Psikanalitik kuram üzerine fırtınalı bir ilişki başlatacak olan bu tanışma, başlarda iki tarafın da alanında başarı sağlamasına aracı oldu.
Jung’un Gözünden, Freud
Freud, Avusturyalı bir nörologtu. 20. yüzyıla damga vuran entelektüel çalışmaları da Freud’un isminin duyulmasını sağlamıştı. Bir nörolog olmasının getirisi olacak ki, psikoloji çalışmalarını da bu yönde açıklamaya koyuldu. Bu dönemde ünü gitgide yayıldı.
Nörolojik rahatsızlıkları, psikoloji ile açıkladı ki, Jung’a göre bu çok fiziksel bir kuramdı. Eğer Freud’la kahve içebilecek imkanımız olsaydı, somut göstergelerden yola çıkarak, manevi konuları sizlere açıklayabilen; yani daha çok bir ‘ata’ karakteri yansıtırdı. Jung da, arkadaşının bu yönünden oldukça etkilenmişe benziyordu ki, ilerleyen dostlukları süresince Freud’u bir çalışma arkadaşından çok babası gibi gördüğünü belirtti.
Freud’la tanıştığında Jung henüz psikoloji alanına yeni adım atmış biriydi. Freud’un ise başarılı çalışmaları ve gösterişli unvanı onu büyülüyordu. İlk tanıştıkları dönem günde neredeyse 13 saat aralıksız konuştukları biliniyor. Konuştukça ortak çalışmalar için başlangıçlar yapıyor, iki aklı sihirli bir şekilde birleştiriyorlardı.
Freud’un İzinden
Aslında onlar tanışmadan evvel yolları kesişmişti. Jung sayesinde…
1906 yılında büyülü ellerin onları yan yana getirdiğine inanılacak bir olay yaşandı. Henüz tanışmayan ikiliden Jung, kendi bulduğu sözcük çağrımı testini Freud’un serbest çağrışım teorisine uygulayarak ona bir hediye hazırlamıştı. Yan yana geleceklerini hiç bilmezken dahi, ona hayranlığını içinde büyütmüştü.
Dost oldukları dönemde de Freud, Jung’u psikanalizin öğretileri ile besleyip büyüttü, denebilir. Kariyerlerinde adım adım zirveye ilerleyen ikili aynı zamanda sona da yaklaşıyordu.
Freud, açacağı psikoloji okulunda Jung’u da görmek istiyordu. Bu olduğundan zor olacaktı. Jung madden orada bulunsa da, bu okul ile birlikte gelen fikir çatışmaları onun, Freud’un dünyasını terk etmesine sebep olacaktı.
Çünkü Freud’un libido ve cinselliğe dayalı analizlerine karşı, Jung’un aklı bakir sayılırdı.
Freud’un Gözünden, Jung
Freud ile tanıştığında Jung, henüz psikolojiye yeni adım atmış, emekleyen bir bebek gibiydi. En az Jung’un ona olduğu kadar, Freud’da Jung’a hayrandı. Öyle ki, onu yanına alıp öğretileriyle beslemişti. Yaptığı çalışmaları paylaşmış ve psikolojinin engin denizlerinde boğulmadan yüzmeyi öğretmişti.
Jung dogmalarla yetişmiş bir papazın oğluydu, şimdi de bir psikanalist olma yolundaydı ki; bu durum onu normal olma şartlarından tamamen alıkoyuyordu. Freud’un gizemli dünyası onu kendine çekmişti çünkü 12 yaşından bu yana gördüğü Tanrı’nın Based Katedrali’nin üzerine pislediği rüyasını ve diğer karmaşık zihin süreçlerini çözümleyecekti.
Bu durum psikolojik anlamda sadistçe bir arzu ya da hayranlığı andırıyor olabilir. Ona miras bırakacağı bir okul, binlerce çalışma ve dünya çapında bir ünü vardı, ne de olsa. Jung açısından bakıldığında bu hayranlık korkutucu olabiliyor ancak kim böylesine bir zenginliği reddebilirdi ki?
Nitekim Jung’da böylesine bir hazineyi elinin tersiyle itemezdi, o birçok alanda kendini geliştirmeyi ve fikir alışverişi yaptığını zannetse de, aslında Freud’un saltanatını kabul etmiş ve onun varisi olma yolunda ilerlemişti.
Jung’un Uyanışı
Freud açtığı okulun ardından birçok ideolojiyi dürtmüş olacak ki, çok geçmeden okulun kapatılması için siyasi ön koşullara başvuruldu. Okulun savunduğu düşüncelere de dönemin baskın zıt karakteri Alfred Adler karşı çıkacaktı.
Freud eğer hapse atılırsa ya da ölürse elbette oğlu, ince ince işlediği mimarisi, can yoldaşı Jung, onu temsil edecekti. Ancak bu okul onların daha fazla fikir alışverişi yapıyor olmalarını sağlamıştı ve Jung yazılmış bir efsanenin yan aktörü olmak yerine, kendi hikayesinde başrol olmak istediğini fark etti.
Ya da artık iyice tanıma fırsatı bulduğu can yoldaşının düşüncelerini kabul etmiyordu. Ya da her ikisi de…
Freud ve Jung Karşı Karşıya
Freud’un kadersel anlayışta ilerlediğini söyleyemeyiz, ona göre rüyalar kişinin psikanalizini yapmakta fayda sağlar. Jung’da bu görüşe katılır. Ancak Freud, rüyanın bilinçaltına bağlı olduğunu ve kişinin bilinç kodlarının dışarı yansıdığını söyler. Yani aslında psikoloji nörolojik ve nöroloji de psikolojiktir.
