Toplanın Kadınlar! "Bakmamız" Gereken Bir Tanrı Var

Toplanın Kadınlar! "Bakmamız" Gereken Bir Tanrı Var
  • 1
    0
    0
    0
  • Bu içerikte sizlere 1930'lu yılların New York'unda fırtınalar estiren kadın, Zora Neale Hurston'dan ve onun "Tanrıya Bakıyorlardı" adlı kitabından bahsedeceğim. Zora Neale Hurston denilince aklınıza kesinlikle şu gelecektir gibi bir cümle kuramayacağımı belirtmek isterim. Çünkü o, çağının çok ilerisinde yaşayan, fakat köklerine ve ideallerine her zaman sahip çıkan bir kadındı. Beyazların ülkesinde siyah olmanın büyük suç olduğu dönemde, hem siyahi hem kadın hem de aktivistti. Üstüne üstlük Harlem Rönesansı'nın baş figürü oldu. Siyahi halkın çağdaş meselelerini anlattı. Dünyanın hiçbir yerinde değişmeyen "kadın olma suçunu" da buna ekleyerek tabi ki. Tanrıya Bakıyorlardı gibi bir eser bıraktı arkasında. Kadın haklarının önemini, kadının ataerkil toplum içerisindeki ezilişine ayna tutarak anlattı. Aslına bakarsanız Zora Neale Hurston'ın Janiesi ile Sevgi Soysal'ın Tante Rosası arasında hiçbir farklılık göremezsiniz. Çünkü kadın istismarının ülkesi, dini, dili yoktur. Kötülük evrenseldir.

    Zora Neale Hurston Kimdir?

    7 ocak 1891 yılında Alabama'da dünyaya geldi Hurston. Eskiden köle olarak çalıştırılan bir ailenin özgür dünyaya doğan çocuklarındandı. O doğduğunda babası Baptist bir kilisede vaizlik görevi yapıyordu. Sekiz kardeşin altıncısı olarak büyüdü. Üniversite eğitimi alan Hurston birçok alanda çalışmalara imza attı. Kariyerinin ilk dönemlerinde Afrika-Amerika ve Karayip folklorüne ve bunların toplum kimliği üzerindeki etkisine ilişkin araştırmalarda bulundu. Antropolog, folklorist, etnograf, yapımcı ve yazar ünvanlarını bu çalışmaları sayesinde kazandı. Yaşamında eserleri değer bulmadı. Vefatından sonra hakkında yapılan bir çalışma ile gün yüzüne çıktı.

    "Tanrıya Bakıyorlardı"

    Janie Crawford adında siyahi bir kadının kendisini ve aşkı arayışını anlatan kitap "Ufuklardaki gemilerde her adamın arzuları vardır." cümlesiyle başlar. Kitabın önsözünü yazan Edwidge Danticat'e göre bir kadının öyküsünün anlatıldığı kitabın erkekleri konu eden bir cümleyle başlaması büyük bir kurnazlıktır. Bu kurnazlık Hurston'ın yeteneğinden gelir der. Bu imgesel gemiden Janie Crawford'ın iner ve biz aniden onun hep kendi yolculuğunda olduğunu anlarız. Janie'nin rüyaları ne kadar "zamanla ufalanıp, yitmiş" olsa da hiçbir zaman tam olarak yenilgiye uğratılamamıştır. Kadınlar "unutmak istemedikleri her şeyi hatırlarlar" ve Janie de hayatındaki hiçbir can alıcı olayı unutmaz. Hurston eserde Janie'nin bir grup fotoğrafında kendi yüzünü ararken ilk defa "zenci" bir küçük kız olduğunu anladığı andan, bulunduğu ana kadar tüm hayatını anlatmıştır. Romanın başında Janie yaşayacağını yaşamış, yani olaylar gerçekleşmiştir. Yakın dostu Pheoby'nin "Nerelerdeydin" sorusu üzerine geriye döner ve hatırladığı ilk anısından itibaren anlatmaya başlar. Kendisi de "nerelerde" olduğunu bilmemektedir. Anlattığı her şey iç çatışmayı gerçekleştirmek içindir. Kendi hakimi olabilmek için. Janie'nin annesi bir beyaz tarafından tecavüze uğramış ve Janie'yi doğurmuştur. Sonrasında ise bu yüke katlanamayarak gitmiş, Janie'yi anneannesi ile birlikte bırakmıştır. Anneannesi ise beyazların konağında yardımcı olarak çalışmaktadır. Janie onların çocuklarıyla büyür. Büyüdükçe güzelleşir. Ten rengi diğer siyahilere göre açıktır. Bu noktada kitabın ilginç bir tarafı var ki, siyahiler arasında Janie'nin ten renginin açık olması konusunda farklı görüşler var. Beyazlara hizmet etmiş ve onları üstün gören siyahiler Janie'yi açık teninden dolayı şanslı bulurken bazı siyahiler de beyaz bir babadan olması konusunda aşağılama düşüncesindedirler. Nitekim Janie ergenliğe girdiğinde anneannesi onun "işe yaramaz" bir siyahi ile evlenmemesi için onu kendisinden yaşça büyük bir adamla evlendirir. Logan Killicks Janie'nin erkeklere bakış açısını oluşturmaya başlayacak olan isimdir. Janie aşkı bulamadığı bu adamla fazla kalma niyetinde değildir. Buradan sonra olay örgüsünü anlatmayacağım. Okumak isteyenler olursa tadı kaçsın istemiyorum. Romanda  toplumun kadına bakışı, kadına şiddet, kadının kadına psikolojik baskısı, çiftler arasında aşk terörü, kıskançlık gibi kadın ve insan haklarına uymayan noktaları, yazar öylesine ustaca anlatmış ki okurken ağzınız açık kalıyor. Hurston eserde göstermeci anlatımı seçmiş diyebiliriz. Olan olaylara yaklaşımınız sürekli "Nasıl ya! ne demek yani, nasıl diyebilir bunu?" şeklinde devam ederken ilişkilerin absürtlüğü sizi şok ediyor. Hurston'ın bu tekniği bizim edebiyatımızda 1980 sonrası toplumcu-gerçekçi anlayışla yer buluyor diyebiliriz. Bu da yazarın yeteneğinin en büyük göstergesi bence. Ne yazık ki Tanrı'ya Bakıyorlardı Amerikan edebiyatında da uzun süre anlaşılamamış bir kitaptır. Hurston Amerikalıların gözünde yıllar boyunca sakıncalı sayılmış, okul derslerinde yer bulamamıştır. Ülkemizde ise 2003 yılında Phoenix Yayınevi tarafından yayımlanmış fakat tekrar basılmamıştır. Kitabın çevirmenleri olan Ayşe Şirin Okyayuz Yener'e ve Ayla Okyayuz Yazal'a da teşekkür ediyorum zira iki çevirmen olarak çalışmalarına rağmen kitabın bütünlüğü ve üslubu konusunda hiçbir kırılmaya şahit olmadım. Tanrı'ya Bakıyorlardı Amerikan edebiyatının en güçlü kadınlarından birinin, en güzel eserlerindendir. Umarım Zora Neale Hurston'ı ve onun eserini size düzgünce aktararak merakınızı uyandırmışımdır.  

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.