Edebiyatta çay güzellemesi, kahve bi' şeysi, sonbaharın gelişi, hatta gidişi, derken birçok mesele böyle şiirleştirilince hepimizin sinirleri bozuldu. Şimdi gerçekten soğuk havalarda cam kenarı kahve etkinliği yaparken utanıyoruz, sanki popüler kültürün kölesi olmuşuz gibi. Yani öyle olsa n'olcak aslında, anti-popüler kültürcüler gelip kelepçe mi takıyor, kimse kapitalist değil de bir biz miyiz delik çorap...
Biz bu sonbahar sevdalısı şairler güzelleme yaptıkça, sosyal medyada linçleme yapadururken baktım ki, şiirin şehri Roma'nın geçmişinde çok iyi bildiğimiz yazarlar ve felsefecilerden de Ekim ayı sevdalıları varmış.
"Vazgeçtim sen Ekim'de gel. Eylül'de herkes geliyormuş". - Cahit Zarifoğlu
"Ekim de geldi sen gelmedin. Eylül toparlanıp gitti işte Ekimde gider bu gidişle..." - Turgut Uyar
"Islak yollarda bir ekim sonu. İçlenir sebepsiz içlenir, eski yağmurları düşünür müsün? "- Gülten Akın
Türk şairlerden böyle yazıları, dizeleri okuyunca "Aman, bu ne be" diyecek yetkinlikte görebiliyoruz ya hani kendimizi, burun kıvırıp konu açılınca "Kız bu ahmet batan mı batmayan mı ne, heh aynı öyle yazmış işte Edip de, ne bu yani?" diyebiliyoruz ya... Hadi, şimdi onu Lukretius'a da diyelim. Alın size, Twitter'da "sonbahar edebiyatı" yaptı, diye linç yelpazenize ekleyebileceğiniz bir Roma düşünürü...
Titus Lucretius Carus
Milattan önceki yıllarda Roma'da yaşayan şair ve yazar, Lukretius döneminde henüz ortaya çıkmamış sosyal bilimlerin doğuşuna hizmet eden ünlü filozoflardan. Yazılarına doğa bilimleri ve bilgi felsefesi ile başlayan düşünür, Epikür ve Aristoteles'ten etkileniyor. Hayatını kaybettikten sonra ise tamamlanmamış yazılarını Montaigne ve Cicero gibi isimler devam ettiriyor.
Bu bilgiler ışığında, Lukretius'un yabana atılacak bir düşünür olmadığını anlamalıyız. Nasıl ki, bilgi üretimine saygı duyuyorsak, şiire de saygı duymalıyız.
"Dünyaya alışan şiir yazamaz..." İsmet Özel
Felsefi düşüncenin şiire açılan bir kapı olduğunu buradan anlayabiliriz, işte. Çünkü bu dünyanın kurallarını ezber eden ve Özel'in deyimiyle alışan ya da kabullenen kişi, ne yeni bir düşüncenin lideri, ne de bir ilhamın askeri olabilir, gibi geliyor, bana. Hayat rutiniyle gözler kapanır, görüş açısı daralır; işten gelince aptal kutusuna bakarken uyku basar, gözler kapanır.
Gözlerini görmek için ve gözlerden anlamak için açık tutan şair ve düşünürlerin yazdıkları, çizdikleri ne varsa bugünün insanının ışığı olabilir ancak, burun kıvırdığı değil...
Dönelim Lukretius'a, kendisinin günümüze değin gelen sözleri ve araştırmalarına bu yazıda yer vererek, ışığından faydalanmayı arzu etsem de; Ekim bitmeden bir sonbahar edebiyatı yapmak istedim... Yazının sonunda da, Lukretius'un bir şiiriyle sizi Roma esintili bir pop kültür şokuna uğratacağım. Yine isterseniz burun kıvırın ama içten içe beğenirseniz yorumlarda işaret verin, bana.
Lukretius'un "De rerum natura (Nesnelerin özyapısı hakkında)" da geçen bir sözü: "Zeka bocalar, dil sürçer, zihin tökezler."
Bu söz bana her şeyin kusurlu olduğunu-olabileceğini ve mükemmeliyetin peşinde koşanın aldandığını hatırlatıyor. Sahip olduğumuz ve kontrolünü hesap edebildiğimizi sandığımız uzuvlarımız dahi, bizi yanıltabilir. Öyleyse?
"Cinsel birleşmenin trajik yanı, ruhun daimi bekaretidir." Bu çeviri söz ise bekarete yüklenen içi boş anlamı kaşıyor, adeta. Hatta bedenlerin yan yana duruşunun, ruha etkisini vurguluyor. Olmayan etkisini. Belki burada ruhun varlığı ve kabulü üzerine yeni okumalar yapılabilir.
"Niçin hayat sofrasından, karnı doymuş bir davetli gibi kalkıp gidemiyorsun?
Niçin günlerine yine sefalet içinde yaşanacak; yine boşuna geçip gidecek başka günler katmak istiyorsun?"
Yaşam devam ettikçe süren ve günden güne artan tatminsizlik hissi, varoluş kaygısı, doyumsuzluk, açlık... adı her neyse. İşte, bu sözlerde.
İşte o "Sonbahar Edebiyatı"
Lukretius'un evrenin varoluşu üzerine eklemeler yaptığı defterinde bir şiir yer alıyor. Sanat eseri, okuyucunun anlamlandırdığına göre değişir ya da anladığı kadardır tabii. Bu dizeler de eğer internet üzerinde denk geldiyseniz, "Sevişmeye susamak" ya da "Aşka susamak" vs gibi başlıklarla değiştirilerek yeniden yayınlanmış. Ancak Lukretius'un bu dizeleri konu aldığı çerçeve, evren ve onun varoluş sistematiği imiş.
Kaynaklarda daha net bir bilgiye ulaşamamış olsam da, içerisinde geçen tasvirler ve bağ kurduğu kavramlar oldukça etkileyici. Yanı sıra, sonbahara atıfta bulunarak yapmış olduğu gönderme, Venüs'ün varlığının tutkuyu ve güzelliği hatırlatması kısa bir görüntüyü hafızalarda canlandırıyor gibi. Şiir üzerine biraz derin düşünce paylaşımı ve araştırmayla hayatın birçok alanından anlamlandırma yapabilineceğine inanıyorum.
Şairin "Sonbahar edebiyatı" yaptığı şiir:
"Susuzun biri düşünde su içmeye kalktığında
O yangını söndürecek tek yudum bulamazsa
Boşuna bir çabayla saldırır su imgelerine
Ve sonuçta gürül gürül ırmakta susuz kalır
Venüs de böylesi imgelerle kandırır aşıkları sevişme anında
Ne kadar baksalar gözleri doymaz o tapılası bedene
Güvensizce dolaşan elleri, ayaları o incelikten hiçbir şey yağmalamaz
Sonra sarmaş dolaş olmuş sevgililerin
Gençlik çiçeğini derleyeceği an gelir
Mutluluk önsezisiyle titrer gövdeler
Ekim zamanıdır artık Venüs'ün tarlalarında
Delice bir oburlukla yapışır bedenleri
Dudaklar dudakları ezer, uzun soluklar alınır kenetlenmiş dişlerden
Bir şey koparmazlar ki aşıklar birbirlerinden
Ne de iç içe girince eriyip yok olabilirler birbirlerinin bedeninde..."
-Lucretius
Daha yeni başladım bu sitede edebiyata umarım daha çok gelişirim, gelişirsiniz :)