Beş Yapıt Bir Akım: Rönesans

Beş Yapıt Bir Akım: Rönesans
  • 9
    0
    0
    1
  • 1300’lü yıllarda başlayarak 1700’lere kadar devam eden Rönesans, tarihteki en önemli kırılma noktalarından biridir. Hatta Rönesans için en estetik kırılma noktası denebilir. Hümanizmin öne çıktığı ve insanın ilk kez tekil bir birey olarak değer gördüğü bu dönemde, antik dönem felsefe anlayışının yeniden uyanması ile sanatta da ciddi değişimler yaşanmıştır. Her biri aynı zamanda çok yönlü entelektüeller olan Rönesans sanatçıları, antik çağın idealist güzellik anlayışını benimsemiş ve bu güzelliği aramışlardır. Rönesans sanatının temelini de bu arayış ve zihinsel uyanış oluşturur. Rönesans dönemini en iyi şekilde anlayabilmek ve onu diğer akımlardan ayıran yanlarını görebilmek için dönem eserlerine göz atmak gerekir. Bu sebeple, dönemi en genel hatları ile anlamaya yarayacak beş sanat eseri aşağıda listelendi. Her biri Rönesans’ın öne çıkan işlerinden olan bu eserler, dönemin karakterine hızlı bir bakış atmak için birebir.

    Son Akşam Yemeği - Leonardo Da Vinci

    Rönesans dâhisi Leonardo Da Vinci’nin en bilinen çalışmalarından olan Son Akşam Yemeği, birçok açıdan bir dönem klasiği. İtalya’daki Santa Maria Della Grazie Manastırı’nın yemek salonunda yer alan bu duvar resmi, doğrusal perspektifin en başarılı örneklerinden birini sunuyor. Rönesans döneminde keşfedilen ve büyük bir hızla sanat eserlerinde yerini alan perspektif, dönem tablolarının gerçekçi anlatımlarında da kilit rol oynuyor. Mekânda derinlik vermeyi sağlayan perspektif sayesinde çok daha realistik ve etkileyici kompozisyonlar ortaya çıkarmak mümkün oluyor. Son Akşam Yemeği de bunun en iyi örneklerinden biri. Oldukça klasik ve Orta Çağ’dan beri sıkça işlenen bir konuya sahip olmasına rağmen Son Akşam Yemeği, günümüz sanat dünyasının en ünlü eserlerinden biri. Resim, İsa ve on iki havarisini akşam yemeğinde gösteriyor. İzleyiciler İsa’nın ‘İçinizden biri bana ihanet edecek.’ dediği andan hemen sonrasını gözlemliyorlar. Havariler İsa’nın iki yanında gruplar halinde oturuyorlar ve her biri bu yeni habere karakterine uygun tepkiler veriyor. Bu tarz bir kompozisyon o dönem için oldukça yenilikçi. Daha önceki dönemlerde resmedilen son akşam yemeği sahnelerinde İsa genelde havarilerinden ayrı gösteriliyordu. Bazen de İsa’ya ihanet eden havari Judas, diğer herkesin tam karşısına konumlandırılıyordu. Leonardo Da Vinci, bu bilindik sahneyi alıp herkesi tek bir masa etrafında toplayarak bambaşka bir anlatım diline kavuşturmuş. Resimde çizgilerin kaçış noktası da İsa’nın başının olduğu noktada birleşiyor. Bu da izleyicilerin gözünü orta noktaya çekmelerini sağlıyor. Yani, kutsal olana. Kısacası Da Vinci, bu bilindik sahneyi alıp yeniden canlandırarak sanattaki teknik becerilerini ortaya koymuş ve her açıdan klasik bir Rönesans eseri ortaya çıkarmış.

    Atina Okulu - Raffaello Sanzio

    Raffaello’nun imzasını taşıyan bu beş metreye yedi metrelik devasa eser, Rönesans dönemindeki antik dönem etkisine en iyi övgülerden biri olabilir. Tablo, Vatikan’daki İmza Salonu’nda yer alıyor. Resmin merkezinde Platon ve öğrencisi Aristotales görülüyor. Platon, idealar anlayışı gereği mutlak doğru ya da güzelin görülebilir dünyada yer aldığına inanmadığından eli yukarıyı işaret etmekte. Öğrencisi Aristotales için ise durum farklı. O, dünyanın gerçek olduğunu savunuyor ve bunu destekler şekilde elleri ile yeri gösteriyor. Bu birbirine zıt ikilinin iki yanında da yine antik dönemin ünlü düşünür ve bilim insanları yer alıyor. Öklid’den Pisagor’a hatta merdivenlerde uzanan Diyojen’e kadar herkes incelikle tabloya yerleştirilmiş. Üstelik Raffaello, her bir figürün yüzünü de gerçek hayattan biri ile ilişkilendirmiş. Örneğin, Platon’un yüzünde Da Vinci’den esinlendiği bilinmekte. Sol altta, Öklid’in etrafında toplanmış grup içinden doğrudan izleyiciye bakan ise ressamın kendisinden başkası değil. Bu detay, sanatçıların tamamen anonim kaldığı Orta Çağ’dan sonra büyük bir gelişmedir. Sanatçıların artık bilinirliği vardır ve kendi ürettikleri eserlere kendi izlerini bırakmaktan, esere müdahale etmekten ve kendilerine verilen konuyu yorumlamaktan çekinmezler. Her birinin yüzünde başka tanıdık isimler gördüğümüz figürler, Roma mimarisi ile Yunan mimarisi karışımı bir yapı içinde resmedilmişler. Bu da Rönesans’ın antik uygarlıklardan ne kadar etkilendiğinin kanıtlarından biri. Son olarak ise bu çalışma, Hıristiyanlığın merkezi Vatikan’da İmza Salonu’nda yer almakta. Ancak dini açıdan bu kadar önemli bir yerde bulunmasına rağmen hiçbir dini figür içermiyor. Bu da kilise ile sanatçı ilişkisinin değiştiğinin, dönem normlarının en önemli dini merkezlerden olan Vatikan’da dahi kendini göstermeye başladığının göstergelerinden biri.

