Tarihte Neden Kadınların İsimleri Yok? başlıklı yazımda da bahsettiğim gibi, geçmişten günümüze feminist yazarlar diğerlerine göre daha az yer kaplasa da, verdikleri az ve öz eserlerle hala günümüzde okunmaya devam eden birçok yazar vardır. Virginia Woolf, Sylvia Plath, Simone de Beauvoir gibi bilinen yazarlar kadar karşımıza çıkmasa da, Mary Wollstonecraft bundan 228 yıl önce feminizmin ilk ve en önemli eserlerinden biri olan “Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi”’ni yazmıştır.
13 Bölümden oluşan eser, Wollstonecraft’ın önsözünde belirttiğine göre üç ciltten oluşan bir serinin yalnızca ilki. Bölümlerin ana temaları insan hakları, cinsellik, eğitim, ailede eğitim, kadınlara karşı ayrımcı yaklaşım sergileyen yazarlara eleştiri gibi konular olsa da aslında tüm bölümlerde kadınların erkeklerle eşit hukuki haklara sahip olması vurgulanıyor, bunun için çeşitli argümanlar sunularak bir yandan da karşıt görüşler çürütülüyor. Tarihte feminizmi tanıma kavuşturan ve bu konuda gerekçelendirme yapan ilk kitap olmasının yanında, Jean-Jacques Rousseasu’nun toplumuna dair birçok atıfta bulunmuş ve onun fikirlerinden de bahsetmiştir. Eğitim-erdem-bağımsızlık üçlüsü arasında dolaşan başlıklar kitabın içerisinde sıklıkla yer alsa da o döneme göre birçok güncel sorun, erkek yazarların tutumu üzerine eleştiriyle aktarılmıştır.
Kitapta, günümüzde hala aktif olarak kullanılan gerekçelerden oldukça fazla bulunsa da döneme göre oldukça zekice yazılan; gerçekten üzerinde durulması gereken bazı bölümler var. Bölümlerin ne içerdiğinden ve akışın hangi yönde olduğundan kısaca bahsetmek istiyorum:
Bölüm 4: Kadınların Çeşitli Nedenlerle Düşürüldüğü Yozlaşmışlık Durumu Üzerine Gözlemler
Anti-feminist söylemlerde bulunan yazarların kadınlar hakkındaki “yozlaşmış oldukları” fikirleri çürütülür. Kadınlar doğuştan zayıf değildir, hayatları boyunca bir erkek gibi eğitim almadıkları için ve bir erkek kadar aktif sosyal yaşamın içinde yer almadıkları için hislerle hareket etmeye alışır, kendi hakları için mücadele gösteremez duruma düşerler. Fakat bahsedilen yazalar bunu, kadınlar değersiz oldukları için ve bunu bildikleri için kendi haklarını savunamaz, şeklinde temelsiz bir savunmayla konuşurlar.
“Kadın eğitiminin özü, en iyilerini duygusal ve kararsız, diğerlerini ise içi boş ve değersiz yapmaya yöneliktir.” Bu cümleden de anlaşıldığı gibi, 18. Yüzyılda bir erkeğin ve kadının eğitimi arasında çok ciddi farklar vardır ve Mary Wollstonecraft kitap boyunca bir kadının bir erkek ile aynı şekilde alması gerektiğini savunmuştur.
Bölüm 6: Fikirlerin Erken Yaşta Bağdaştırılmasının Kişilik Üzerindeki Etkisi
Erkekler kadar uzun süreli ve kapsayıcı eğitim alamayan kadınlar, kendisine o ana kadar öğretilen şeyleri mekanik bir şekilde öğrenmeye; bağdaşmayan ayrı ayrı bilgiler olarak toplamaya yatkındır. Bu bölümde, kadınları yüzeysellikle ve cahillikle suçlayan yazarlara karşı oldukça mantıklı bir eleştiri mevcuttur: Akılcı bir eğitim almayan insan, zihni fikirlerle doldurmanın ayrıcalığını keşfedemez. Günümüzde oldukça şikayet edilen ezberci sistemin bir muadili olan bu yüzeysel eğitimi almış kadınların; hem daha iyi eğitim alan hem de iş hayatında bu bilgileri bağdaştırma şansı olan erkeklerle aynı derecede anlayışlı olması mümkün değildir. Bunların yanı sıra, kadınlara çocukluktan itibaren aşılanan “Daima güzel olma”, “Evde oturup ideal kocayı bekleme” ve buna benzer birçok görev kadınların ve erkeklerin hayat görüşünde farklılıklar ortaya çıkarır.
“Bir kadın istemediği bir adamla sadece geçimini sağlaması için, ona bakması için evleniyorsa bu yasal fahişeliktir.” Cümlesinde, kadınların evliliklerinin aşk üzerine yapmasını doğru bulduğunu anlatır. Çünkü hayatına bir erkekle evlenerek onun himayesi altında devam etme zorunluluğu getirilen bir kadın, aşk ve sevgiden daha önce parayı yani gücü önemser.
Bölüm 10: Anne Baba Sevgisi
Kadına yine çocukluktan itibaren dayatılan iyi bir anne algısı, kadının hayatı boyunca mizacını belirler ve ebeveynlik performansı da bu yönde ilerler. Erkeğe bağımlı olarak yetiştirilmiş anne, hayattaki bilgisini yalnızca duyguları üzerinden kazandığından; bir çocuk yetiştirirken her şeyi feda ederek ilkel bir sevgi besler. Bu da çocuğu ya çok ihmal etmesine, ya da çok şımartmasına sebep olur. Annenin bu yaklaşımı evde erkeğin otoritesini artırır, adalet ortamının ve dengenin bozulmasını sağlar.
Bu 3 bölümden de anlaşıldığı gibi, Mary Wollstonecraft için cinsiyetler arası eşitliğin en önemli temeli eğitimdir. Kitapta ulusal eğitimden de bahsettiği bir bölüm bulunmaktadır.
Wollstonecraft, kendi döneminde ve sonrasında yazdıklarıyla gündeme geldiği gibi aynı zamanda hayat hikayesi ile de çok dikkat çekmiştir. Babası tarafından şiddet uygulanan bir evde, maddi ve manevi zorluklarla büyümüştür. Cinsiyet normlarını yıkmaya çalışırken yaptığı; döneme göre aykırı kabul edilen birçok davranışı vardır ve bunların çoğu da kendisinin özel hayatıyla ilgilidir. Kendisinin eleştirildiği konulardan birisi, eşiyle mutlu bir yaşam sürmeyen kız kardeşini boşanmaya ikna etmesidir. Aynı zamanda kendi ilişkilerinde de aykırı bir tutum izlemiş; evlilik dışında bir çocuk dünyaya getirmiş ve ardından aynı evde yaşamadığı birisiyle evlenmiştir. Evlilik dışı dünyaya getirdiği kızı Mary Shelley, Frankenstein’ın yazarıdır. Fakat kızının doğumundan 11 gün sonra, doğum sonrası oluşan komplikasyonlar nedeniyle henüz 38 yaşındayken hayata veda etmiş ve arkasında tamamlamadığı birçok el yazması bırakmıştır.
Kısa ve zorlu geçen ömrüne karşın, önünde yüzlerce engel olsa da yazarlığını ve hayatını kadınlarla erkeklerin eşit koşullarda yaşamasına adamış olan Mary Wollstonecraft, insan hakları için mücadele veren en değerli isimlerden birisidir. “Zihnin cinsiyeti yoktur.” Mottosu ile bugün birçok kadına hala ilham olmakta, aynı zamanda da manevi bir destek vermektedir.
Yorum Bırakın