Yılmaz Pütün, bilinen adıyla Yılmaz Güney (1937-1984) "Çirkin Kral" lakabıyla bilinen aktör, yönetmen. Yılmaz Güney 1 Nisan 1937 yılında işçi bir ailenin ikinci çocuğu olarak Adana'nın Yenice köyünde dünyaya gelmiştir. İlk ve orta öğrenimini Adana'da tamamlayan Güney, çocukluk yıllarında pamuk işçiliğinden, gazoz ve simit satıcılığına kadar birçok işte çalışmıştır. Edebiyatla ilgilenen ve öyküler yazan Güney, üniversite eğitimini almak üzere Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kaydolmuştur. Bu süreç içerisinde Atıf Yılmaz'la tanışan Güney, rejisörün desteğiyle sinema dünyasına ilk adımını atmıştır. 1959 yılında yönetmenliğini Atıf Yılmaz'ın yaptığı Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik filmlerinin senaryolarını yazan ve oyuncu olarak bu yapımda performans gösteren Güney, Karacaoğlan'ın Karasevdası isimli filmde yönetmen yardımcılığı yapmıştır. Yeni Ufuklar ve On Üç gibi dergilere öyküler yazan Güney'in edebiyat ve kalemle olan ilişkisi de hep güçlü olmuştur. Ancak On Üç dergisinde yayımlanan "Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri" adlı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanmıştır, 1961 yılında 18 ay hapis cezasına ve 8 ay Konya'ya sürgün cezasına mahkum edilmiştir. 1963 yılında mahkumiyet sonrası yeni hayatına merhaba diyen Güney, tutkuyla bağlı olduğu sinemaya dönmüştür. Küçük bütçeli ve sıradan macera filmlerinde rol almaya başlayan Güney, şiddet temalı bu filmlerde canlandırdığı ezilen ama yazgısını kabul etmeyen; kötülüğe karşı tek başına direnip mücadele eden, dürüst, Anadolu çocuğu karakteriyle popüler olmuştur. Anadolu izleyicisi Güney'in kendine çizmiş olduğu bu profille kendini özdeşleştirmiştir ve Güney bu sayede kendine sağlam bir yer edinmiştir. Yılmaz Güney'in o dönemlerde izleyiciyle buluştuğu filmlerinden bir diğeri de "Çirkin Kral" filmidir. Bu filmden sonra "Çirkin Kral" lakabıyla anılmaya başlayan aktör, senaryosunu kendinin kaleme aldığı, Ömer Lütfi Akad'ın yönetmenliğini yaptığı Hudutların Kanunu filmindeki sade ve abartısız performansıyla Türk sinemasında yeni bir oyuncu tipi yaratmıştır. Efsaneleşmeye doğru hızla giden aktör, Yeşilçam'daki iyi karakterlerin yakışıklı, kötü karakterlerin ise çirkin oyuncular tarafından canlandırıldığı sistemi tersine çevirmiştir. Onunla birlikte sade ve doğal oyunculuk taçlanmıştır.
Güney'in yönetmenlik süreci At Avrat Silah adlı filmle start almıştır. 1968 yılında filmografisinde ilk önemi filmi olan Seyyit Han'ı çeken Güney, filminde doğu topraklarındaki bir sevda öyküsünü anlatıyordu. Üslup ve anlatım açısından büyük övgü almış bir filmidir. 1970 yılında Türk sineması için önemli bir yere sahip olacak Umut filmi izleyicisiyle buluşmuştur. Anlatımının gerçekliğiyle dikkat çeken bu filmi, Adana Altın Koza Film Şenliği'nde en iyi film ödülünün sahibi olmuştur. Yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da büyük bir ilgiyle karşılanmıştır ve Yılmaz Güney sinemasında bir dönemi kapayıp yepyeni bir dönem açan bir film olarak Türk sinema tarihinin de başyapıtları arasında yerini almıştır.
Güney'in 1971 yönetmenliğini yaptığı Ağıt, Acı ve Umutsuzlar adlı filmlerinin üçü de Adana Altın Koza Film Şenliği'nde dereceye girmişlerdir.
12 Mart 1972'de gerçekleşen darbe sırasında adının siyasal olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklanan Güney, 10 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Aynı yıl Boynu Bükükler romanını Boynu Bükük Öldüler adıyla yayımladıktan sonra Orhan Kemal roman ödülünü kazanan yönetmenin mahkumiyeti, Bülent Ecevit'in iktidar olduğu 1974 senesinde genel affın yürürlüğe girmesiyle son bulmuştur. bu zorlu sürecin ardından filmografisi için oldukça önemli olan ve aynı adı taşıyan şarkısıyla da klasikler arasına giren Arkadaş'ı çeken Güney, filmde iki üniversite öğrencisinin, aralarındaki toplumsal uçurumların farkına varmalarını işlemiştir. Ülkemizdeki kültür şokunun resmedildiği film büyük ilgiyle karşılanmıştır. Yılmaz Güney, Endişe ismindeki filminin Adana'daki çekimleri sırasında karıştığı bir olay sırasında bir yargıcın hayatına son verdiği için 19 yıl hapis cezasına mahkum olmuştur. Cezaevinde bulunduğu dönemde Güney adlı dergi çıkaran ve senaryo çalışmalarına devam eden rejisörün, o dönemde kaleme aldığı Sürü, yönetmen Zeki Ökten tarafından beyaz perdeye aktarılmıştır. Büyük ilgi gören filmden sonra Şerif Gören tarafından çekilen, senaryosunu Yılmaz Güney'in yazdığı Yol filmi Türk sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. 1981 Isparta açık hava cezaevinden yurtdışına kaçan Güney, Yol'un kurgusunu tekrar yapmıştır ve Cannes Film Festivali'nde en iyi senaryo ödülünün sahibi olmuştur. Güney, yurda dönme çağrılarına uymaması sebebiyle 1983'te Türk vatandaşlığından çıkarılmıştır ve aynı yıl Fransa'da Duvar adlı filmin yönetmenliğini yapmıştır.
