15. yüzyıl, Osmanlı Devletinin gücünün hızla arttığı, Anadolu Türk birliğinin sağlandığı, İstanbul'un fethiyle imparatorluk haline gelindiği bir dönemdir. Üstelik bu asırda başa geçen hükümdarların kendilerinin de şiirle ilgilenmeleri, şiir söylemeleri sanatçıların gelişmesini teşvik etmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, devrinin en güçlü ilim, fikir ve sanat adamlarının elinde yetişmiştir. Onun şairlik yönü ile ilgili bilgilere devrin tezkirelerinde ve nazire mecmualarında rastlandığı gibi, yazdığı şiirlerin bir kısmını ihtiva eden yazma bir Divan-ı Sultan Muhammed nüshası da kültür varlıklarımızın en değerlil eserlerinden biri olarak yerini almıştır.
Tarihimizin ve edebiyatımızın en büyük dehalarından biri olan Fatih Sultan Mehmet’in şiiri, yüksek bilgi ve kültür birikimi ile birlikte bütün bir klasik Türk edebiyatının son derece gelişmiş ve neredeyse mükemmele ulaşmış muhteva birikimini güçlü bir şekilde yansıtmaktadır. Hacim olarak ancak küçük bir divan oluşturan bu şiirler, duygu ve düşünce bakımından oldukça gelişmiş bir sanatkâr şahsiyetinin renkli, samimi ve orijinal yansımalarını taşımaktadır.
Sarayda yaşamış bir şahsiyet olmasına rağmen Fatih Sultan Mehmet’in divanında sosyal unsurlara rastlanmaktadır. Bu unsurlar dönemin sosyal hayatını yansıtmakta ve dönemi anlamamızda bize rehberlik etmektedir. Birçok unsur -yiyecek, içecek, tarihi olaylara karşı verilen tepkiler, şehirlere ve mekanlara insanların atfettiği duygular- arasından, biz bu yazımızda mûsikî aletlerini konu edineceğiz.
Osmanlı Devleti zamanında klasik ve halk müzikleri ile tasavvuf müziğinde çok zengin bir çeşitlilik vardı. O dönem içerisinde müzik çok sevilir ve hastalıkların tedavisinde kullanmanın sırrına vakıf olduklarından çok önem verilirdi.
Türk organoloji (çalgı bilimi) ilk ve en eski çalışması kabul edilen Şükrullah’a ait mûsikî risalesinde çeng, kanun, nüzhe, ud, mugni, rebab, ırklığ, mizmar ve pişeden oluşan dokuz çalgının adı ve resimleri vardır.
Kânun:
‘Türk mûsikîsinde bir telli, mızraplı çalgıdır. Bu sazın Farabi tarafından icat edildiği söylenmektedir. Menşe bakımından Mısırlılara ve Sümerlere kadar götürülebilen kanunun, çeng ile aynı menşeden geldikleri şüphesizdir. Bugünkü şeklini Ortaçağ’dan sonra almıştır. Dikdörtgen şeklindedir, yalnız sol ucu kıvrık ve uzanmıştır. Bu şekilde tahta bir tabla üzerinde teller vardır. Bu tabla kucağa alınır. İşaret parmaklarındaki dipsiz yüksüğe tutturulmuş mızrapla çalınır.’ (Öztuna 2000: 181) Şimdi bu çalgının bahsi geçen divanda kullanıldığı beyitlere bakalım:
‘Işk derdine şifâ olmaz ise Kânunda
Nûş-dârû-yı lebüñ anı da dermân eyler
‘Aşk derdinin şifası varsın kanunda bile bulunmasın (ne çıkar)... Senin dudağının panzehiri ona da derman oluverir.’
Bu beyitte geçen ‘Kânun’ sözcüğü tevriyeli olarak kullanılmıştır. Kânunun beyitteki ilk anlamı İbn-i Sina’nın eski hekimliğe dair olan meşhur eseri Kanun fı’t- Tıb’dır. Bu anlama göre beyit şu şekilde nesre çevrilmelidir:
‘Aşk derdinin şifası Kanun adlı tıp kitabında bulunmasa bile, senin dudağının ilacı o derdin de dermanı oluverir.’
Kânun sözcüğü beyitte ikinci olarak da, Farabi tarafından icat edildiği söylenen meşhur mûsikî aletine işaret edilmektedir. Kânunun bu anlamı ile beyit şu şekilde nesre çevrilebilir:
‘Aşk derdinin şifası kanun adlı müzik aletinde olmasa bile, senin dudağının ilacı (yani senin ağzından çıkan hoş nağmeler) o derde de derman buluverir.’
Bu sefer, beyitten yukarıda bahsi geçen aşk hastalığını iyileştirmek için kanun çalındığı, yani bu tür hastalıkların mûsikî ile tedavi edildiği sonucunu çıkarmak gerekir. Bu son derece doğru bir çıkarım olacaktır çünkü Osmanlı Devletinde her hastalığı farklı bir makam ya da müzik aletinin tedavi edeceğine dair bir görüş bulunmaktaydı. Bu beyit bize melankoli hastalığının kanun sesi ile tedavi edilmeye çalışıldığı gerçeğini açıkça göstermektedir.
