Özgürlüğün İçin Yak!: The Handmaid's Tale 2. Sezon 13. Bölüm "Sezon Finali" İncelemesi

Özgürlüğün İçin Yak!: The Handmaid's Tale 2. Sezon 13. Bölüm "Sezon Finali" İncelemesi
  • 0
    0
    0
    0
  • Kalabalıklar içinde yapayalnız ölenlere ne olur sahi? Geriye yalnızca giysileri kalan kadınların ardından gözyaşı dökecek kaç kişi kalır geride? 15 yaşında çocuk gelin olmaya mahkum edilip bütün geleceği vahşi bir teokrasinin çarklarında eritilen Eden'ın trajedisinin yankıları çınlarken açıyor perdeleri sezonun son bölümü. Her biri kendi karanlık kaderlerine hapsedilmiş kadınların birbirlerini tanımak için göstermedikleri çabanın yakıcı hüznüyle. Ölenden geriye birkaç çamaşır ve köksüz bağsız bir hüzün kalınca anlaşılan kemirgen bir hüzün. Diktatörlükler insanların hayallerini çalarken mutlu olabilir mi insan? Kendi canından can kattığı bebeğine kapalı kapılar ardında tedirginlikle sarılırken ne kadar devam edebilir bu hayata? Sahi sadece aşkının peşinden gitti diye ölüme mahkum edilen bir kız çocuğunun ardından hangi baba bu kadar vurdumduymaz olabilir? Bazı babalar kızlarını ihbar eder, daha büyük amaçlar uğruna feda edilen ufak bir detay. İnsanın kaybedecek bir şeyi kalmadığını hissettiği bir an var mıdır? June yediği tokatın karşılığında bütün gücüyle Fred'i tokatlarken bu dayanılmaz hafifliğe mi sırtını dayıyordu gerçekten? Biraz evetti bu sorunun cevabı biraz da hayır. Belki de June'un bildiği ve güvendiği tek değişmez gerçeklikti ona cesaret veren: Gilead kabusunda patriyarkanın asla ve asla vazgeçemediği tek yasa iki yüzlülüktü. Patolojik bir egemenliğin temsili olarak Komutan Waterford sapıklıklarına sıkı sıkı bağlı, sözde dindar sahtekâr bir muhafazakardan başka bir şey değildi çünkü. Fedakarlık neydi? Sıkı sıkıya bağlı olduğun o kurallara eleştirel bir gözle bakabilmek için gereken şey bir bebeğin belirsiz geleceği miydi sahi? Serena, June'a ne kadar ani bir itiraz gösterse de o da bunu içten içe biliyordu. Nichole'un geleceği karanlık bir kuyudan başka hiçbir şeye benzemiyordu. Din üzerine kurulduğunu savunan bir devlette İncil'i bile okuyamazken kadınlar, bir kız çocuğu için umutlu bir geleceğin kırıntısı mümkün olabilir miydi gerçekten? Bazı karanlık zamanlarda en çelişkililerimiz bile bir adım atma ihtiyacı hissederler. Serena'nın spot ışıklarını üzerine çekeceği zaman da o anlardan biriydi işte. Erkeklerin aşağılayan bakışları altında Hanımlar'ı arkasına alıp kızlarının İncil'i okuyabilmesi için öneride bulunurken Serena'nın gözlerinde o eski günlerin ışıltısı geçiverdi bir an. Sonra alaycı gülüşlerin soğuğunda radikal bir eylemin kaçınılmaz olduğunu hissediverdi o kararsız ruh. Tanrı'nın sözleri olarak kabul ettikleri şeyleri bile çarpıtan bir topluluğun korkusu sarıverdi dört bir yanı. Hanımlar bir bir terk ettiler Serena'yı ve patriyarka tepeden gülümsedi bu "zavallı" eyleme. Ve Serena bir kez daha kendi elleriyle kurduğu kabus düzeneğinin çarklarına serçe parmağını kaptırdı. Sadece okuduğu için. Ve Fred, June'a buna neden izin verdiğini bir çırpıda söyleyiverdi: Herkesin ait olduğu yeri bilmesi gerekiyordu. Bir başka deyişle Gilead'da kırılmadık bir kadın boynu kalana kadar patriyarka bulabildiği her ruhu karartmaya devam edecekti. İyilikle kötülüğü ayıran çizgi var mıydı? Ya da bu çizginin