Yılmaz Güney'in sinema diline baktığımızda;
Yılmaz Güney'in yapıtlarının kendine has niteliği, isim yaptığı ticari eğlence sinemasından çıkarılmış unsurlarla, gittikçe büyüyen toplumsal kaygılarını açıkça ifade etme olanağını kendisinden esirgeyen ortama karşı tepkisinin bileşiminden kaynaklanmaktadır diyebiliriz. Filmlerinde diyaloglardan çok aksiyonlara vurgu yapılıyor, konular kaçınılmaz olarak melodrama doğru kayıyor. Genel'de Yılmaz Güney'in görüşleri daha sert ve Batı'lı olmaktan çok uzaktadır. Yapıtlarında ki kadınlar kaçırılır, hakarete uğrar, baştan çıkarılır, terk edilir, satılır, öldürülür veya intihara zorlanır. Erkeğin bir kadına sahip olması onu savunmasız kılar. Kadın öldürülecek veya sana ihanet edecektir her iki durumda da gerekecek tepki şiddet içeren bir intikam olacaktır. Toplumu alttan alta sarsan kan davası Güney'in bütün yapıtlarında vardır. Yılmaz Güney'in toplumsal yapıtlara yaklaşımını anlayabilmek için sansür ortamının dikkate alınmasının da gerektiğini belirtelim. Güney'in filmlerinde çok fazla gördüğümüz şeylerden bir diğeri de doğaçlamadır. Senaryonun kendisi için bir bahane olduğunu ve bu yüzden de doğaçlamaya çok fazla yer ayırdığını da bir röportajında araştırdığımız üzere görüyoruz. Filmlerinde yarattığı etkiler olarak, katkısız tat, heyecan, kameranın bir olayı hiçbir diyalog barındırmadan, açıklama ve yorum yapılmaksızın takip edilebildiğidir ve çeşitli görüntülerin zenginliğini sunan mekan seçiminin de büyük rolü vardır. Yılmaz Güney filmlerini kendi hayatından yola çıkarak ele almıştır diyebilir, hayatının altında yatan gerçekliklerle filmlerine yön verdiği konusunda çok başarılı olduğunu da söyleyebiliriz.
Yılmaz Güney'in bir filmini ve filminde anlatmak istediklerini gelin beraber inceleyelim.
YOL
Yol filminin önceki adı Bayram'dır. Bunu biliyor muydunuz? :) İmralı cezaevinde yatan beş mahkum, kendilerine verilen bir haftalık izin sayesinde köylerine gideceklerdir. Ancak yol uzun, yol tehlikeli ve can alır. Dışarıdaki dünya içeridekinden hiç farklı değildir. Zulüm her yerdedir, bu topraklarda insan olmak hiç kolay değildir. Anadolu topraklarından çıkmış en gerçekçi, en dokunaklı hikayesiyle dikkatleri üzerine çeken film olmuştur. Daha filmin ilk sahnelerinde dışarı ve içeri ayrımlarını kavramsal olarak çok net bir şekilde gördüğümüzü de söylemeden geçemeyeceğim. Yönetmenimiz bunu perdeye zaten bile isteye yansıtır çünkü genel toplumsal yargı cezaevinin içerisi ve onun dışında kalan dünyanın ise dışarıda olduğuna inanmaktadır. Yönetmenimiz bu algıyı çok iyi bildiğinden bu ikilemi sert bir şekilde gözler önüne serer. Burada çarpıcı olarak bulunan bir diğer noktaya gelecek olursak filmin isminin ilk başta "bayram" olup sonradan değiştirilmesi olabilir. Çünkü müslüman dünyasında geleneksel olarak bayram demek; mutluluk, dargınlıkların giderilmesi, barış ve benzeri temaların birbirine eklenmesi sonucu ortaya çıkan argümanlı bir güne işaret etmektedir. Yönetmenimiz ise burada ortaya çıkan tezatlığı gözler önüne serebilmek için filmin ismine yüklediği anlamı derinleştirmiştir. İçeridekiler dışarıya bayram nedeniyle çıkmıştır ancak dışarıdaki hayat oldukça bayramsızlığa hakimdir. Sanki içerisi ve dışarısı yer değiştirmiştir.
yılmaz güney katildir.