Kânuna mûsikî aleti manası verildiği takdirde; dudak ilacı, dudak panzehiri, dudak şarabı manalarına gelen Nûş-dârû-yı leb’den kastın, sevgilinin ağzından çıkan hoş bir söz, aşığı adeta yeniden cana getiren bir vuslat vaadi ya da kanun eşliğinde şarkı söyleyen sevgilinin dudaklarından çıkan hoş nağmeler olduğu düşünülebilir.
Bezm-i gamda nâya hem-dem oluban
Kaddümi çeng eylemek kânûndur
‘Gam meclisinde (inleyişimle) ney’e nefesdaş olup boynumu da çeng (gibi iki büklüm) eylemek (aşk içinde) kanundur.’
Beyitte değişik vesilelerle çeşitli mûsikî aletlerinin adı geçmektedir. Âşık, ney gibi ağlayıp inlemektedir. Aşığın dert ve gam yüzünden iki büklüm olmuş boynu, yay şeklinde eğri telli müzik aleti olan çenge benzetilmiştir. Kanun ise beyitte kural anlamında kullanılmış görünse de tevriye yolu ile yine aynı adlı mûsikî aletine göndermede bulunulmuştur.
Ney:
Sözcük olarak Farsçadan dilimize giren ve kamış anlamındaki ‘nây’ ile muhaffefi ‘ney’ ‘sarı ve budaklı bir çeşit kamıştan yapılır. Mevlevi tarikatında kutsal bir saz olmuş ve çok itibar kazanmıştır. Mevlana’nın Mesnevi’si ‘dinle neyden...’ diye başlar.’ (Öztuna 2000: 298-299)
Sîne çâk ü gözi nem-nâk ider nâle vü zâr
Kılsa te’sîr ‘aceb olmaya nâyuñ nefesi
‘Neyin (yakıcı) nefesi insana tesir ederse buna şaşırmamalı... (Çünkü) ağlayışlar ve inleyişler sineyi şerha şerha eder ve gözü de yaşlara boğar.’
Aşk acıları ile bedeni sararıp solan ve zayıflayan aşık, yüreğinden gelen yakıcı ahlarla inler, sinesinde yaralar açar ve gözlerinden kanlı gözyaşları döker. Avni, aşığın bu halini neyin ince, sarı ve delik delik gövdesine benzetmekte; üfleme sırasında -nefeste bulunan su buharının yoğunlaşması sonucu- neyin altından akan su ile de, aşığın gözlerinden dökülen yaşlar arasında benzerlik kurmaktadır.
Bezm-i gamda nâya hem-dem oluban
Kaddümi çeng eylemek kânûndur
‘Gam meclisinde (inleyişimle) ney’e nefesdaş olup boynumu da çeng (gibi iki büklüm) eylemek (aşk içinde) kanundur.’
Çeng:
Sözcük olarak Farsçadan dilimize giren bu çalgı ‘Türk musikisinde vaktiyle kullanılmış, bugün terk edilmiş bir sazdır. Harpın ilkel bir şeklidir. İslam âleminde biraz daha geliştirilerek Arap ve İran mûsikîlerindeki başlıca sazlardan biri olmuştur. Yay şeklinde yani eğri biçimdedir. Parmakla ve daha çok kanunda olduğu gibi, parmağa geçirilen mızrapla çalınır ve iki el de kullanılır.’ (Öztuna 2000: 66)
Çünki dildâr niyâzuñ görüben nâz eyler
Nâleñi işidecek şîveye âgâz eyler
Bezm-i gamda kadüñi çeng yüzüñ sâz eyler
Nâlişüñ perdesini Zühreye dem-sâz eyler
Göñül eyvây göñül eyvây göñül eyvây göñül
‘O sevgili senin yalvarmalarını gördüğünde nazlanır; inleyişlerini işittiğinde ise işveye başlar. Gam meclisinde de senin boynunu çeng gibi (iki büklüm), yüzünü saz gibi (sapsarı) eder ve inleyişlerinin perdesini (yükselterek) Zühre yıldızına ulaştırır.’
Bezm-i gamda nâya hem-dem oluban
Kaddümi çeng eylemek kânûndur
‘Gam meclisinde (inleyişimle) ney’e nefesdaş olup boynumu da çeng (gibi iki büklüm) eylemek (aşk içinde) kanundur.’
Kaynakça:
ÖZTEKİN, Özge. XIII.Yüzyıl Divan Şiirinde Toplumsal Hayatın İzleri: Divanlardan Yansıyan Görüntüler, 2004
Öztuna, Yılmaz. Türk Musiki Ansiklopedisi, 1969
BERKER, Ercümend. ‘Türk Musikisinin Toplumsal Değeri’ Erdem, II, Sayı 6, Eylül 1986: 887-905
DOĞAN, Muhammet. Fatih Divanı ve Şerhi, İstanbul, 2014
DEVELLİOĞLU, Ferit. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara, Aydın Basımevi
JORGA, Nicolae. Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Yeditepe Yayınevi, 2005
Yorum Bırakın