belirsizliğini bilmek yalnızca "görece" daha iyi olanlara mı mahsustu? Bir distopyayı ete kemiğe büründüren bir kadına düştüğü yerde bir tekme daha vurmak mı gerekirdi? Serena, gözlerinde buram buram çaresizlikle kesik parmağındaki sargıyı çözerken June'a bakıp "Denedim." derken anı tarif edecek bir kelime yoktu artık. June da tuttu Serena'nın elini. Küçük intikamların anlamsız olduğunu bir kez daha anlarken. İnsan öfkesini nereye kadar dizginleyebilir? Kelimeler kor gibi dağlarken yüreğini, kararacak başka yeri kalmamış bir ruh elindeki bıçağı hayatının celladının sırtına batırmadan durabilir mi? Emily'nın sapladığı bıçak, attığı tekme, gözlerindeki nefret. "Dilini kestim sanacaklar" diyen Lydia Teyze'nin gözlerindeki o şaşkın çaresizlik ve tarif edilemez korku. Bazen sonuçların öneminin olmadığı bir nokta peydahlanıverir karanlıkta. Ve Emily'nin gözlerinde parıltı ve şaşkın bir kahkaha ile bir kez daha ait olmadığı bir odada başına gelecekleri diken üstünde beklemekten başka çaresi kalmamıştır. Evin belirsizliklerle dolu Komutan'ın arabasında bir şarkı açılır, Emily'nin sessiz çığlıklarına eşlik eder: "Artık kaybedecek çok az şeyim kaldı, sanki kırık camların üzerinde yürüyormuşum gibi." Bazen öyle bir an gelir ki distopyanın otoyolunda Annie Lennox'un şarkısının kapanmasını isteyen bir Damızlık çıkar. Çıldırmanın eşiğinde, uçurumun kıyısında kesilmiştir sesi. Kanadı kırık kuşlar, ezilenler, hor görülenler. İtilip kakılanlar, erkeklerin onlara layık gördüğü hayata mahkum edilen kadınların da sesi bir gün gür çıkar elbette. Bazı kadınlar başka kadınların boyunları kırılmasın diye her şeyi göze alırlar. Bazı erkekler de öyle. Nick, Fred'i tehdit ettiğinde, Rita June'u Martha ağına teslim edip kurtuluşa yolladığında, Martha'ların çıkardığı yangın özgürlüğün kendisi oluvermiştir. Her kıvılcım Gilead'ın sarsılmaz iradesinde delikler açarken bir koşuşturma başlamış, Serena dahi sağduyuya bürünmüştür. Çaresizlikle bebeğine veda ederken June'la sessizce bir kez daha el ele tutuşurlar, bu sefer ruhlarıyla. Bazen unutsalar da onların bu kabustan çıkaracak şey bu duygudan başkası değildir elbet. Sahi özgürlük bu kadar yakınken insan nasıl vazgeçer ondan? June geride kalan kızı başta olmak üzere yarım kalan onca davasını kapatmadan özgürlüğün kıyısından geri dönünce şaşırıp kalırız biz de. June, bir kahraman mıdır yoksa akılsız mı? Belki de bir adım geriye dönünce sahne daha da netleşir. Halihazırda Kanada'da "özgürlüklerine" kavuşmuş Luke ve Moira'ya baktığımızda meselenin o kadar da basit bir kurtuluş olarak işlemediği anlaşılır. Luke da Moira da geride bıraktıkları, kaybettikleri ve kaybedebilecekleri her şeyle beraber Gilead'a zincirlidir aslında. June kırmızı başlığını kafasına geçirip, her şeyin başladığı noktaya geri dönerken haklıdır aslında. Savaşmak gerekir bazen. Nefrete sevgiyle, bencilliğe fedakarlıkla karşılık vermek. Bazen de bir adım öteye geçip ateşe vermek gerekir her şeyi. İçinde kendinin de yanabilme ihtimalini cesurca göze alarak. Tüm sezon boyunca incelemeleri ilgiyle takip eden sevgili okur, 3. sezonda yeniden görüşünceye dek, Tanrı meyveni kutsasın! ***2. sezonun tüm bölümlerinin ayrıntılı incelemelerine ulaşmak için buraya tıklamanız yeterli!***

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.