Bunlar arasında en iyi bildiğimiz hikaye Adem ve Havva (Adam and Eve) ‘nın yaratılışı ve sonrasında cennetten kovuluş hikayesidir.
Her ne kadar atalarımızdan bazı öğretilerin ve bedensel benzerliklerin genetik kodlarla aktarıldığını bilsek de, şimdiye dek aşk yaşantılarımız için geriye dönüp rastlantısal denklikler aramadık. Ancak 20. yüzyılın aşkları tam da Adem ve Havva’nın karmasını ödetir, nitelikte yaşanıyor.
Yaratılışın ardından Adem ve Havva’nın cennette bir arada olduğunu ve yasaklanan ağaçta, -yasaklandığı için- oldukça cezbedici hale gelen kırmızı elmayı yediklerinden, buradan kovulduklarını ve dünyaya atıldıklarını biliyoruz. Dünya ise, bu lafzadan anlaşılacağı üzere, bir suçun hükmü olarak hissediliyor.
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz. (Araf, 19)”
"Tanrı, Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Âdem’i oraya koydu. Ona, “Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu, “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.” (Yaratilis 2:8-17)
Ki, bu meyve efsanelerde şekil değiştirmiştir. Kimi buna buğday da, demiştir. Ancak anlatılarda asıl olan bu hikayenin, yaratılışın ardından insani bilginin vücuda yerleşmesi olarak tanımlanır. Meyve burada, içerisinde barındırdığı çekirdek ile insan aklının özünü ve ağaç ise, hem bir bitki olarak hem de bir metafor olarak, DNA şifrelerini gösterir. Çoğu zamanda hayat ağacı, tanımının buradan geldiğine inanılır.
Bazı kaynaklarda ise meyveyi yedikten sonra, üreme organlarının açıldığı ve hikayenin cinsellik çağrışımından öte bire bir konuyla örtüştüğü, yazar.
Günümüz aşkları ise dünyadan -cezadan- kurtulmak adına iki cinsin birbirini imgelediği bir düş yaratmak ve buna inanmak üzerine kuruluyor. Çünkü bilinçaltımızda, Adem ve Havva'dan bizlere kalan büyük bir yasağı çiğnediğimiz, Tanrı'ya karşı geldiğimiz, ve bu sebeple mahrum kaldığımız cennet lezzetlerini tekrar haketmeyi arzuluyoruz. Dünya hayatı ise, cenneti beşeri bir akılla hayal etmek için fazla kısıtlı. Bu nedenle insanlar kendi akılları sınırında yarattıkları cennet bahçesine yakışır, eşler bulmaya çalışıyorlar.
Bu durum psikolojide "Hayal ettiği sevgiliyi ya da özellikleri, karşı tarafa dayatmak, yani olmayan birini arzulamak" şeklinde de açıklanıyor. Ancak burada bahsettiğimiz konu, hayali sevgilinin karakterinden çok, onunla erişilmezi elde etme arzusu. Bir bakıma psikolojik anlamda açıklanan bu iç güdünün altında yatan, sebep.
Yanı sıra insan basit iradesiyle karşı konulamaz meyve, Adem ve Havva'nın aklına düşmesiyle beraber, ikisi arasında gizil bir bağ oluşmasına neden olmuştur. Bu da kadın ve erkeğin arasında konuşulmayan ancak kalben bilinen bir sırrı bugüne taşımıştır. Bu sebeptendir ki, günümüzde aşık olunacak erkek ya da kadın gözle seçilir. Bakışın bedende yarattığı yankı, ruhlar arasındaki bilinmezi tetikler. Böylece bedenen beğenilen (gözle arzulanan) nesne bu cezadan kurtuluşun kapısı zannedilir. Bu da aklın uyumunu önemsiz kılar. İnsan, iradesinin oyununa gelmiş ve cenneti haketmek için kolay bir yol bulmuştur artık.
