Avrupa Ve Osmanlıdaki Feminizme Kısa Bir Bakış

Avrupa Ve Osmanlıdaki Feminizme Kısa Bir Bakış
  • 6
    0
    2
    0
  •          Feminizmin kelime kökeni Latince ‘femina’, ‘femme’ yani ‘kadındır . İnsanın olduğu her alanda kadın erkek kutuplaştırmasını kırmayı hedefleyen feminizmin alt yapısında kadın özgürlüğü vardır. İdeoloji köleliğin yaygın olduğu, cadılıkla yargılanan kadınların adalet beklediği bir ortamda doğduğunda ana objesi kadınken günümüzde daha kapsamlı bir hal almış, eşit dünya anlayışını savunan bir ideolojiye evrilmiştir.Yüzyıllarca bastırılan kadının buruk bir çığlığı olan feminizm,tohumunun atıldığı Orta Çağlardan bu yana büyük eleştirilere tabi tutulmuş, dönemin kafa yapısı ve kısır düşünce hayatına  uymayan bu düşünce çok sonraları omurlanma fırsatı bulmuştur.

            Kadın hareketinin ve cinsiyet farkındalığının kökenine inersek Orta Çağ Fransız şairi, Aydınlanma Çağından etkilenen Christine de Pizan¹ ile karşılaşırız. Pizan; kadının varoluş gayesinin erkekleri cinsel olarak tatmin etmek olduğunu, aşkın erkeklere acı çektirmek için kadınların ortaya attığı suni bir duygulanım olduğuna inanan Jean de Meung² gibi insanların arasında çağın ötesindeki düşünceleriyle hayat bulmaya çalışan bir şairdir. Şiirlerinde mizojiniden söz eden Pizan, cesaret ve erdem yetileri üzerinde durmuş, bu kavramların kadındaki yansıması, dişil bedende bulduğu hayattan söz etmiştir. İki yüzyıl sonra, İngiltere'nin kalbi Londra’da -biyografi yazarı Ruth Perry’nin deyişiyle- kadın olarak ticaret, siyaset ve hukuk dünyasında neredeyse hiçbir işe sahip olmayan, eserlerini küçük bir odada veren Mary Astell, kitaplarını kaleme almaya başlamış ve akabininde ilk İngiliz feminist olarak tanınmıştır. Döneme damga vuran cüretkar söylemleriyle genç İngiliz kadınlarının düşün dünyasının kapılarını zorlamış, kadın erkek iilişkilerini materyal ve sosyal olarak irdelemiştir. Baskın erkek toplumunu, kadın üzerinde hakimiyet kurma çabasından dolayı suçlamış, bu abes durumun mizojiniyle beslenenlerin mutlak dayanağı ‘erkek kuvveti’ ‘olmadığı mevzusunu mizahi bir karşılaştırmayla okuruna kayamıştır: ‘Sağlam kafa sağlam vücutta bulunuyorsa o zaman filozofların hala danışılacak kimseler olarak düşünülmesi ve en dayanıklı hamalın en bilge adam olmaması acayip yanlışlıklardır". diyerek konu hakkında kapsamlı bir inceleme yapmış  ve hemen sonra konuyu daha  da ileri taşıyarak ‘Some Reflections upon Marriage’ adlı kitabında ‘’Eğer bütün insanlar özgür doğmuşsa nasıl oluyor da bütün kadınlar köle olarak doğuyorlar?’’ sorusuna cevap aramış, dönemin insanının yakasını sıkı sıkıya tutarak sorguya çekmiştir.

            Fransız Devriminin kucağında eserlerini doğuran yazar ve filozof Mary Wollstonecraft ³,feminizmi yüksek sesle vurgulayan ilk insan, kadınların toplumsal hayatta yer edinmesi için kitaplar yazmış, toplumsal baskıya ve kadına yönelik her türlü haksızlığın karşısında durmuş, döneme göre bir hayli sivri mizacıyla varolan dengesiz ve düzensiz toplum yapısını radikalce eleştirmiştir. Sadece düzen eleştirisiyle kalmamış, para için yapılan evlilikteki kadının rolune de çatık kaşlarla bakmıştır.⁴ Mary, kitaplarında üzerine yoğunlaştığı kadın eğitiminden şöyle bahseder: ‘’Kadın eğitiminin özü, en iyilerini duygusal ve kararsız, diğerlerini ise içi boş ve değersiz yapmaya yöneliktir. Eğitime daha övgüye değer bir amaç yüklenirse, kadınların doğaya ve mantığa yaklaşmaları sağlanabilecek ve böylece onlar, daha erdemli ve işe yarar hale gelerek, saygınlık kazanacaktır.’  Aynı zamanda özgürlükçü düşünce etrafında sayısız eser veren Mary hayatını adadığı bağımsızlık fikrini kitabında şöyle açıklamıştır: ‘’Кadının ufkunu genişleterek güçlendirin aklını; körü körüne itaat sona erecektir; ancak, iktidar her zaman körü körüne itaate ihtiyaç duyduğundandır ki zorbalar ve şehvet düşkünleri, haklı olarak karanlıkta tutmaya çalışırlar kadını; çünkü bunlardan birincisinin tek istediği bir köledir, ikincisinin istediği ise elinde tutacağı bir oyuncak.’’

