Topa Sahip Ol(A)Mama Oyunu

Topa Sahip Ol(A)Mama Oyunu
  • 1
    0
    1
    0
  • 2008/2009 sezonu başında Frank Rijkaard’ın yerine Barcelona’nın başına getirilen Pep Guardiola, kazandıkları ve futbola kattıklarıyla döneme damga vururken rakip takımlar da bu oyuna bir çözüm bulmaya çalıştı. 2016 yılında Manchester City’e gelmesi ile bu oyunu, bu oyuna yabancı bir coğrafyada sahaya yansıtırken diğer takımları da yoğun bir şekilde etkiledi. Ada futbolunda topa sahip olma oyunu eskiye oranla yaygın hale gelirken, takımlar bunu başardıkça rakip takımlar da topu rakibe bırakıp derinde bekleme konusunda ustalaştı. Geçtiğimiz son birkaç yılda derinde savunma yapıp topu rakibine bırakan takımların yükselişine şahit olmamız ise bir tesadüf değil.

    Tarih 26 Nisan 2010. Barcelona ve Inter Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş maçında Camp Nou’da karşı karşıya geliyor. Inter evindeki ilk maçı 3-1’lik skorla kazanmasına rağmen bir önceki sezon yarıştığı bütün kulvarlarda şampiyon olan, o günün “uzay takımı” Guardiola’nın Barca’sı mutlak favori. Maç boyu tek kale oynayıp 20 şut çeken ve topa %86.4 oranında sahip olan Barcelona, Pıque’nin 86. dakikadaki golü dışında Inter savunmasını aşamazken, Şampiyonlar Ligi’ne de hiç beklemediği bir şekilde veda etti. Diğer tarafta ise Jose Mourinho kendisine has bir şekilde sevincini yaparken, ileriki yıllarda Barcelona ve Guardiola’ya karşı vereceği mücadelenin temellerini atmıştı.
     

    2010’lu yıllarda Pep’in Barca’sının etkisiyle topa sahip olma oyunu yıldan yıla gelişirken, rakip takımlar da bu sistemin antitezini bulmaya çalıştı. Inter ile Barcelona’yı Şampiyonlar Ligi’nin dışında bırakan Jose Mourinho’nun 2010/11 sezonu başında Real Madrid’e gelmesiyle etkileri günümüze kadar devam eden taktik savaşı başlamış oldu. Kasım 2010’da ilk kez El Clasico’da karşı karşıya gelen Pep ve Jose’nin savaşında Barcelona 5-0’lık skorla rakibini sahadan silerken; Jose Mourinho rakibini durdurmak için önünden çok daha uzun bir yol olduğunu anladı.

    Ligin 2. yarısında iki takım Santiago Bernabeu’da karşı karşıya geldiğinde ise Mourinho ilk hamlesini yapmıştı. Barcelona’nın hızlı ve kısa paslarını durdurmak için yoğunluğu yüksek bir orta saha isteyen Jose, Xabi Alonso ve Khedira’nın yanına stoper Pepe’yi koyarak burada kontrolü ele almayı amaçladı ve 1-1’lik skorla istediğini aldı.

    2011/2012 sezonun ilk yarısındaki mücadelede Real Madrid maçın hemen başında ön alan baskısıyla 1-0 öne geçmesine rağmen Pep’in buna verdiği cevapla maçı 3-1 yenik tamamladı. Mourinho kaybetse de Barcelona’nın da durdurulabileceğini ve zaafları olduğunu göstermeye başlamıştı. Ligin 2. yarısındaki mücadele ise bir dönüm noktası olacaktı. Rakibini deplasmanda 2-1 mağlup eden Real Madrid sezon sonu da rekorları kırarak şampiyon oldu ve buraya gelme amacı Barcelona’nın dominasyonunu bitirmek olan Mourinho da ilk zaferini kazandı.

