Görsel: bthaber.com
Dünya COVID-19 salgınında dalgalanmalara tanıklık etmeye devam ediyor. Türkiye, salgında dünya ülkelerinin yer aldığı en çok vaka sayısına sahip üç ülkeden biri.
Virüsün yayılmaya başladığı 2020 yılı Mart ayından itibaren, vaka ve ölüm sayılarının hızla artmaya başladığı ve bu sebeple toplu kısıtlamaların getirildiği ikinci evreyi yaşıyoruz. Bilim kurulu ve sağlık bakanlığının öngörüleri çerçevesinde hükümet tarafından uygulamaya konan her yeni kısıtlamada olduğu gibi, bu kez de toplumda tepkiler çığ gibi büyüdü. Halk uygulamak zorunda olduğu bu yasak ve kısıtlamaların, özgür düşünce ve eylemlerini kökten unutturmaya, sosyal hayatta baskıcı bir yönetim sisteminin getirilmesine yönelik olduğunu belirtti.
Yasakların ilan edildiği akşam saatlerinden itibaren dijital ortamda oluşturulan paylaşım ve içerikler, sabah saatlerinde Twitter'ın "En çok konuşulan" listesinde birinci sıraya yerleşti.
1. 1984
Tüm gün, günümüzde koronavirüs tedbirleri kapsamında alınan yasaklar ile yaşadığımız günlük hayatlarımız George Orwell'ın meşhur romanı "1984"e benzetildi. Romanda Orwell biraz fütüristik biraz eleştirel bakış açısıyla kurgulanmış bir dünya anlatıyor. Bu dünyada insanlar hükümetin belirlediği kurallar çerçevesinde hayatlarını sürdürme ve sonlandırma peşindeler. Kurguya göre, "uyutulan/uyku halinde olan halk" bu norm ve yaptırımlara itiraz etmek bir yana dursun, sınırlandırıldığının farkına varamayacak denli körleşmiş durumdadır.
Türkiye'de bu başlığın gündem olma sebeplerinden biri de, bu oldu.
Bundan önce yurtdışında bazı ülkelerde koronavirüs nedeniyle getirilen yasaklara karşı toplum ayaklanmış ve fiziksel eylem yaparak tepkilerini belirtmişlerdi. Türkiye de ise diğer ülkelerden farklı olarak bu kez, dijital aktivizm konuştu.
Getirilen yasakları kabul ederek, yaşam biçimlerinin değiştirilmeye çalışıldığını idda eden halk (Twitter kullanıcıları), sosyal medya hesaplarından, bu baskılama oluşumunu fark ettiklerini ve buna izin vermeyeceklerini seslendi. Orwell'ın 1984 insanlarına gönderme yaparken, roman içerisinden eleştirel sözler ile söylemlerini desteklediler.
"Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu."
Öte yandan, 1984'te bir insanın gündelik hayat yaşayışı hakkında da okuyucuya oldukça fikir veren bir anlatı yer alıyor. Her evde 24 saat açık kalmak zorunda olan tele ekranlardan, yaş grubuna göre farklı spor ve egzersiz programlarının her sabah uygulanmak zorunluluğundan, herkesin aynı üniformaları giyinmek şartından, günün belli saatleri sokakta bulunulabileceğinden vs.
Kitapta bir de belirli rutinlerle gerçekleştirilen “2 Dakika Nefret” etkinliği yer alıyor. 2 Dakika Nefret, adı verilen bu etkinlikte halk toplanıp tele ekranlarda peşi sıra gösterilen hainlerin yüzlerine, sözlerine ve onların nasıl öldürüldüklerine, asıldıklarını seyrediyorlar. Bu sırada, kolektif bilinç çalışmaya başlıyor olacak ki, hedefteki düşman normal ya da canlı bir varlıktan bağımsızlaşarak , toplumları bir arada tutan "ortak payda/amaç" haline bürünüyor. Böylece vahşice gösterilen görseller ve nefret söylemleri yavaş yavaş halkın yükselen sesi olmaya başlıyor. "1984 halkı" rutin "nefret söylemlerini" tamamladıktan sonra, o aynı ağızdan bağırışlar, öfke nöbetleri ve şiddet hiç yaşanmamışcasına hayatlarına devam ediyorlar.
Roman bu yönüyle de günümüz yasakları ile benzerlikler taşıdığı söylemlerine sebep oldu ve "Twitter halkına", 1984'te bir hayat istemiyoruz, tarzı paylaşımlar yaptırdı. Özgürlüğünün, özgür ifade ve hareket hakkının elinden alınacağından bahseden "Twitter postları", peş peşe atılmaya devam etti. Günün ilerleyen saatlerine doğru da unutulmaya başladı ve yavaş yavaş üst sıralardan düştü. Daha sonra Twitter halkı, sessizliğe büründü.
Yeni öneri, 2084
Bu yoğun gündemimiz sırasında, 1984 gibi toplumun farkındalığını arttıracak ve bu kez inanç sistemi üzerinden bir anlatım yakalayan "2084" romanını okumaya davet ediyorum. Totaliter bir sistemin distopyasını anlatan Boualem Sansal'ın "2084" romanı, 1984'e atıf niteliğinde olmasından dolayı "kolektif bilincin" bilinçli uyanışına yardımcı olacağına inanarak önerdiğim bir kurgu.
"Okuru yakın gelecekte geçen gerçek bir kâbusun, bir din distopyasının içine çekiyor ve böyle bir dünyada umudun hâlâ var olup olmadığını sorgulatıyor."
2020'de de hala böyle bir dünyada umut var mı, sorusunu sıkça soruyoruz. Bir kurguda değil, gerçeklikte yaşıyoruz. Öyleyse neden kitapların umutsuz sonlarını bile bile kurgunun kendisinin baş karakteri olmaya soyunuyoruz?
Yorum Bırakın