Bugün; yazan, öğreten, eğiten ve çeviren çok yönlü bir kişiliği kaybettik. Ahmet Cemal edebiyatın birçok alanında yeteneğini gösteren bir yazardı. Şiir, öykü, anı, makale ve deneme türünde eserler vermiş, ustaca çeviriler yapmış, tiyatro oyunları yazmış, fakülte ve konservatuarlarda dersler vermiştir. Kalp rahatsızlığı sebebiyle aramızdan ayrılan yazarın hayatı ve eserlerinden kısaca bahsedeceğiz.
Hayatı
5 Mart 1942'de İzmir'de doğmuştur. İstanbul Moda İlkokulu'nu, Sankt Georg Avusturya Lisesi'ni ve İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş, aynı fakültede asistanlık yapmıştır. İstanbul, Avusturya Kültür Ataşeliği’nde basın danışmanlığı yapmış, İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu Almanca Bölümü’nde ve Edebiyat Fakültesi Alman Filolojisi Bölümü’nde çeviri dersleri vermiştir. Ayrıca Anadolu Üniversitesi’nde Sanat Tarihi ve Estetik, aynı üniversitenin Devlet Konservatuvarı’nda Dünya Tiyatro ve Çağdaş Tiyatro, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Sanat Kavramları dersleri vermiştir. Varlık, Yazko Edebiyat ve Milliyet Sanat gibi dergilerde ve gazetelerde yazarlık, Yazko çeviri dergisinde de genel yayın yönetmenliği yapmıştır. Son dönemde ise Cumhuriyet Gazetesi'nde köşe yazarlığına devam etmekteydi.
Eserleri
Kitaplaşan deneme ve makalelerini şöyle sıralayabiliriz: Odak Noktasında Yaşananlar, Yaşamdan Çevirdiklerim, Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor, Bizi Yaşatanlar ve Öldürenler, Aradığımız Tiyatro, Oynamak Varken, Sanat Üzerine Denemeler, İnsana Dönmek, Giderayak, Lanetlenmiş Ağustosböcekleri, Okuyan Gençliğe Mektuplar.
Şiirleri ''Geçmiş Bir Dua Kitabından'' isimli kitapla yayımlanmıştır. ''Kıyıda Yaşamak'' adlı bir romanı vardır. Ayrıca ''Dokunmak'' adlı bir öykü kitabı, ''Ben, Nazım, Yaşarken ve Ölürken'' ve ''Deliliğe Övgüye Methiye'' isimli oyunları bulunur.
Yazarımız çeviri konusunda bir hayli ustalaşmıştır. Öyle ki 20. yüzyılın en bilindik yazarlarından olan Avusturyalı Hermann Broch’un başyapıtı Vergilius’un Ölümü'nü 'neredeyse çevrilemez' ilan edilmesine rağmen, uzun yıllar süren bir çalışma sonucu çevirmiştir. Eser Almanca orijinal metninde 18 satırlık tek bir cümle ile başlar. Ustamızın çevirisine imza attığı birçok eser olduğu için, çevirisini yaptığı yazarların başlıcalarını şöyle sıralayacağız: Knut Hamsun, Stefan Zweig, Heinrich Böll, Johan Wolfgang von Goethe, Bertolt Brecht, Ingeborg Bochmann, Mario Simmel, Franz Kafka, Octavio Paz, Georg Lukasc, Philipp Vanderberg, Mihail Gorbaçov, Willi Heinrich, Josef Kirschner, Elias Canetti, Paul Celan, Manes Sperber, Hans Blickendsdör-fer, Rainer Maria Rilke, Eyvind Johnson, Anna Saghers, Rafael Alberti, Robert Musil.
Ünvan ve Ödülleri
1988'de Anadolu Üniversitesi Senatosu Tarafından Fahri Doktor ünvanına,
2010'da Avusturya Cumhurbaşkanı tarafından, Avusturya Federal Cumhuriyeti Altın Liyakat Nişanı'na,
2010'da Türkiye Cumhuriyeti ve Federal Almanya Cumhuriyeti tarafından ilk kez düzenlenen ”Tarabya Çeviri Ödülleri” çerçevesinde Almancadan Türkçeye çeviri dalında büyük ödülüne,
2012'de “Lanetlenmiş Ağustosböcekleri” adlı deneme kitabına Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2012 Edebiyat Ödülü'ne,
2012'deTürk Dil Kurumu'nun kuruluşunun 80. yıl dönümü Dil Derneği adına kendisine 80. Dil Bayram Onur Ödülü'ne,
2013 – 18 TÜYAP İzmir Kitap Fuarının Onur Yazarı ünvanına,
2014 - Hermann Broch'tan yaptığı “Vergilius'un Ölümü” başlıklı roman çevirisi ile, edebi çeviri dalında Avusturya Büyük Devlet Ödülü'ne layık görülmüştür.
