Gotik Mimariye Hızlı Bakış

Gotik Mimariye Hızlı Bakış
  • 5
    0
    1
    0
  • Devasa boyutları ve insanı büyüleyen iç mekânları ile Gotik yapılar, inşalarının üstünden yüzyıllar geçmesine rağmen hala daha büyük birer ilgi odağı. Ancak Gotik mimariyi yalnızca hoş görünümlü kocaman binalar olarak tanımlamak büyük bir hata olur. Kendi dönemleri için önemli birer mühendislik harikası olan Gotik eserler, ne kadar başarılı olduklarını bugün sapasağlam ayakta durarak zaten kanıtlıyorlar. Yine de üstün bir estetik zevk ve ileri mühendislik teknikleri Gotik akım söz konusu olduğunda yetersiz kalan tanımlar. Zira Gotik, tarih boyunca belki de en fazla içselleştirilmiş üsluplardan biri. Bunun arkasında da temellerini çok daha derinlere dayandırması yatıyor.

    Cologne Katedrali, Almanya 

    Gotik’in Tasaffuvi Temelleri

    Genelde bir akımın başlangıcında net bir tarih ya da isim vermek çok zordur ama söz konusu Gotik mimari ise tek bir isme ulaşırız; Başrahip Suger. 1122 yılında St. Denis Kilisesi başrahibi olan Suger, mimaride yepyeni bir dönemi başlatacaktır. Görevi boyunca kendini kilisenin yenilenmesine adayan başrahibin bu mekân için vizyonu aslında kendi döneminin estetik zevkleri ile ciddi çelişki içerisindedir.

    Fakirlik yemini etmiş bir keşiş olan Suger, tüm hayat felsefesine zıt düşecek bir anlayış ile kiliseyi elden geçirmeye başlayınca oldukça tepki çeker. Fakat dönemin kralı ile yakın ilişkiler içinde olması sonunda inşaat konusunda istediği serbestliği elde etmesini sağlayacaktır.

    Kendinden önceki yüzyılın korunaklı ve tekdüze Romanesk yapılarına zıt olarak büyük bir renovasyon geçiren St. Denis Kilisesi; devasa camlarla donatılmış, içeriye ışığı sel gibi alan bambaşka bir atmosfer sunmaktadır. Zaman zaman insan boyunu aşan camlar ve renkli vitraylar dönem için ciddi gösteriş kaynaklarıdır. Ve bu durum fakirlik yemini etmiş bir keşişe hiç yakışmadığı gibi birçok insanın gözünde Hıristiyanlığın bütününe de ters düşmektedir.

    St. Denis Bazilikası, Fransa 

    Fakat Başrahip Suger elbette bu seçimleri salt gösteriş merakından yapmamıştır. Dini konularda derin okumalar yapmayı seven rahip, Eski Ahit’ten ve ilk Hıristiyan azizlerin yazıtlarından çokça etkilenmiştir. Bu okumalar sonucunda Suger’in gözünde kilise, Tanrı’nın krallığının dünyadaki yansıması haline gelmiş ve cenneti ‘gökkuşağı ve ışık dolu bir yer’ olarak tanımlayan bu kişilerin betimlemeleri, rahibe alışılagelmiş mimari üsluba karşı çıkmak için yeterli cesareti vermiştir.

    Suger’e göre, kilise göklerdeki krallığın yeryüzündeki yansıması ise buna uygun bir görünüme sahip olması gerekir. İnananları ışığı ile aydınlatan Tanrı’yı temsilen bu mekânlar da ışığa boğulmalı, kiliseye girenler dünyadan ayrılıp tanrısal bir yere adım attıklarını hissetmelidir. Zaten bu ’tanrısal olana ulaşma’ isteği de Gotik üslubun temelini oluşturur.

    "Bundan böyle uzak ve yabancı değil, azizlerle hemşeri, Tanrı'nın hane halkısınız; havariler ile peygamberlerin oluşturduğu temele dayanıyorsunuz, ana mihenk taşı da Mesih İsa'nın kendisidir."

    Efesliler 2: 19-20

     

    Skolastik Düşünce Yükseliyor

    Gotik mimarinin verdiği mesaj, mekânsal algı ile halka yansıtılmak istenen tanrı figürünün de değiştiği yönündedir. Romanesk dönemin kale görünümlü, az ışık alan kiliselerinin yerini adeta dantel gibi işlenmiş yeni ibadethaneler almıştır.

    Romanesk dönemde kilise, daha çok bir iktidar sembolü olarak görülmeyi amaçlamaktaydı. İmparatorluklara karşı oldukça güç kazanmış ve artık mütevazı ahşap iskeletleri bırakarak onu insan ölçeğini aşan yüksekliklere çıkaran taş malzemeye yönelmişti. Fakat inşa teknikleri hala daha bir temkinlilik hali olduğunu göstermekteydi.

    Romanesk dönem örneği St. Sernin Katedrali, Fransa 

    Romanesk dönemde kilise ile farklı krallıklar arasındaki çekişme devam etmekteydi. Kilise fazlaca güç kazanmıştı ancak belli ki henüz gösteriş yapacak duruma gelmemişti. Küçük açıklıklı, korunaklı taş yapılar insanlarda ilk olarak korku ve çekinme uyandırması amacı ile inşa ediliyordu. Halka da kilisenin (dolayısı ile Tanrı’nın) cezalandırıcı, korku salan yanı daha çok gösteriliyordu.

    Gotikle gelen estetik değişim işte bu sebeple halk ve kilise arası etkileşime de ışık tutuyor. Kilise artık nihai otorite sahibi ve bunu kanıtlamaya, dışarıya duyurmaya ihtiyaç bile duymuyor. Üstelik şimdi kendinden emin ve bu durum mimariye de yansıyor. Kilise, kendine güvenen bir tavır ile daha önce denenmemişi deniyor, günlük yaşamda olduğu gibi üslupta da kuralları o koyuyor ve gerektiğinde gösteriş yapmaktan çekinmiyor.