    Feminizm kavramını resmi olarak günümüzdeki anlamıyla örtüşecek şekilde  ilk defa dile döken ise; August Bebel’i ⁵ , ‘Kadın ve Sosyalizm'i yazarken, Clara Zetkin’i ⁶ , ‘Komünist Kadınların Programı’nı yazarken etkileyen sosyal filozof ; Charles Fourier’dir⁷ . Fourier, bu sıfatının yanında burjuva toplumunu materyalist düşünceyle eleştiren ilk insandır. Schopenhauer gibi neredeyse nüfusun yarısını oluşturan kadınlara düşman kesilen⁸  bir filozofla aynı dönem yaşayan Fourier, bu sorun üzerine yoğunlaşmıştır. 

            Daha yakın tarihlere bakacak olursak, İngiltere'de daha çok orta sınıf kadını tarafından desteklenen, (18. yüzyıl sonları-19. yüzyıl başlarına tekabul ediyor) dinamik ve sistematik, modern ilk kadın hareketinin, kadın hakları savunucuları olarak tanınan Süfrajetler (Les Suffragettes) olduğunu söyleyebiliriz. Etimolojik olarak incelersek, Fransızca ‘Suffrage’ yani oy kullanma hakkı ile ‘ette’ yani Fransızcada minik, küçük anlamına gelen  küçültme ekinin birleşmesinden oluşan kelime, bilinçli olarak hükümete ve mevcut ataerkil sisteme bir göz kırpıştır.⁹ İronik biçimde ‘ette’ leştirilen bu kadınlar, büyük ayaklanmalar çıkarmış, açlık grevleri yapmış ¹⁰ ve kadının göz ardı edilemeyeceğini onlara tabi tutulan çizgileri aşarak göstermişlerdir.  Temel sloganları ‘Laf yerine icraat’ olan Süfrajetler başta oy hakkı olmak üzere kadınların sosyal haklarının iyileştirilmesi için, boyunlarındaki tasmadan ebediyen kurtulmak adına mücadele etmişlerdir. (Sosyal alanda en somut örneklerinden biri kamusal alanda sigara kullanmaları diyebiliriz. Çünkü bahsedilen dönemde sigara kullanmak, sadece erkeklerin sahip olduğu kısır bir ayrıcalıktı.)(Tasmanın, İngiliz kadının boynundaki mevcudiyeti maddi ve manevidir.¹¹) Avustralya, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, İrlanda, İngiltere, İrlanda gibi büyük Britanya'nın hakim olduğu topraklarda etkin olan bu baskın ve olun hareketle önce seçme (Şubat 1918'de 30 yaşından büyük kadınların oy verme hakkı tanınması, 1928'de ise oy verme yaşı erkeklerde olduğu gibi 21 yaşa düşürüldü) hemen sonra ise seçilme (Kasım 1918’te) hakkını elde etmişlerdir. Örgütün icraatları 19. yüzyıl İngilteresi gözünden anarşist ve holigan bir hareket olarak yorumlanması hükümet ahalince korkuya neden olmuştur. Hükümet örgütü küçümsemeye yönelik afişler yapmış ve örgütle bağı olmayan potansiyel katılımcıları bu hareketten uzak tutmaya çalışmıştır. Afişlerin aksine Süfrajetleri “politik bilinci gelişmiş kadınlar” olarak nitelendiren Britanya tarihçisi ve yazar Diane Atkinson ise Süfrajetler hakkında:’Hedefe odaklıydılar ve kendilerine özel bir misyon yüklendiğine inanıyorlardı. Güzel kadınlardı, iyi giyiniyorlardı, zekiydiler ve hitabet yetenekleri mükemmeldi. Oldukça karizmatiktiler. Pek çok genç kadın onlar gibi olmak istiyordu. Pop star gibiydiler.” şeklinde yorumlamıştır. Süfrajet hareketinin 21. yüzyılı bile etkilediğini 2015 yılında Sarah Gavron’un yönettiği, yine bu konuyu ele alan ‘ Les Suffragettes’  filmiyle somut olarak görebiliriz. Yine 21. yüzyıl filozoflarında Simone de Beauvoir, Halide Edip Adıvar gibi isimleri etkisi altına alan bu hareket, Yakın Çağ filozoflarının düşüncelerini aynı yolda yürüdükleri diğer düşünürler ve düşüncelerle harmanlamasına izin vermiştir. Beauvoir, ‘’Feminizmi, bireysel yaşam ve topluca savaşma biçimidir.’’diyerek belki de en kapsamlı tanımını yapmıştır ve Yakın Çağ feminizmine yön vermiştir. Aynı zamanda 31 Mart Ayaklanması esnasında isminin kara listede olduğunu öğrenen  Halide Edip Adıvar, önce Mısır'a, ardından  İngiltere'ye gitmiş ve burada süfrajet hareketiyle  tanışmıştır. 1939 yılında Akşam gazetesindeki yazısında bu hareketi  başta ürkünç bulduğunu, ardından bu hareket sayesinde kadın erkek eşitliği üzerine yazı ve düşüncelerine yön bulduğunu kaleme alır.

