20'li yaşların baharında akademiye gönül vermiş gençlerimizin, master yapma hayaliyle girdiği o meşakkatli sınav ALES, bu yıl sözel sorularıyla sosyal medyada en çok konuşulanlardan oldu.
16 Ağustos'ta sınav sonrası öğrenciler Twitter'da sorudan bağımsız, zihinlerine kazınan bir cümleyi konuşmaya başladılar. Öyle ki, sorunun düşündüren cümlesi hakkında ekşi'de yeni bir başlık bile açıldı. Türkçe kısmında yer alan birkaç cümlelik paragraf sorusunun tamamı şöyle: "Bilincimizin en yüksek ve en etkin olduğu yer, yenmenin sarhoşluğu içinde kendimizi unuttuğumuz mutluluk zirveleri değil, kişisel sorgulamayı tetikleyen yenilgilerin kör kuyularıdır. Galibiyet yabancılaştırıcı bir yolculuktur, insan evine kaybedince döner."
Herkes son cümlenin duygularına seslenmesinden olsa gerek, sınavdan tokat yemiş gibi çıktığını söyledi. Ancak paragraf hakkında zıt görüşlerde vardı. Bu yüzden konuyu tartışmaya açık tutarak, üzerinde konuşmak istedim. Herhangi bir yazarın ya da şairin sözü olmadığı bilinmekle birlikte, edebi bir söz olduğu konusunda hemfikiriz.
"Galibiyet yabancılaştırıcı bir yolculuktur. İnsan evine kaybedince döner."
Ancak her birimizde uyandırdığı hissiyat da farklılık gösteriyor. Kimisi sözlerin haklılığına kanaat getirecektir, kimisi de anlatılmak istenene yabancı kalacaktır. Paragrafta bilincin en etkin olduğu zamanların yenilgiye uğradığımız anlar olduğu anlatılmıştır. Bu konuda kişinin karşılaştığı olumsuzluklarla nasıl başa çıktığı aktif rol oynuyor. Her insan başına gelenler karşısında savaşçı bir ruha bürünemez, bazen pesimist yaklaşımlar gösterebilir. Fakat bu kendini daha da dibe itmek olacaktır, böylece genelde kişinin karanlığın ve hüznün içerisinde yeni bir ışık hüzmesi bulacağına inanılır.
"Dibe vurduğunu sanıp, bir dip daha olduğunu keşfedebiliyordu insan." - Charles Bukowski
Bu sizin ışıktan ne anladığınıza bağlıdır, şairlerin acı içerisindeyken daha yaratıcı dizeler yazdıklarını ve hatta Nazım Hikmet'in sırf iyi yazabilmek için sevdiği kadınları terkettiğine dair söylentiler vardır, bilirsiniz. Yanı sıra "beat kuşağı" adıyla bilinen 60'lı yılların dışlanmış, uyuşturucu bağımlısı ve beş parasız olarak tanımlanan Amerikalı şairler ve yazarlar topluluğunun da yazıları sanki başka bir dünyadan gelmiş gibi güzeldir.
not: 6 45 yayınları bazı yazarların eserlerini çevirmiştir. dahasını nette bulabilirsiniz.
Yaratıcılık ve acının kombinasyonu bazılarımızda ışığı doğursa da, bazılarımız yalnızca gülümseyebildiği kadar güzeldir. Öyle ya, her şey hep siyah olsaydı, sıkılabilirdik. Her yenilgide de aynada kendimize dönüp, "daha iyisini nasıl yapabilirim?" diye sormayız. Bazen kaldırımda gökyüzüne bakıp, "neden ben?" demişliğimiz de var. Psikolojide bir kural vardır, kendinize neden değil, nasıl diye sorarsanız kuyulardan çıkabilirsiniz. Oysa belki, kendimize bile, söylenecek pek de bir şey kalmamıştır artık..
İnsanın evine kaybedince dönmesi de, evden ne anladığınıza bağlıdır. Kiminin evi soğuktur ve ısıtacak kömürü de yoktur. Yani eve dönmek daima iyi değildir. Bazen sokakta bir kömürle tanışacak olma ihtimaliyle yaşayabilir insan. Bu yüzden yabancılaşmak, varmak değil, yalnızca yolda olmak, insanın kendisiyle tanışmasına ve neticede galip gelmesine sebep olabilir.
Yorum Bırakın