor. Sistemin içerisinde hayatta kalmak için yer yer yaptığı bazı hataları bir kenara bırakırsak dizinin en istikrarlı erkek temsili olan Nick bu bölüm kendisini bir kez daha takdir edeceğimiz muhteşem ayrıntılara imza atıyor. Gilead'ın gizli isyancı örgütlenmesi Mayday'in aracılığını yaparak özgür dünyaya Damızlık ve Martha'ların yardım mektuplarını yayıp bugüne dek sonuçları olacak belki de en önemli hareketi gerçekleştirirken June'un eşi Luke'la soğukkanlıkla ve tüm saygısıyla görüşüyor. Son tahlilde erkek feminizminin gerçek sevgiyle birleştiği yapıcı ve umut verici Nick örneği bu bölümün en parlayan ayrıntısı ünvanını sonuna kadar hak ediyor. Bölümün bir diğer önemli yanı ise Gilead'ın temsilcilerini ilk defa özgür dünyanın içinde görüyor oluşumuz. Artık Elisabeth Moss'a benzer şekilde sözlerden çok "haliyle" oynayan Yvonne Strahovski'nin muhteşem yaratımıyla izlediğimiz Serena'nın, Kanada'ya filmli bir limuzin camının ardından baktığı sahne bu özgür dünyayla yeniden tanışma anını çok çarpıcı kılıyor. Serena fanusun içine kapatılmasını kendi elleriyle desteklediği noktadan aşkla evlendiği eşinden gördüğü şiddeti kabullenip ikilemlerle dolu karakterine yeni ikilemler eklese de Kanada'da ona karşı gördüğümüz tavır da oldukça dikkat çekici. Ona yazılardan değil şekillerden oluşmuş bir program takdim edilmesi, görüşmenin asıl muhataplarının onunla el bile sıkışmamış olmasını bizzat Komutan Waterford'un ayarladığını elbette söyleyebiliriz. Onunla aynı asansöre binmek bile istemeyen bir diğer kadının ise yaşadığı travmalara dayanarak tepkisel davrandığını da. Ancak o çaresiz bakışlarla etrafı süzerken Komutan Waterford'a ağzını bile açmayan bir başka devlet görevlisi kadının Serena'yı ayıplayan tavrı pek de açıklanacakmış gibi durmuyor. Kendisi her ne kadar epeyce tartışmalı bir karakter olsa da gördüğü bu muamele haklı olmanın yakınında bile değil. Modern feminizmin yumuşak karınlarından birini göstermesi açısından gerçekten de takdir edilesi bir senaryo ilerleyişi var bu noktada karşımızda. Kanada gezisinin Serena açısından gelecekte bizi nelerin beklediği konusunda kafaları çok fazla karıştırdığını da söyleyebiliriz. Birkaç bölümdür seyirciyi Serena konusunda kırılma noktalarıyla buluşturan senaristlerin bu "vazgeçiş"leri büyük soru işaretleri oluşturuyor. Kendisine teklif edilen özgürlüğü "vatan hainliği ve hindistan cevizleri" olarak tanımlayan Serena'nın bu karmaşık ilerleyişini bir kenara bıraktığımızda ise Luke ve Moira'nın da epeydir rafa kaldırılmış karakter akışlarının da ufaktan gündeme geldiğini görüyoruz. Bu gündeme geliş bölümün sonunda gerçek benliğine yeniden dönüş yapacağını anladığımız June için muhteşem bir ilhama dönüşüyor. Bölüm boyu doğar doğmaz ayrı bırakılacağı çocuğunu emanet edeceği birilerini çaresizce ararken izlediğimiz June bu bölüm itibariyle Offred benliğini tamamen bastırmayı başarıyor. Kanada gezisinin verdiği umudun değişimi ilerleyen bölümlerde, sezonun ilk bölümlerindeki tadı damağımızda kalan isyankar June'a yeniden kavuşacağımızı müjdeler nitelikte. Tüm bunların yanında June'la ilişkisi üzerinden Rita'nın geldiği konum ve yavaştan tek boyutlu bir sadistten gerçek bir hikâyesi olan karmaşık bir kadına dönüşen Lydia Teyze'nin ilerleyişi de önemli detaylar olarak dikkat çekiyor. Sezonun son dönemecine yaklaşırken bilinmezlere umutla adım atmamızı sağlayan bir hava estirmeyi başaran The Handmaid's Tale 9. bölümünün kapanışını Rihanna'nın Consideration'ınıyla yaparken June'un yeniden pervasızca bakan gözleriyle seyircisine heyecan verici vaatlerde bulunmaktan çekinmiyor: "Pisliğini parıltıyla kaplamama izin ver." Yeniden görüşünceye dek, Tanrı meyvenizi kutsasın! ***Önceki bölümlerin ayrıntılı incelemelerine ulaşmak için buraya tıklamanız yeterli!***

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.