            Avrupa’da hal böyleyken Osmanlıda da durum pek farklı değildir. Tanzimat’la başlayıp (1839’da ) II. Meşrutiyet’le (1908’te) birlikte hız kazanan modernleşme süreci Osmanlı kadınını da etkilemiştir. Kadınlar bu gelişmelerden itibaren erkek şiddetine, tacizlere ses çıkarmaya başlamıştır. Yapılan seferler ve kazanılan topraklar sonucu hareme alınan kadınlar arttıkça Osmanlı ,fermanlar çıkarmış, saray kadını sarayın isteğine göre şekillendirilmiştir. Fermana göre kadınlar sadece sarı ayakkabı giyebilmiş, yalnızca kırmızı, yeşil ya da mavi ferace takabilme hakkına sahip olmuşlardır. Aynı zamanda vapurda yalnızca alt bölümlerde oturabilmiş, faytonlara ise kocaları yanlarında olsa dahi binememişlerdir. Hem sarayın temelsiz kısıtlamaları hem İslami normların toplumsal yapıya form vermiş olması kadınları keskin sınırlara tabi tutmuştur.(Osmanlıda hukuk birliği sağlanamamış, dolayısıyla kadın ve ailenin durumunu belirleyen nihai faktör Kuran olmuştur. Kuran’a göre yalnızca erkeğin boşanma hakkının olması, erkeğin miras üstünlüğü ve mahkemelerde iki kadının tek erkeğe denk gelmesi gibi...¹²) Osmanlı kadınını direnişe ve örgütlenmeye sevk etmiştir. 

            Osmanlı kadın direnişi Avrupa’nın aksine daha çok dergi, gazete ve derneklerde hayat bulmuş, aynı zamanda söyleşi ve konferanslarla Osmanlı kadınına düşünsel olarak daha özgür bir ortam sağlanmaya çalışılmıştır. 2. Meşrutiyet döneminde yapılan bu konferanslarda başı çeken Fatma Nesibe Hanım, Osmanlı kadını tarafından büyük bir ilgiyle dinlenmiş ( kayıtlara göre katılımcıların sayıları 300’ü buluyor), sadece kadınların katılabildiği Beyaz Konferanslar gittikçe hız kazanmıştır. Hitabında zaman zaman ironiye başvuran Nesibe Hanım, bir konuşmasında: "Ah, şu zaif kollarımda kuvvet olsaydı, hilkat bana da bir demir pençe, sert bir kalb verseydi, yapacağım ilk iş, birçok erkeğin kafasını paralamak olacaktı!.. fakat 'ma'nene?...' bunu kabul edemeyiz hanımlar! içinizde saçlarımın uzunluğuna rağmen, en akılsızı ben olduğum hâlde... her asrı tedkik ediniz; erkeklerin hep fenâ, meş'um hatalarla tesis etdikleri avâkıbı [sonuçlar] işhâd ediyorum [şahitlik etmek], herhalde onların yüzde doksan dokuzundan akıllıyım." der.  Kadın örgütünde önemli role sahip olan Fatma Nesibe Hanım’ın belki de en ikonik hatta hala da güncelliğini koruyan cümlesi ise ‘"Dünyanın her köşesine dikkat edin, bir devrimin eşiğindeyiz. Emin olun bu devrim erkeklerinki gibi kanlı ve vahşi olmayacak."tır.