    Guardiola ise bu sezonun sonunda Barcelona’dan ayrıldı ve 2012/2013 sezonunu çalışmadan tamamladı. 2013/2014 sezonu başında Bayern Münih ile anlaşan İspanyol teknik adam, burada geçirdiği 3 yıl boyunca ligi kazanmasına rağmen kendisinden beklenen Şampiyonlar Ligi başarısını yakalayamadı ve 2016 yılında ayrıldı.

    2016/2017 sezonunun başında Manchester’ın mavi tarafına geçen Guardiola, topa hükmeden oyununu buraya da taşımak istiyordu. Fizik güç ve uzun topa dayalı İngiliz futbolunda bu oyununu başarılı olup olmayacağı sorusu akıllarda yer edinirken İspanyol teknik adam belki de kariyerinin en zor meydan okumasına başlıyordu. İlk sezonu kendi sistemine  uygun oyuncuları yavaş yavaş takıma katarak geçirirken, ligi şampiyon Chelsea’nin 15 puan arkasında 3. Sırada tamamladı.

    2017/2018 sezonuna girilirken Benjamin Mendy, Kyle Walker, Leroy Sane, John Stones, Ederson gibi isimleri kadrosuna katan City için artık şampiyonluk, bir numaralı hedefti. İstediği oyuncuları kadrosuna katan Guardiola, yavaş yavaş Premier Lig’e damga vurmaya başladı. 

    Sezon başında sakatlanan Mendy yerine asıl mevkisi orta saha olan Delph’i yerleştiren Pep, topa sahip olduğu anlarda Kyle Walker’ı 3. stoper olarak bırakıp Delph’i orta sahaya sokup sahte bek olarak kullandı. Sane ve Sterling ile oyunu kanatlardan genişletip half space bölgesinde de David Silva ve De Bruyne ile konumlanarak 3-2-5 dizilişini kurdu. Pep’in takımı, bu şablonla topa hükmedip rakiplerini adeta sahadan sildi. Sezonun ilk yarısını namağlup tamamlayan City’nin, Arsenal gibi sezonu yenilgisiz tamamlayıp tamamlayamayacağı konuşulurken Ocak ayı geldi ve Pep karşısında eski bir dostunu buldu. Bayern Münih’i çalıştırdığı dönemde Borussia Dortmund ile kendisine rakip olan ve zaman zaman kaybettiği Jurgen Klopp bu kez Liverpool’un başında karşısındaydı.

    City’nin güçlü oyununa karşı dirençli bir orta saha kullanan Klopp, Firmino ile Fernandinho’ya baskı yaparak City’nin oyun kurulumuna izin vermedi. Orta sahada kaptığı topları Salah, Firmino ve Mane üçlüsüyle çok hızlı bir şekilde rakip kaleye götüren Liverpool, 70. dakika gelmeden 4-1’i buldu. City maç sonuna doğru 4-3’ü bulsa da Guardiola’nın güçlü oyunu büyük bir darbe almıştı. Liverpool topa %35 oranında sahip olmasına rağmen çok rahat bir şekilde skor üretmişti.

    Bu maçın 3 ay sonrasında Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde eşleşen iki takımın mücadelesinde yine değişen bir şey olmadı. Topu City’e bırakıp hızlı hücumlarla tehlike arayan Liverpool, iki maçı da kazanarak rakibini elemeyi başardı. Guardiola ise Klopp’u yenmek için farklı şeyler yapması gerektiğini anlamıştı. 

    7 Ekim 2018 tarihinde Anfield’da oynanan maç ise bu eşleşmede önemli bir nokta oldu. Orta sahada tek pivot ve önünde 2 serbest oyuncu ile Livepool’un baskısını kıramayan Guardiola, maça 4-2-3-1 dizilişinde Fernandinho’nun yanına bir oyuncu daha ekleyerek başladı. Bu şekilde o bölgede +1 oyuncuyla Firmino’nun baskısını kırmayı hedefleyen Pep,  aynı zamanda belki de kariyerinde ilk kez topa sahip olmayı amaçlamadı. Maçı %50.6 topa sahip olarak bitiren City, son dakikalarda Mahrez’in penaltı atışından yararlanamamasıyla 0-0’a razı olsa da rekabetin yönünü kendi tarafına doğru çevirmeyi başardı. Nitekim ligin ikinci yarısında oynanan mücadeleye de aynı diziliş ve mentalite ile başlayan City, %49’luk topa sahip olma oranıyla maçı 2-1 kazandı.

