Bir bütünün kendisini oluşturan parçalardan bağımsız olması anlamına gelen Gestalt Teoremi, 20. yüzyılda Almanya'da Max Wertheimer tarafından ortaya atılmıştır.
Her parçanın farklı bir anlam ifade etmesi ve bu parçaların birleşmesiyle onlardan tamamen bağımsız yeni bir parçanın ortaya çıkması olarak açılabilir bu kuram. Tek kelimeyle açıklamak gerekirse, Gestalt Teoremi "bütünlülük" demektir.
Peki, neden ihtiyaç duyulmuş buna?
Bu soruya cevap verebilmek için algı kelimesini biraz deşmemiz gerekiyor. Algı kelimesi dikkatin yöneltildiği herhangi bir şey hakkında duyu organlarımız yardımıyla edindiğimiz yalın bilgi anlamına gelmektedir. Dikkatimizi yönelttiğimiz bu 'şey'in bilincine varmamız da "algılamak" oluyor.
İnsanın çevresini nasıl algıladığını, nasıl yorumladığını merak eden ve bunu açıklamaya çalışan Wertheimer, insanın ne kadar çok parçadan oluşursa oluşsun bir nesnenin bütünüyle ilgilendiğini ortaya atmıştır. Yani bütün, parçaların toplamından daha fazla şey ifade eder demiştir.
Örneğin, arkadaşımızla aramız birden ve sebepsiz yere bozulduğunda önce yakın zamanda aramızda geçen olayları düşünür ve bunlar arasında bağlantı kurmaya çalışırız. Kurduğumuz bu bağlantılar bizi gerçek olaya götürür ve bütünü görürüz. Yani parçalar ve bunlar arasındaki bağlantılar bizim asıl olayı algılama biçimimizi inşa eder.
Bu algılama şekilleri birkaç başlık altında toplanmıştır ve bunlara Gestalt İlkeleri ya da Algısal Örgütleme İlkeleri denmektedir.
1. Şekil-Zemin İlişkisi
Herhangi bir şeklin ya da objenin üzerinde bulunduğu alana zemin deriz. Normalde beyaz bir kağıdın üzerindeki siyah renkli kalem gibi dikkatimiz şekil üzerinde toplanır. Aşağıdaki resme baktığımızda gözümüze ilk takılan şey kalemin düz zemindeki tezatlığıdır.
Ancak bazı durumlarda gördüğümüz görüntüde neyin şekil, neyin zemin olduğunu fark edemeyiz.
Bu şekli hatırladınız mı? İlk gördüğünüz şey vazo mu oldu yoksa birbirine bakan iki insan mı? İkisinden birini göremediyseniz görmek için biraz gayret etmeniz gerekecek.
2. Yakınlık İlkesi
Zemine rastgele dağıtılmış 6 daire çoğumuz için pek bir anlam ifade etmez.
Bu dairelerin belli bir düzen dahilinde ve daha önce gördüğümüz herhangi bir şekle benzer şekilde yan yana veya üst üste getirilmesiyle ise daireler bizler için bir anlam ifade etmeye başlar.
Aynı örneği farklı parçaların uygun uzaklıkta yan yana getirilmesiyle tekrarlayalım.
3. Benzerlik İlkesi
Bu ilkeye göre ise benzer renkte, şekilde vb. gibi özelliklere sahip objeler bir araya toplanır ve bir anlam ifade etmeye başlar.
Yukarıdaki şekilde bir zemine saçılmış, birbirinden bağımsız karelerin bir araya getirilmesiyle oluşan artıyı görüyoruz. Normalde anlam ifade etmeyen şekiller, toplandıklarında bizler için bir anlam ifade etmeye başlıyor.
4. Tamamlama İlkesi
Bir daire çizerken üst kısmında ufak bir parçayı çizmediğimizi düşünelim. Beynimiz otomatik olarak bu parçayı tamamlar ve biz bir daire görmeye ederiz.
Yukarıdaki şekle baktığımızda hepimiz bir panda görüyoruz değil mi? Halbuki pandanın kafa ve gövdesinin bir bölümü siyah çizgilerle tamamen kapatılmamış. Tamamlama ilkesi işte tam olarak burada karşımıza çıkıyor. Beynimiz bu tamamlanmamış şekli tamamlayıp bize bir bütün olarak sunuyor.
5. Basitlik İlkesi
Karmaşık bir şekli algılamak yerine basit şekillere yönelmek beynimizin genel huyudur. İç içe geçmiş birden fazla farklı objeyi çözümlemek yerine basit birkaç objeyi anlayıp tanımlamayı seçeriz genellikle ve bu hareket basitlik ilkesini oluşturur.
6. Devamlılık İlkesi
Ardı ardına ve belli bir düzende devam eden ancak birbirinden ayrı birden fazla aynı maddenin aynı madde gibi görünmesini temel olan ilkedir. Bu maddeler çoğu zaman ayrı değil, bir bütün olarak algılanır ve öyle devam eder.
Yorum Bırakın