             1913 yılında ise Tanzimatla başlayan modernleşme süreci sayesinde liberal düşünceler yayılma alanı bulmuş ve Osmanlı’nın ilk feminist yayını olan -Günümüzde kopyaları Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı arşivinde bulunuyor- ‘Kadınlar Dünyası dergisi’ ve bu derginin kurucularından oluşan Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti , bugünün Türkçesiyle Osmanlı Kadın Haklarını Savunma Derneği kurulmuştur. Dergi ve Vakıfla direniş öncüsü kadınları tek çatı altında toplayan feminizm ideolojisi, aynı çizgide yürüyen daha fazla insanı bir araya getirmiş ve zincirini  sıkı sıkıya ören bu yapı, nihayet Osmanlıda vuku bulabilmiştir. Bütün mal varlığını derneğe yatıran derneğin kurucu başkanı  Nuriye Ulviye Mevlan Civelek, din-milliyet ayrımı gözetmeyerek ilköğretimin zorunlu olması, kız liselerinin yaygınlaşması, kızlara yüksek öğrenim hakkı verilmesi, sadece erkeklere bahşedilen çok eşliliğinin yasaklanması, kadınlara boşanma hakkı verilmesi, kadınların çalışma yaşamına girebilmesi gibi konular başta olmak üzere cinsiyet eşitliğini sağlama motivasyonuyla, tabulaşan bağnaz fikirlerle, yanı başındaki güçlü kadınlarla omuz omuza mücadele etmiştir. Yine Fatma Nesibe Hanım gibi odağına kadını alan Nuriye Ulviye, kadınlık meselesinin bir hak meselesi, hürriyet meselesi olduğunu, kadınının asırlardır yaşadığı esir hayattan bıktığını söylemiş,  kadınlara uyarı mahiyetinde erkeklerin güzel sözlerine kanmamaları gerektiğini, mevcut çıkmazlardan kurtuluşun kendi ellerinde olduğunu hatırlatmıştır. Derginin önde gelen bir diğer isimlerinden  Mükerrem Belkıs kadın­ların ancak hemcinsleriyle dayanışma içinde, ortak bir mücadeleye girişimiyle kadının ezilmişliği sorunu­n aşılacağını söyleyip okurlarını yüreklendirmiştir. Aynı zamanda yüksek öğrenim hakkının Osmanlı kadınına tanınmamış olması meselesi üzerinde kalemine sarılan Mükerrem Belkıs, Osmanlı kadınına şu sözleriyle tercüman olmuştur:’ Bu hakkımızın gasb edilmesinden dolayı millette, hükümette, vicdanı titremeyen, millet-i müstakbelenin (gelecekteki insanların) lanetlerinden korkan bir ferd yok mu? Aman yarab! Ne hissizlik... (...) İstediğimiz hakkımız şudur: Biz kadınlara da dar-ül-fünun şu'abadının açılması, o harikulade ilim ve fünundan istifade etmesi..." Belkıs, yine başka bir makalesinde kadınların yüksek tahsile olan ihtiyacının ehemmiyeti ve zaruri olduğunu belirtmiş: "Bekleyecek zamanımız yoktur. Bilmiyorum nasıl bir zaman bekliyorsunuz?" telkinleriyle  kadınları ve ilgili makamları bir an önce harekete geçmeye davet etmiştir. Konu üzerine yapılan lobi çalışmaları meyvesini 1914’lü yılların başlarında vermiş, Darülfünun'da kadınlara özel konferanslar düzenlenmiş, ardından 12 Eylül 1914'te, Zeynep Hanım Konağında kadınlar için İnas Darülfünunu açılmıştır.-Bugünkü yerinde İstanbul Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültelerinin bulunuyor-. Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin başarısı bununla kalmamış, Müslüman Osmanlı kadınlarının ilk kez bir kamu kuruluşuna, İstanbul Telefon İdadisine girmesi hakkını almaya önayak olmuştur. Bu hareketler Osmanlı kadınını cesaretlendirmiş. Nitekim bir kadınlar meclisi oluşturulmuş, yazılı kaynaklar çoğaltılmıştır. Hanımlara Mahsus Gazete, Şukufezar, Demet, Mehasin gibi kamuoyunu besleyen gazete ve dergiler ortaya çıkmış; seslerini duyurmak isteyen kadınlar birleşerek Osmanlı Türk Kadınlarını Esirgeme Derneği, Osmanlı Kadınlarını Çalıştırma Cemiyeti, Asri Kadın Cemiyeti,  Teali Nisvan Cemiyeti gibi haksızlıklara dur diyebilmek için çeşitli cemiyetler kurma yoluna gitmişlerdir. 