    Davut - Michelangelo

    Rönesans heykelinin doruk noktası denebilecek çalışma, bugün Galleria dell’Accademia’da sergileniyor. Michalengelo’nun 3 yılda bitirdiği 5 metrelik bu devasa heykel, adeta antik Yunan idealist güzellik anlayışının vücut bulmuş hali. Bir ayağı hafif önde ve dizden bükülmüş, diğer ayağı arkaya uzanan bu duruş, antik dönemde de sıklıkla uygulanan pozlardan. Zira Antik Yunan sanatçılarının, yeterliliklerini göstermek ve insan vücudunun güzelliğini ve sınırlarını görebilmek için figürlerini sıklıkla çok zor pozisyonlarda çizdikleri biliniyor. Bu sanatçılar aynı zamanda eserlerinin konularını da sıklıkla mitolojik olaylardan seçiyorlar. Ancak Davut’un Golyat ile savaşmaya karar vermesinin betimlendiği bu sahne, Eski Ahit’te de yer almakta. Hikayeye göre Davut, üç metrelik boyundan ötürü kimsenin karşı karşıya gelmek istemediği dev Golyat ile henüz bir çocukken zırhsız şekilde karşılaşıyor ve başını keserek Golyat’ı yeniyor. Michelangelo’nun Davut’u en bilinen Davut heykellerinden olmasına rağmen bu hikayeyi betimleyen ilk eser değil. Donatello’nun, Davut’u gerçekten bir çocuk olarak betimlediği heykeli de görülmeye değer. Michelangelo’ya usta heykeltıraş unvanı kazandıran bu eser ise, sanatçının Pieta’dan sonra en büyük yapıtlarından biri. Ayrıca Davut heykelinin Michalengelo’nun Sistine Şapeli’nin tavan süslemelerini yapması için seçilmesinin de önünü açtığı biliniyor.

    Arnolfini’nin Evlenmesi - Jan van Eyck

    Kuzey Rönesansı’nın başyapıtlarından olan Arnolfini’nin Evlenmesi, Rönesans’ın İtalya dışında nasıl yorumlandığına dair güzel bir bakış açısı sunuyor. Tabloda ünlü tüccar Arnolfini’nin evlenme sahnesi betimlenmiş. Ancak bu uzun yıllardır üzerinde tartışmalar yapılan bir eser çünkü figürleri ve onların konumunu farklı yorumlayan birçok sanat tarihçi var. Esere dair genel görüş ise, tüccar Arnolfini’nin evlilik törenini böyle bir tablo ile belgelemiş olması. Yani bu eser bir nevi evlilik cüzdanı görevi görüyor olabilir. Çünkü evlilik kilisede gerçekleşmiyor. Çiftin nikâhını kıymak için bir din görevlisi de yok. İzleyiciler, kilise dışında papaz olmadan kıyılmış bir nikâha bakıyor. Ancak bu eser için basit bir evlilik sahnesi demek büyük haksızlık olur. Zira tablodaki kumaşlar, renkler ve odanın betimlenmesindeki detaycılık gerçekten hayret verici. Eser, yalnızca 60x82 cm’lik bir ahşap panel üzerine yağlı boya ile yapılmış. Kuzeyli sanatçıların icadı olan yağlı boya, bu eserde ustalıkla kullanılmış. Parlak renkler ve farklı dokuları vermedeki başarı ilk bakışta göze çarpan detaylardan. Üstelik tablo, dönemin Kuzey geleneğinde yaygın olduğu üzere semboller ile doldurulmuş. Varlıklı bir tüccar olan Arnolfini’nin durumu, figürlerin kıyafetlerinden ve bulundukları mekânın zenginliğinden anlaşılıyor. Ticaretin yaygınlaştığı ve tüccar sınıfının hızla yükselişe geçtiği dönemin Kuzeyli topluluklarında bu, şaşırtıcı bir durum değil. Eser çiftin hayatına, Hıristiyanlığa ve evliliğin kutsallığı üzerine semboller ile dolu. Örneğin pencere önündeki portakallar, yayın olarak sevgiyi temsil ediyor. Ayrıca portakalın o dönem için oldukça lüks bir yiyecek olduğu da biliniyor. Varlıklı bir tüccar olan Arnolfini’nin zenginliğinin kaynağı, portakal ticareti olabilir. Bunların yanı sıra eşinin başındaki beyaz örtünün bekâreti, aralarındaki köpeğin de sadakati temsil ettiği düşünülüyor. Ancak bu alışıldık Kuzey sembolizmi dışında çok önemli bir detay daha var. Çiftin arkasında yer alan dış bükey aynadan odanın arka tarafını görmek mümkün. Resimde gösterilmeyen arka tarafı yansıtan aynaya dikkatle bakıldığında, ressamın kendisini görebiliyoruz! Bu, sanat tarihi açısından ilklerden biri. Hatta aynanın üstünde Latince olarak ‘Johannes van Eyck buradaydı, 1434’ yazısı da okunabiliyor. Rönesans öncesine kadar anonim olarak kalmış sanatçılar için eserlere imza atmak oldukça radikal bir gelişme. Zaten dönem kilisesi de bu durumu hoş karşılamıyor. Ancak van Eyck, bir sanatçı olarak eserine imza atmaktan çekinmemiş. Hatta ve hatta daha önceki yüzyıllarda daima geride kalan eser sahiplerinin aksine, kendisini tablonun içine yerleştirmiş. Bu da sanata ve sanatçıya olan bakışın hızla değiştiğinin kanıtlarından biri. İtalya’da görülen anatomik mükemmellik ve gerçekçilik anlayışından farklı bir yerde duran Kuzey sanatı, resimde büyük yeniliklerin önünü açması açısından oldukça önemli bir yere sahip.

