25 Ağustos 1973'te Karadeniz'li bir ailenin çocuğu olarak Almanya'da dünyaya gelmiştir. 7 yaşında sinemayla ilgilenmeye başlamıştır. 80'lerde özellikle Avrupa'da yaygın olan VHS video sistemiyle filmler izlemiştir. 1994'te Hamburg Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin Görsel İletişim Bölümü'ne kayıt olmuştur. Aynı yıl 3 yıl boyunca devam edecek olan TV dizisi "Doppolter Einsatz"ta Erdal rolünü canlandırarak kariyerine aktörlükle başlamıştır. Dizi çekilirken bir yandan da sinema eğitimine devam etmiştir. 1995'te ilk kısa filmi "Du bist es"i (Sensin) çekmiştir. Film, Hamburg Uluslararası Kısa Film Festivali'nde "Halk Ödülü"ne layık görülmüştür. Almış olduğu ödülle birlikte sinemaya karşı duymuş olduğu ilgisi daha da artan Akın, 1996'da ikinci kısa filmi olan "Getürkt" için hem kamera arkasına geçmiş hem de kardeşiyle birlikte başrolleri paylaşmıştır.
İlk uzun metraj filmi "Kurz und Schmerzlos"a (Kısa ve Acısız) başladığında, yıl 1988'idi. Film Almanya'da "Adolf Grimme Awards"ta Akın'a En İyi Yönetmen ödülünü kazandırmıştır. Bu filmin başarısı Fatih Akın'ın Avrupa'da tanınmasına neden olmuştur. 2000 yılında Hamburg Üniversitesi'nden mezun olmuş ve aynı yıl romantik komedi türündeki filmi "Im Juli"yi (Temmuzda) çekmiştir. 2001 'de "Denk ich an Deustchland - Wir haben vergessen zurückzukehren" belgeselini çeken Akın, 2002'de bir İtalyan ailenin hayatını merceğin içine aldığı "Solino" filmi için kamera arkasına geçmiştir. Bavarian Film Awards tarafından En İyi Senaryo ödülüne layık görülen film, Guild of German Art House Cinemas'ta Fatih Akın'a En İyi Yönetmen ödülünü kazandırmıştır. 2004 yılında ele aldığı filmiyle hayatının dönüm noktasını yaşamıştır ve bu filmle Akın Avrupa'nın En İyi Yönetmen'lerinden biri olarak kabul edilmiştir. Bu filmi Akın, "Gittikçe büyüyen bir sivilcenin patlaması" şeklinde tanımlamış ve bu filmle adını tüm dünyaya duyurmuştur "Gegen die Wand"ı (Duvara Karşı). Farklı festivallerce toplam 23 ödüle layık görülen Duvara Karşı, Almanya'nın en iyi prestijli film festivallerinden biri olarak kabul edilen "Berlin Festvali"nde En İyi Film dalında Altın Ayı'nın sahibi olmuştur.
Avrupa'nın 25 ülkesinin 25 farklı kısa filmlerle anlattıldığı Visions Of Europe projesinde Almanya'nın filmini çekmesi için bir Alman yönetmen değil de Fatih Akın seçilmiştir.
2007 yılında "Yaşamın Kıyısında" filmi vizyona girmiş ve bu film ile Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ödülü dahil 5 ödül kazanmıştır. Aynı film Cannes Film Festivali'nde En İyi Senaryo ödülüne layık görülmüştür.
Fatih Akın'ın bir filmine ve filmindeki sinema diline bir bakalım.
GEGEN DİE WAND (DUVARA KARŞI)
Öncelikle filmin konusuna kısaca bir bakacak olursak; Psikolojik olarak zor zamanlar yaşayıp, intihar girişiminde bulunan 40 yaşındaki Cahit alkol ve uyuşturucu kullanmaktadır. Düzenli olarak gittiği psikiyatrisi Cahit'e yeniden yaşama tutunabileceği konusunda konuşmalar düzenleyerek, büyük çabalar sarfederek sonunda Cahit'i bu düşünceye inandırmıştır. Diğer tarafta ise, ailesi tarafından baskılar gören ve buna daha fazla katlanamayan Sibel karakterimiz vardır ve Sibel'de intihara kalkışmıştır. Genç ve güzel kadın Sibel, hayatını değiştirmeye karar vermiştir. Almanya'da tek başına yaşamını devam ettirmenin yollarını aramaya başlamıştır. Tam bu nokta da aynı kendisi gibi hayata yeniden başlamak isteyen Cahit'le tanışmıştır. Prosedür gereği evlenen çift daha sonra birbirlerine aşık olmuşlardır.
Fatih Akın'ın sinema dilini bu film üzerinden ele alalım fakat sinema dilini daha iyi anlayabilmek için filmin konusunun sadece okunup geçmesi yeterli gelmeyecektir. Filmi izleyip sinema dilini tekrar okumak gerekir! :)
Fatih Akın, göç temasını filmlerinde çok işleyen bir yönetmendir. Bu filme de baktığımızda göç temasının belirtilerini rahatlıkla görüyoruz çünkü öteki olarak gittikleri bir ülkede, kendi yakınlarına ve kültürlerine yabancılaşmaya başlamış insanların dramı vardır. Bu etkiyi bence çok net bir şekilde hissediyoruz filmi izlediğimizde. Film aslında salt Türk'lerin, yabancı topraklarda yaşadığı sorunlar, yabancılaşma üzerinde durmuyor. Film de aslında Batı'lı toplumların bizim gözümüzden nasıl "öteki" olduğu üzerinde durduğunu görüyoruz. Aslında kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan Sibel'i kendi topraklarına göndererek göç algısını tekrar bizlere yansıtıyor ve insanın kendi topraklarına olan bağlılığını da ele alıyor diyebiliriz.
Yorum Bırakın