Ahmet Hamdi Tanpınar şiir, roman, hikaye, deneme ve inceleme türlerinde eser vermiş büyük bir yazardır. O, kendi ifadesiyle ''asrın kapısında'' doğmuştur ve XX. yüzyılın ilk çeyreğinde, Osmanlı Devleti'nin yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu idrak etmiştir. Prof. Dr. İnci Enginün, ''Tanpınar'ın eserlerini okuyanlar, bir süre sonra onun büyüsüne kapılırlar.'' der. Sahiden de eserlerinde kullandığı maharetli dil, mükemmelliyet endişesi, üslubu ve ironik bakışı ile eserlerini büyülü bir hâle getirir.
''Tanpınar'ın dünyasına hudutlu kelime bilgisi ve basmakalıp bir zevk ile girmek zordur. Onun kitapları vakit öldürmek için değil, hayatı derinden tanımak için okunacak ve tesirini uzun zaman içimizde yaşatacak, onlara tekrar tekrar dönme ihtiyacını duyuracak eserlerdir''
Ahmet Hamdi Tanpınar'da ölüm, hayatın trajik yanlarını ortaya koyan, onun düşüncelerini derinden etkileyen felsefi bir problemdir. Ölüm sonrası yas sürecinde, ölüme dair bir sorgulama ve iç hesaplaşma başlar. Gündelik hayatla ölüm arasındaki bağ bir tür gerilimdir. Yas dönemi de bir noktaya kadar bunu takip eder ve ölümün ardından geride kalanlar için bir sonuçtur.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde Aristidi Efendi'nin ölümünün ardından ahlanıp vahlanması ve aslında onun hayatı boyunca böyle bir ölümden korktuğunun söylenmesi, öleceğini bilmiş olmasına da bir tür atıf ve yakınmadır. Bu ölüm, etrafındakiler için bir ibret oluşturur. ''Sen neyle meşgulsün, ölüm seni tam da ne üzerinde yakalayacaktır?'' sorusunu sordurur. Hayri İrdal'ın halasının ölümü ise tam bir ironidir. O aslında ölmemiş, bir koma uykusuna girmiştir. Bu yarı ölüm halinden kurtulması mezara konmadan hemen önce gerçekleşir. Fakat yine de öldüğü zannedildiği sırada bir yas belirtisi yoktur. Halanın sözde ölümünde ilk olarak malları teminat altına alınmak istenmiştir. Etrafındaki herkesi kötü kişiliği ile kendinden uzaklaştıran hala sevilmeyen, bıkılan bir tiptir. Dolayısıyla sözde ölümünde bir yas gerçekleşmemiştir.
''Filhakika babamın benim yüzümden palas pandıras karakola çağırıldığının ertesi günü halam öldü. Ve ikindiden biraz sonra tam gömülürken tekrar dirildi. Bu çift hadise bütün aile hayatımızı alt üst etti. Babam onların tesirinden bir daha kurtulamadı.''
-Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Eşi Emine'nin ölümü ise Hayri İrdal için yas döneminin başlangıcıdır. Hayri İrdal hayatla olan tüm ilişkisini kaybetmiştir. Bu ölüm onu tam manasıyla dağıtmıştır. Çocuklarıyla ne yapacağını bilemeyen, uyandığı saatte işe giden, işten geç dönen Hayri İrdal yasın ve bunalımın ortasındadır.
''Emine'nin ölümüyle son tutunduğum dal da kopmuş gibi büsbütün boşlukta kaldım. Kaybettiğim şey benim için o kadar büyüktü ki ilk önceleri bunu bir türlü anlayamadım. Ne de hayatımdaki neticesini ölçebildim. Sade içimde simsiyah ve çok ağır bir şeyle dolaştım durdum.''
-Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Zeynep Hanım'ın ölümünde yasa giren tek kişi Sabriye Hanım'dır. Eşi de derin bir sessizlik içerisindedir fakat sonrasında ortaya çıkacağı üzere bu sessizlik yastan değil suçluluktandır. Kocası, Zeynep Hanım'ın ölümünün ana faktörüdür. Zeynep Hanım'ın intihar ettiğine inanmayan tek kişi ve hakikat ortaya çıkana kadar yas tutan Sabriye Hanım'dır.
Mahur Beste romanında ise Atiye'nin ölümünden Behçet üzüntü ve suçluluk duymuştur. Sağlıklı bir evlilik başlangıcı yapmadıkları gibi evlilikleri de sağlıklı ilerleyememiştir. Atiye genç yaşında neredeyse kederden hayata veda eder. Atiye'nin ölümünün Behçet'i üzmediği söylenemez. Hatta Atiye'nin artık ciltleriyle, kitaplarıyla, saatleriyle bol bol vakit geçirebileceğini ima etmesi üzerine suçluluk da duyar. Atiye'nin ölümüyle belli bir yas dönemi görülmemekle birlikte bir durgunluk dönemi yaşandığı söylenebilir. Belki de Atiye'nin ölümüyle yasa gireceklerin -Kayınbabası İzzet Molla, babası Ata Molla, annesi, Dr. Refik- ölmüş olması bu dönemi bulanıklaştırmıştır. Mahur Beste'nin Atiye'sinin ölümü ile Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün Emine'sinin ölümü karşılaştırıldığında eşlerinin farklı yas dönemleri geçirdiğini görüyoruz. Bunda evliliklerinin başlaması, gelişimi içerisinde Emine'nin 2 çocuk bırakması ve Atiye'nin 2 çocuğunun ölmüş olması ile eşler arasındaki duygusal bağ etkili olmuştur. Prof. Dr. Mehmet Kaplan'a göre ölüm duygusu, Tanpınar'ın hayat felsefesinin temelidir. Bu bakış ile eserlerinde ölüm ve tabii olarak ölüm sonrası meydana gelen yas teması hissedilir bir yer tutar. Yaşanan olayların arkasında, insan olmanın büyük trajedisini biz onun eserlerinde böylelikle sezeriz.
Kaynakça:
- Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Mektupları, hzl. Zeynep Kerman, Dergâh Yayınları, 1992
- Mehmet Kaplan, Tanpınar'ın Şiir Dünyası, Dergâh Yayınları, 2.b., s. 257
- İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları 2001, 20.b. 2018, s.343
- Sümeyra Bozkurt, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Romanlarında İstanbul'da Gündelik Hayat, Y.L tezi, İstanbul, 2019
- Bayındır, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Poetikasında Ölüm İmgeleri, Erdem Dergisi, sayı 66, s.29, 2014
Yorum Bırakın