Jung ise bu görüşe karşı çıkar ve hayatta kontrol edemediğimiz olaylar olduğunu savunur. Bunların başında da ‘evren ve ruh’ kavramları olduğunu söyler.
“Beyin bir buz dağı gibidir, kütlesinin yedide biri suyun üstündedir.”
– Sigmund Freud
“Bilim plajdaki tüm çakıl taşlarının ortalama büyüklüğünü hesaplayabilir,
ama belki de o plajda o büyüklükte tek bir taş yoktur.”
– Carl Jung
Psikanalitiğin iki sağlam kalesi çatırdamaya başlar
Tanıştığı herkesi analiz etme gibi bir huyu olan Freud, Jung’un gözüne ilk kez 1909 yılında battı. Çünkü Jung da Freud’u analiz ediyordu ve Freud ilk kez bunu yapmamasını, bunun ismini lekeleyeceğini söyledi. Bakıldığında narsistçe bir istek gibi duran bu olayın ardından Jung, bir mızrak gibi sivrilmeye başladı.
Belki de bütün bu yaşananlar bir inat uğrunadır, bilinmez. Ancak artık soğuk savaş başlamıştır. Jung, başta tüm analizlerini bastırılmış cinsellik üzerinden açıklamasına, eğer alenen cinsellik olarak yorumlanamayan bir şey varsa bunun psikoseksüellik ile ilgili olduğunu savunmasına karşı gelmiştir.
Cinsellik
Freud: “Sevgili Jung, cinsellik teoreminden vazgeçmeyeceğine bana söz ver. Her şeyin temelinde bu var. Görüyorsun bu konuda bir dogma, sarsılmaz bir kale oluşturmalıyız”
Jung: “Neye karşı bir kale?”
Freud, “Atılan çamurlara karşı..Okültizm çamuruna”
Jung der ki: “Dogma ve kale kelimeleri beni korkutmuştu. çünkü bir dogma yani inancın tartışmasız bir şekilde kabul edilmesi ancak şüpheleri sonsuza dek bastırmak amaçlandığında ortaya atılırdı. Böyle bir durumu kabul edemezdim. Freud’un Okültizm’e karşı çıkmakla kastettiği ise neredeyse her şeyin, felsefenin, dinin..ruh ile ilişkisinin kesilmesiydi.”
Astroloji
Tarih 1911’i gösterdiğinde ise Jung, Freud’un karşısına çıkmaya hazırdır. Onun libido teoremi ile metafiziği örtüştürmek ister.
“Jung mektubunda “Şu an astroloji ile ilgileniyorum. Bunun için mitolojiyi de iyi anlamak gerekiyor, çok ilginç ve insanı şaşırtan bir konu” diye yazmaktadır. Jung, bir süre ilkel kabileler arasında yaşayarak metafiziğin temelini araştırmak istemektedir ve temkinli olarak ekler: “Lütfen, bu sonsuzluklar içindeki arayışlarımdan endişelenme, geri döndüğümde insan benliği üzerinde çok önemli bilgiler edineceğim. Bilinçaltının derinliklerini daha iyi anlayabilmek için bir süre bu esans ile kendimi büyülemeliyim.”
Freud’un cevabı şöyledir “Senin içindeki metafiziği araştırma arzusunun farkındayım ve çok kıymetli bilgiler ile döneceğinden eminim. O tartışılmaz. Her zaman içgüdülerin takip edilmesinin gerekliliğini de biliyorum. Ancak mistisizim ile suçlanacaksın. Demans ile ilgili yaptığın çalışmalar seni ancak bir süre idare edecektir. Tropik kolonilerde çok fazla oyalanma, kendi evinde egemen olmalısın.”
Jung hemen geri yazar ve mektubunda insanlığın özünü açıklayan bir iz bulabilmek için astroloji ile uğraştığını ve gecelerini harita hesaplamakla geçirdiğini söyler. İleri derecede anne kompleksine sahip bir hastasının doğum haritasındaki anne konfigürasyonunun “T kare” açı yaptığını hayretle gördüğünü yazar ve şöyle devam eder “Bir gün insanların içgüdüsel olarak gökyüzüne yansıttıkları bir takım bilgilere erişeceğiz. Zodyak’ın burçlarının birer karakter resimleri olduğu görülüyor yani bunlar libido sembolleridir veya verilen bir andaki libido özellikleridir.”
Freud bu mektuba Haziran 1911’de şöyle cevap verir, “Makul gözüken her şeye inanmaya hazırım fakat bunları yayınlamak kariyerin için iyi olmaz.”
Jung’un ilk kısmını 1911, ikinci kısmını 1912’de yazdığı “Dönüşümün Sembolleri” (Symbols of Transformation) adlı kitap ilişkilerine son noktayı koymuştur. 1913’te Jung Freud’cu toplulukların tamamından dışlanmıştır.
İlerleyen dönemlerde de, Freud’un öngördüğü biçimde, mistisizm ile suçlanmıştır.”
Okuduğunu görselleştirmek isteyenler için bir film önerisi: A Dangerous Method (2011)
Kaynak: medium.com-Gizem Zalimalioğlu
Freud, Sigmund. Freud & Jung Mektuplaşmaları, Düşün Yayınları, 1995
Yorum Bırakın