Böcek

     Böcek
  • 2
    0
    0
    0
  •    
        Dünyaya gözlerimizi araladığımızda bizi ilk kucaklayan kollar, gözlerimizi açtıkça bizi saran bir çarka dönüşüyor. Birey, bu durum karşısında şaşkınlığını gizleyemese de, bazen anlam veremediğinden, bazen tezahür edemediğinden gerçekliğin üstünü bastırıyor ve kendini varolan sisteme adapte edip bir nevi Darwinizm yoluna baş koyuyor.  Çevresindeki sistemati ve programlanmış hayata sisler ardında bakakalıyor. Gözlerini daha fazla açmaya korkan, çaresizliğin kucağına düşmüş insan, 'toplum'a ayak uydurmak üzere kanlı canlı bedenini makineleşmiş bir forma sokmak için, çevresinden ve doktrinlerinden yardım alarak kendine bir kalıp uyduruyor. Sistem kendini yeniledikçe birey kenetlendiği kalıbını kimi zaman dolduramıyor, kimi zaman taşırıyor. Taşan, kendisinden arta kalan, kendisine yeni kalıplar aramaya devam ediyor.
         Kısır döngü, bireyi başta kendisine ardında yakın çevresine yabancılaştırıyor. Sesini tanımamaya başlayan insan, kendini anlamlandırmak için ilk çareyi ailesinin kapısını çalmakta buluyor. Kapının ardındaki gözleri anımsamayan insan, kendi evinde aniden misafir konumuna düşüyor. Kapitalist sisteme ayak uydurmaya çalışırken içine kapanan aile fertleri, yemek masasında fiziksel birlikteliğini aynı 'anne' yemeklerini yiyerek taçlandırsa da, anne ironik bir şekilde sağladığı karın tokluğunu parayla sınıyor. 
         1950 yıllarının sonlarına doğru edebiyat çevrelerince en çok sözü edilen öykü, ' Dönüşüm'de tam da bahsedilen yabancılaşma, somutlaştırarak kapitalist bir aile yapısına yansıtılıyor ve Franz Kafka tarafından yorumlanıyor. Dönemin yazarlarından André Gide, Kafka üzerine :' Anlatımların gerçekçiliği, insanın düş gücünü aşıyor.' diyerek beğenisini en yalın ve doygun halde dile getiriyor. Ernst Fischer'se yapıtlarının bir çağın son modası olmanın çok ötesinde olduğunu, doğrudan dünya yazını olduğu fikriyle gazetecilerin sesi oluyor.Anlatımlarının öykünün baş kahramanı Samsa'yla aynı paydada buluşan Kafka'nın gözünde bir günlük olduğu, kendi adı üzerinden yaptığı kriptogramla somut bir delil niteliği kazanıyor. Gözlerini açtığından beri bir dehşet sahnesine uyanan Kafka, acılarına dost kesildikçe kalemine yaklaşıyor. Acıları dışında hiçbir şeye gücü olmadığını söyleyen büyük yazar, esprilerinin altında saklanan 'dünyanın acı verici gerçeğini' kendine özgü Kafkaesk üslubuyla harmanlayıp okuyucunun bilinç labirentlerinde kalem sallıyor. Kafka ile yaşamanın acınacak güncelliğimizin en büyük umudu olduğuna inanan Tezer Özlü'nün tanımıyla Kafka'nın 'yazarlık hastalığı', vereme dönüşüyor. Böylece yüzerek dışına çıkmaya çalıştığı hayata son nefesini veriyor.    
        Kafka, insanoğlunun beraberinde taşıdığı parmaklıklarından yoksun olan hayvanın, büyük bir içgüdü ve doğal bir harmoniyle yaşayışına hayran kalıyor. Hayvanların insana daha yakın olduğunu, toplumlaşmaya giden yolda doğaya yüz çeviren insanın, insanca yaşama yani doğal yaşama özlemini dile getiriyor.Dönüşüm romanında bu fikirlerini destekliyor ve  bizi Gregor Samsa'nın yatağında dev bir böcek gibi uyandığı kullanma talimatları ve başvuru formlarıyla dolu bir sabaha davet ediyor. 
        Samsa, doğmadan önce ona biçilen hayata bir böcek kostümüyle başa çıkamayınca ailesi tarafından yadırganıyor. Hapsolduğu dört duvar arasında ailesi için altında kaldığı binlerce zorluğun sorumluluk adı altında olumlanmış bir matematik denklemi olduğunu fark ediyor. Ödenen faturalar karşılığı aldığı sevgi ve saygı, Gregor'un sırtındaki yük azaldıkça, ailenin kalbindeki değeri ile doğru orantıda azalıyor ve Samsa, uyandığı yeni dünyada karşısında makineleşmiş yabancılar görmeye başlıyor. Dünyaya gözlerini araladığında onu ilk kucaklayan kollar, gözlerini böcek kılığında bir sabaha açtığında onu saran bir çarka dönüşüyor. Soğumuş kalpler arasında kendini bulmaya çalışan insan, yalnızlığında kendi sesini yankılanarak duyuyor, aynada gördüğüyle kendi gerçeğini eşleyemiyor. Derinliklerinde sakladığı kutsal duygulara yöneliyor, çok geçmeden hem aynasıyla  hem rejimlerin kuklası 'kutsal aile'nitelemesiyle oynadığı kurt-kuzu oyununda yerini buluyor. Ahmet Cemal'in kelimeleriyle, birey olmasını başaranlara düşman kesilen son toplumlar ve bu toplumların en güçlü temeli olan, çocuklarının hep iyiliğini gerçekte ise sürekli köleliğini isteyen aile yapıları kurt- kuzu oyununu günümüzde de güncel bir şekilde hayata uyarlıyor.
        