    Gotik dönem örneği Milano Katedrali, İtalya 

    Peki, kilisenin dini temellere dayanarak etrafa ışık saçan ibadethaneler inşa etmesi tam olarak neyi gösterir?

    Uzun yıllardır yükselmekte olan skolastik düşüncenin bu dönemde tam anlamıyla etkin olduğu buradan anlaşılabilir. Kilisenin savunucusu olduğu ve daha sonra, Rönesans’ta, Reform ile yıkılacak olan skolastik düşünce Gotik dönemde en iyi zamanlarını yaşamaktadır. Üstelik bu gösterişli yapılara bakarak paranın da kilisenin elinde olduğunu anlamak güç değildir. Vitraylar, ince taş işçilikleri ve ince uzun kemerler Tanrı’nın yüceliğini vurgularken kilisenin inanılmaz maddi imkânları ile siyasi gücünü de göz önüne çıkarmış olur.

    Gotikte Mimari Elemanlar

    Gotik mimari dendiğinde akıllarda hemen birkaç resim canlanır. Yazının başında da değinildiği gibi Gotik’in bu kadar fazla içselleştirilebilmesi belki de çok belirgin mimari elemanlara sahip olmasından ileri gelmektedir.

    En bilinen yanından başlanacak olursa Gotik mimari demek insan ölçeğini aşan yapılar demektir. Bunun sebebi de cennete ulaşma arzusudur. Ancak böyle büyüklükte yapıları dönemin teknolojisi ile inşa edebilmek önemli mühendislik hesaplamaları gerektirir. Çünkü Gotik dönemde, Romanesk’e göre duvar kalınlıkları azalmış ve açıklıklar artmıştır.

    Yığma teknikle inşa edilen Romanesk dönemin taş kiliseleri, oldukça kalın duvarlara sahiplerdi. Yapı yükseldikçe ağırlık arttığından duvar kalınlığı da artıyordu. Ve yığma yapılarda cephede geniş boşluklar açmak çok zor olduğu için pencere gibi açıklıklar oldukça küçük kalmak durumunda kalıyordu. Ancak Gotik üslupta kimi zaman bir cephenin neredeyse tamamen cam olduğunu görmek mümkün. Bu durum da akla Gotik üslubun inşa tekniklerinin çok daha karmaşık olması gerektiğini getiriyor.

    Gerçekten de, Gotik üslubun iskelet sistemi kendinden önceki dönemlere göre çok daha girift bir yapıya sahiptir. Romanesk üslupta yapı iskeleti içeriden rahatça anlaşılabilirken Gotik yapılarda bu pek mümkün değildir. İlk olarak kimi taşıyıcı elemanların bilinçli olarak gizlenmesi ikinci olarak da duvarları dıştan destekleyen uçan payandaların kullanılmaya başlanması yapıyı içeriden okumayı zorlaştırır.

    Gotik üslubun en önemli icatlarından olan uçan payandalar, yapının ağırlığını kademeli olarak aşağı aktarmaya yararlar. Ayrıca çok büyük genişliğe sahip kiliselerin duvarlarını da dıştan destekleyip duvarların çatının ağırlığı ile açılıp çökmesinin önüne geçerler. Sivri kemerler ile birlikte kullanıldıklarında istenilen ölçülerde inşaat yapılmasını ciddi anlamda kolaylaştırırlar.

    Klasik yarım daire kemerlerde her daim korunan yükseklik-genişlik oranı sivri kemerlerde istenilen şekilde ayarlanabilir hale gelir. Böylece yükseklik ve genişlik özgürce değiştirilebilir, dışarıdaki uçan payandaların desteği ile de yapının yıkılmasının önüne geçilmiş olur.

    Bunca işçilik ve karmaşık taşıyıcı sisteme rağmen Gotik yapılar garip bir şekilde ağırlıksız durmayı başarırlar. Bunun en önemli sebebi cephelerin neredeyse tamamen camdan oluşması ve iskelet sisteminin başarıyla gizlenmesidir. Dışarıdan bakıldığında Gotik bir cephe adeta bir örümcek ağını andırır. Devasa camlar ve onları çevreleyen incecik doğramalar, yapıya Gotik üslubun kendine has büyüsü denebilecek hafiflik hissi kazandırırlar.

    İçeride ise aynı camlar ulvi bir atmosfer yaratmak amacıyla kullanılır. Çoğunlukla önemli dini olayların basit şekilde resmedildiği vitraylar, kiliseye adım atan inananları Tanrı’nın kutsal ışığı ile yıkarken bir yandan da çoğunluğu okuma yazma bilmeyen halkın İncil’de geçen olayları öğrenmesini sağlar.

    Böylece Gotik üslupta inşa edilmiş dini yapılar, yalnızca bir kilise olmaktan çıkarak birer cazibe merkezi haline gelirler. Tüm önemli olaylar hali hazırda kilisede gerçekleşmekteyken bir de daha önce hiçbir sivil yapıda görülmeyen kendine has bir atmosfer işin içine girer. Ve Gotik yapılar inançlı insanlar için Tanrı’nın yüceliğinin dünyada hayat bulmuş haliyken, kilise için de kilise için de mutlak güç simgesi haline gelir.

    St. Augustine & St. John Kilisesi, İrlanda 

     

     

     

    Kaynaklar;
    Gerçekten Bilmeniz Gereken 50 Mimarlık Fikri, Philip Wilkinson, Domingo Yayınları

    NTV Başucu Serisi-Mimarlık, NTV Yayınları 

     

     

     


    Yorumlar (1)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.