Sözü daha fazla uzatmadan, tüm yakınları, sevenleri ve edebiyat camiasına baş sağlığı diliyor; yazarın 28 Şubat 2017'de geçirdiği kalp krizinin ardından, Cumhuriyet Gazetesindeki köşesinde hislerini paylaştığı bir yazıyla sizleri baş başa bırakmak istiyoruz.
'Belki Biraz Sevgi Verebilirsin...'
5 Mart 2017 Pazar günü, hayatımın 75 yılı geride kalacaktı. 2013 yılında, TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nın onur konuğu ve yazarı seçilmem nedeniyle sevgili Enver Ercan tarafından hazırlanan o unutulmaz “Benim Külrengi Zamanlarım” başlıklı kitap için hazırladığım giriş yazısında, hayatımın başlangıcına ait şu notu düşmüştüm: “5 Mart 1942 gecesi saat 23.15’te, İzmir’in Alsancak semtindeki Memleket Hastanesi’nde, çok ‘soylu’ bir ailenin soysuz oğlu olarak doğdum. – Sonradan hep sevgi soyundan gelmem, belki de bundandır. Küçük yaştan itibaren sağıma soluma bakınıp, bana sevgi verecek bir soy bulamayınca, ben de kendime doğrudan sevgiyi soy edindim…”
Enver Ercan, fuar kitabı baskıya girmezden önce telefon edip: “Bu satırları yayımlatmak istediğinden emin misin abi” diye sormuştu. Belki de her zamanki inceliği ile, kendime haksızlık yapmamdan korkmuştu.
Oysa, çok emindim.
Daha çocuk denilebilecek yaşlarında annesi ve babası tarafından sırtına defalarca: “Eğer sen doğmasaydın, biz çoktan boşanmış olacaktık!” sözleri ile yanlış bir evliliğin sorumluluğu yüklenmek istenmiş bir yetişkinin ağzından ancak bunlar çıkabilirdi.
Kısacası, bugüne kadar hayatın geçtiğim bütün yollarında yukarıdaki anlamda bir “sevgi soysuzu” kimliği ile dolanmaktan hiç çekinmedim. Ama zamanında verilmemiş sevgileri sonradan arama tiryakiliğinden de hiç vazgeçmedim…
Sevgi bulmak için, önce onu vermeyi öğrenmek…
Günlerden bir gün, yine sevgiyi nereden bulabileceğim sorusu üzerinde kafa patlatırken, sanırım 19. yüzyıl öncesinde yaşamış bir İngiliz şairin şu dizeleri ile karşılaştım: “İnsanları değiştiremezsin. / Sadece onlara biraz sevgi verebilir ve / Almalarını umut edebilirsin…”
Tamamdı.
Sevgi bulabilmenin en güvenilir yolu, önce onu vermeyi öğrenmekti. Hem de sonunda eline ne geçeceğinın hesabını önceden yapmaya kalkışmaksızın. Çünkü böyle bir hesaba erken kalkışan, sonunda kendini nice umarsız düş kırıklıklarının uçurumlarında da bulabilirdi!
5 Mart 2017, yani hayatımın 75 yılının geride kalacağı gün, böyle bir atmosferde geldi. O gün benim için özeldi. Çünkü sevgi arayışları ile tıka basa dolu geçmiş üç çeyrek yüzyılı geride bırakmak kolay değildi. O yüzden kafamda kendimce bazı planlar vardı.
Ama hiçbiri gerçekleşemedi. Onların yerine, adeta retrospektif bir sevgi sergisinin tüm canlılığı ile, sevginin KENDİSİ geldi.
28 Şubat günü öğlene doğru geçirdiğim çok şiddetli bir kalp krizi ile birlikte, bilincimi tümüyle yitirdiğim iki günün ardından, kendimi sevginin bütün yaşları ve türleri ile donatılmış bir sevgi şöleninde buldum. Hocalık ile geçen elli yılımda açmış bütün çiçekler; yirmi, otuz, kırk yıl önceki bütün öğrencilerim; anıları ile beni hep çoğaltmış bütün sevdiklerim - hepsi, ama hepsi, önce hastane odasını, ardından da evimi doldurarak benimleydiler. Üç yıl önce kurduğum Kültür Atölyesi’nin bütün üyeleri ise, sanki Goethe’nin: “Sevgi, insanoğlunun içinde yaşayabileceği tek iklimdir!” deyişini bir kez daha ölümsüz kılmak peşindeydiler.
Ne demişti alıntıladığım o şair? “İnsanları değiştiremezsin. / Sadece onlara biraz sevgi verebilir ve / Almalarını umut edebilirsin…”
Ben vermiştim.
Ve, almışlardı!
Yorum Bırakın