        Kapının ardındaki gözleri anımsamayan insan, kendi evinde aniden misafir konumuna düşüyor. Bir diğer değişle, senelerdir ailesiyle birlikte oturuğu yemek masası, onun için bir kurtlar sofrasına dönüşüyor. Çalınan her kapı, belirli zar-çıkar hesaplamaları yapılarak açılıyor. Bu bıçkın işleyiş, devletin en küçük topluluğu olan ailede baş göstermekle kalmıyor, kuş bakışı perspektifle meşrulaşmış vahşi bir sistem olduğu görülüyor. Samsa derisini yüzen sistem çarkları arasında ahır hayatı yaşarken, leyhine görünürlü aleyhine kararlar alınıyor. Anne sevgisi, onu sürüye geri katmanın çözüm olduğu kanısıyla rafa kalkıyor.(sf88) Kardeş sevgisinin, vicdanınına su serpmeye çalıştığından hayırseverlik rolune bürünülmüş oyuncu olma potansiyeli, (sf55)okuyucuyu kendi hayatını sorgulamaya itiyor. Sistem tarafından kutsallaşan para güç adı altında sınanıyor, kutuplaştırılan kazanç aralığı, insan ilişkilerini belirleyen nihai faktör olma yolunda ilerliyor. Bu ayakları yere basmayan sklada insan, kendi yerini bulup huzuru yakalayamaya çalışıyor. Hayal adı altında sunulana kabuslarla ulaşmaya çalışıyor. Stefan Zweig'in ağzıyla amok koşucusu insan,bu sistemleşmiş  maratonda göz ardı ettiği sosyal ilişkilerin yapaylığını görüyor, vücudu iğnelerle çevrelenmiş halde olsa bile onun için hazırlanan yeni vaatlere yöneliyor. Sistemin peşinden kendi yarattığı çıkmaz sokaklarda kayboluyor.
        Bu günlerde varlığını daha da hissetiren bu hüzünlü durum, Kafka'nın insanoğluna ironik bir göz kırpışıyla son ikazı. Sürüler üzerine kurulan sistemin törpülenmemiş pençelerinden yara almış bizler, her geçen gün altında ezildiğimiz toplumsal ilişkilerimiz ve kağıt parçaları arasında nefes almaya zorlanıyoruz. Para hırsına kapıldıkça ailevi ilişkilerimizden soyutlanan bizler, iki yokuş arasında kendimize rol edinmeye çalışıyoruz.
        Kapitalist sistem özünü unutturduğu insana farklı kaftanlar sunuyor ve en başta kucakladığı aile hayatını buruk bi selamla böcekleşmeye davet ediyor.

       The Witch, 1893 by John Maler Collier


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.