     


    1  İlhan Berk’in Asılı Eros kitabından çeviri şiiri şöyledir:
     
    Madem beni koyup gidiyorsunuz,
    Ne diyebilirim artık bilmem ki
    Sevdicegim; ama bir kurbanınız
    Gözüyle bakın bana isterseniz.
     
    Bilmem bundan acı duyuyor musunuz;
    Hem benimkinin yanında nedir ki
    Madem beni koyup gidiyorsunuz.
     
    Sarılın,öpün beni, ne olursunuz,
    Hem allah aşkına mektup yazın ki
    Hiç olmazsa öyle avunurum belki
    Kan ağlıyor yüreğim görüyorsunuz
    Madem beni koyup gidiyorsunuz.


    2  13. yüzyılda kaleme alınan bir Ortaçağ Fransız şiiri olan  ‘Roman de la Rose’ (Gül'ün Romanı)’u devam ettirmiştir. ‘Ovidius'un Ars Amatoria’  yani sevişme sanatı adlı yapıtının yeni bir şekli sayılabilecek bu eser,  saraydaki aşk anlayışı ve cinselliği didaktik biçimde okuyuca sunar.


    3  Frankenstein’ın yazarı Mary Shelley’in annesidir.


    4  ‘Para için evlenmek orospuluktur.’


    5 Almanya'daki "sosyal demokrat" siyâsî hareketin fikir babasıdır.

     “Kadınlarınız yoldaşınız olmadığı sürece, siz erkekler zincirlerinizi kıramayacaksınız!” sözünün sahibidir. Aynı zamanda ateizmi dinin en üst aşaması olarak adlandır, din araştırmalarını rasyonel tekniklerle yapar. İslamiyeti objektif çerçeveden incelediği kitabıyla ünlenmiştir: Hz Muhammed ve Arap İslam Kültürü Dönemi


    6  Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün kabul edilmesinde büyük emek veren, Alman sosyalisttir.


    7  Kendisi yarattığı ‘phalange’ kavramı ile ‘falanjelist’ ideal bir toplum modeli tasarlamıştır. Marksist bir düşünür olmasına rağmen Marksçı düşünceden ayrıldığı noktalar boldur Cinsiyet eşitliğini savunmasına rağmen zengin fakir eşitliğini desteklemez. Falanj ütopyasında  ‘ çekim yasasından söz eder. Ona göre "Her dikizci için bir teşhirci, her terk edilmiş yaşlı adam için bir müşfik yaşlı kadın, her ilgi arayan genç kız için bir ellilik adam vardır ve olacaktır, en nihayetinde içinde bulunduğumuz sosyal yapılanma çekim yasası üstüne kurulmuştur. Görüleceği üzere çekim yasası tutkuyu merkeze almış, lüks, haz, duygusal bağlara, tutkuların işleyişine, içgüdülere, ve  evrensel birliğe dayanmıştır.


    8 ‘Aşka ve Kadınlara Dair’ kitabında apaçık görülebilir.


    9  Kadınlara ilk kez süfrajet diyen London Daily Mail gazetecisi Charles e. Hands, bu kelimeyi yüksekten bakarak söylediyse de Süfrajetler bu kelimeyi benimsedi.  


    10  Açlık grevine giren süfrajetler hükümet tarafından boğazlarına boru sokularak beslemeye başladılar. Kadınları mental olarak etkileyen ve bir nevi işkence yöntemi olan bu politika, ilerleyen zamanda hal değiştirdi ve İngiliz hükümeti farklı bir tutum benimseme yoluna baş koydu: Kedi fare yasası Grevlerde kötüleşen kadınlar serbest bırakılıyor, iyileştiklerinde tekrar içeri alınıyorlardı.


    11  Eş satma Britanya topraklarında özellikle 17. Yüzyıl sonlarında görülmeye gelenekselleşmiş bir bozukluktu. Boşanma, kanuni yükümlülüklerinden dolayı tercih edilmeyen bir yoldu. Hal böyle olunca kadını nesnesi gören koca, karısını sergilemeye pazara götürür olmuştu.

     


    Yorumlar (2)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.