    Guardiola’nın City’nin başında başarılı günler geçirmesiyle Ada futbolunda topa sahip olma oyununun yaygınlaşmasından söz edebiliriz. Önceki dönemlere nazaran çok daha fazla takım geriden kısa pasla oyun kurmaya çalışırken geçen zamanla birlikte bu oyunun antitezi de oluşmaya başladı. Özellikle top 6 dediğimiz takımlar topa hükmetme oyununda ustalaştıkça nispeten küçük takımlar da topu bırakıp derinde beklemekte ustalaştı. Son dönemde topu rakibine bırakıp hızlı hücumlarla gol arayan takımların net bir başarısını görüyoruz ve bu başarı rakamlara da yansımış durumda.

    2019/2020 sezonunda Avrupa’nın 5 büyük ligi ve Süper Lig’de ligin en yüksek topa sahip olma oranına sahip 6 takımı içerisinde sadece Bayern Münih ve Psg şampiyon olabildi. Bu iki takımın yıllar süren dominasyonunu da düşündüğümüzde istisnaların kaideyi bozmayacağını söyleyebiliriz.

     Bu sezona baktığımızda ise sayıların daha net olduğunu görüyoruz. Yine Avrupa’nın 5 büyük liginde topa en çok sahip olan 10 takım arasında yalnızca Bayer Leverkusen liginde lider durumda bulunuyor. Liverpool 2. Psg 3. sırada bulunurken, geri kalan 7 takım kendi liglerinde ilk 3 içerisinde bile yer alamadı.
     

    Premier Lig’de ise Jose Mourinho yönetimindeki Tottenham ligde lider durumda bulunurken, %50.4’lük topa sahip olma oranıyla ligde 10. sırada yer alıyor. Bu süreçte Manchester United, Arsenal, Manchester City ve Chelsea ile oynadığı 4 maçta 10 puan alan Tottenham, bu maçları ortalama %41 oranında topa sahip olarak tamamladı. Manchester United maçında United’ın yaklaşık 70 dakika 10 kişi olduğunu düşünüp bu mücadeleyi çıkarırsak geri kalan 3 karşılaşmada Spurs ortalama %34.6 topa sahip oldu. 
     

    Uluslararası arenaya baktığımızda ise 2018 Dünya Kupası’nı kazanan Fransa, turnuvayı ortalama %49.6 topa sahip olma oranıyla tamamladı. Bu oranla 32 takım içerisinde 18.sırada yer alan Fransa’nın grup aşaması sonrasındaki ortalama topa sahip olma oranı %43 iken, finalde Hırvatistan karşısında %35’lik bir oran görüyoruz. 2014 Dünya Kupası’nın şampiyonu Almanya’nın turnuva boyunca ortalama %57.6, 2010 Dünya Kupası’nın şampiyonu İspanya’nın ise %59.1’lik orana sahip olduğunu düşünürsek Avrupa futbolundaki bu değişimi daha iyi bir şekilde anlayabiliriz.

    Sonuç olarak baktığımızda 2010’lu yılların başında özellikle Guardiola Barcelona’sı etkisiyle hakim olan topa sahip olma oyunu, son dönemde daha rahat savunulabilir bir konuma geldi. Bu sistemi benimsemeyen takımlar savunma, baskı ve kontratakta ustalaşırken rakiplerini daha güçlü bir şekilde bozmayı başardı. Topa hükmeden takımlar ise fizik güce dayalı bu stile cevap vermekte zorlandı. Futboldaki bu değişimin ne kadar süreceği ve nereye kadar gideceği bir merak konusu.

    Kaynaklar: 1, 2


    Yorumlar (1)
    • Jose Mourinho gelmiş geçmiş en iyi teknik direktördür

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.