    Venüs’ün Doğuşu - Sandro Boticelli

    Rönesans serisinin son eseri Sandro Boticelli’den Venüs’ün Doğuşu. Rönesans sanatçılarının antik mitolojiye olan ilgilerinin net olarak görülebildiği bu eser, 1486 yılında tamamlanmış. Günümüzde Uffizi galerisinde sergilenen bu tablo, tuval üzerine tempera tekniği ile yapılmış. Tabloda pastel tonların bu denli öne çıkma sebebi de bu. Eğer bir yukarıdaki Arnolfini’nin Evlenmesi ile karşılaştırılacak olursa, Boticelli’nin Venüsü’nün ne kadar pastel tonlarda olduğu daha net anlaşılabilir. Yağlı boyanın yaygınlaşmasına kadar İtalya’da birçok tablo ve duvar resminde kullanılan tempera tekniğinde, yağlı boyadaki parlak tonları elde etmek mümkün değil. Ancak bu durumun tablonun etkileyiciliğinden bir şey kaybettirdiği söylenemez. Eser, ünlü bir antik mite gönderme yapıyor; güzellik tanrısı Venüs’ün (Antik Yunan’daki adı ile Afrodit) doğuşu. Hikayeye göre Titan Kronos, hükümdarlık için kendi babası Ouranos ile savaşıyor. Savaş sırasında Ouranos’un cinsel organını kesip denize atıyor. Bu organ ve köpüklerden ise Venüs doğuyor. Tabloda, Venüs’ün doğduktan sonra karaya çıkma anı gösterilmekte. Kendisine rüzgâr tanrıları eşlik ediyorlar ve nefesleri ile onu karaya doğru götürüyorlar. Venüs ise bu sırada bir inci kabuğu içinde oldukça mütevazı bir poz ile duruyor. Kendisini karada bir mevsim tanrıçası bekliyor. Tanrıçanın elinde, Venüs’ün giymesi bir kıyafet de bulunuyor. Hem tanrıçanın kıyafetinin hem de elinde tuttuğu kumaşın çiçek desenleri oldukça dikkat çekici. Çiçekler konusunda oldukça başarılı olan Boticelli, bu desenler ile bir ilkbahar alegorisi oluşturmuş. Yani Venüs’ün doğuşu ile etrafta çiçekler açıyor ve hava aydınlanıyor. Zaten tabloda rüzgâr tanrılarının nefesi ile uçuşan ve Venüs’ün simgesi olan gülleri görmek de mümkün. Venüs’ün ve diğer figürlerin gerçek olamayacak bedensel oranları ise sanatçının bilinçli bir tercihi. Venüs, ideal bir güzellik anlayışına göre resmedilmiş olmasına rağmen istenilen duruşları sağlayabilmek için onun ve diğer figürlerin vücutları bilinçli şekilde deforme edilmiş. Bu, o dönemde yaygın olan ancak Yüksek Rönesans ile birlikte geride bırakılmış bir uygulama. Yüksek Rönesans’tan sonra ise Maniyerizm ile tekrar önem kazanacak. İzleyiciye pastel bir şölen ve iç açıcı çiçekler eşliğinde bir tanrıçanın doğum sahnesini gösteren Venüs’ün Doğuşu, antik mitlerin dönem sanatına etkisini en iyi şekilde gösteren eserlerden biri.   Kaynaklar:1, 2, 3, 4,


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.