Ruhlar arasındaki sırrın bu olduğuna inanan cinsler, sorgulamadan ve öğrenme (bilme) hazzından yoksun ancak cahiliyetin verdiği o yüksek özgüven ve mutlulukla, iradesizliğin pençesine düşer. Dahası bunun 'kendisi'nin kurtuluşu olduğuna inanır. Bencilce aşk duyduğu, -yalnızlığına şifa olsun, diye yaratılan karşıt cinsine- o bilmeden ihanet eder.
"Sonra, “Âdem’in yalnız kalması iyi değil” dedi, “Ona uygun bir yardımcı yaratacağım.” Allah, Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi. Âdem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir” dedi, “Ona ‘Kadın’ denilecek, çünkü o adamdan alındı." (Eski Ahit/Tekvin)
Yaratılışını ve öğretisini unutan kadın ve erkekler dünya hayatının azabından, küçücük bir ihtimal dahi olsa, kurtulmayı ve zihinlerinde imgeledikleri cennet bahçesine ayak basmayı birbirlerini kullanarak yapmaya başladılar. Halbuki, kullanmaktan ziyade birbirlerine duydukları ihtiyacın ve safi özlemin anlaşılması için tutku ve irade kadar, akıl ve kalpte gereklidir. Fakat araştırmak ve öğrenileni kelimelere dökmek bu yüzyılın insanı için kıymetsiz ve yorucudur.
Bunun yerine yasak olan (kodlanan) meyveye kapılmak daha kolaydır. Daha az akıl ile daha çok gözün doyumu için çaba harcanır.
Modern zamanlarda bir Adem ve Havva hikayesi
Rüyada, kadın adama geliyor. Elinde kırmızı bir bavul var. İçinde uzun kalacakmış gibi fazla eşya ama hemen gidecek kadar da, çoktan kesilmiş bir bilet var ve sol elinde bir elma, yeşil.
Kapıyı açıyor, adam. Güneş alan bir ev burası, adamın arkasında mutfağın balkonu var. Balkonun demirlerine dek uzanan bir de ağaç. Çocuk sesleri geliyor dışarıdan kesik kesik ama sanki dünyaya doğmamış gibi mutlu bağırışıyorlar. Balkonun kapısı açık, içerisi ısındıkça dışarıdaki rüzgarla beraber içeri uzanan ağacın dalları hışırdıyor. Adamın yüzü hafif akşamüzeri güneşini hatırlatıyor, batmaya yakın, çünkü kızıl teni.
Kadın elmadan bir ısırık alıp hin gülümsemesiyle içeri adım atıyor ki, adam onu belinden yakalıyor. Adam, kadının üzerine doğru eğilince; kadın henüz çiğnemediği dudaklarının arasındaki elma parçasını ona uzatıyor, dişleriyle. Adam kabul ediyor...
"Sonra çok susuyorum."
Büyük bir şimşek ışıtıyor evin içini. Yağmur başlıyor birden akşamüzeri karaltısı çöküyor, evin üzerine. Çocuklar poşetleri kafalarına tutup ağlamaya başlıyorlar dışarıda, sanki yeni doğmuş bebek gibi, ama yağmur eve yağıyor. Adama. Adam kocaman bir limonata sürahisine dönüşüyor, içi dolu ve
"Seni bana boşaltıyorlar."
Sonra yağmur çekiliyor. Kadın ıslak, adam ise yeniden insan. Çok sürmeden yağmurun şimşeği çakıyor. (sesi epey sonra gelen) "Bana kapılar kapalı artık." Kadın gidemiyor. Gelemiyor. Hiçbir odaya.
"Sense her gün bir uzvunu kaybediyorsun." Dün adamın ağzı yoktu dudakları da silindi. Yarın gözleri olmayacak,
"Göremeyeceksin beni."
Cennetten kovulma hikayesi çok garip. Hep bir geçmişe tutunmaya çalışıyoruz, hikayemiz olmadan var olamıyoruz.