Mesafelerin hiçbir önemi yoktur bazen. İki kalp birbirini o kadar sever ki göz görmese de gönül unutmaz. İşte öyle bir aşk hikayesi... Fiziki beraberlikten uzak, yalnızca mektuplarla yaşanmış ve dünya edebiyat tarihine damgasını vurmuş bir aşk: Franz Kafka ve Milena Jesenska.
Büyük edebiyatçıların aşkları hep ilgimizi çekmiştir. Nazım-Piraye, Turgut Uyar-Tomris Uyar, Özdemir Asaf'ın Laviniası ve daha niceleri... Bize aşka ve sevgiye dair çok şey öğretirler. Kafka ve Milena aşkı da bunlardan biri. Aralarındaki fiziki mesafelere rağmen yaşadıkları gönül birliğini, birbirlerine olan müthiş sevgilerini mektuplarını okurken hissedebiliyoruz. Onları daha yakından tanıyabilmek için kısaca ikilinin hayatlarından bahsedelim.
Milena Jesenska, 1896 yılında Prag'da dünyaya geldi. Henüz 13 yaşında annesini kaybetti. Annesini kaybetmesinin ardından babasıyla arası hiç iyi olmadı. Babasının isteğiyle önce tıp fakültesine sonra da konservatuvara gitti fakat ikisini de yarıda bıraktı. Bu dönemde babasından öç almak amacıyla uyuşturucu kullandı. Üniversitedeyken Yahudi olan Ernst Pollak'a aşık oldu ve ondan hamile kaldı. Yahudileri sevmeyen babasının bu aşka karşı çıkmasına rağmen Pollak'la evlendi ve Viyana'ya yerleşti. Bu evlilik sonucunda babasıyla olan bağı tamamen koptu.
Franz Kafka ise 1883 yılında doğdu. Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş ve boş zamanlarında yazmaya başlamıştır. Yazdıkları ilk olarak 1912 yılında yayınlandı. Kendini çok güçsüz ve hayatın olağan akışının dışında gören Kafka, eserlerinde bu hislerini yoğun şekilde işlemiştir. Özellikle çok sert bir figür olarak gördüğü babası "Dönüşüm" ve "Babaya Mektuplar" adlı eserlerinin konusu olmuştur.
Mutluluk hayalleriyle yaptığı evliliği Milena için beklediği gibi olmaz. Sorumsuz bir hayat yaşayan ve onu sürekli aldatan kocası yüzünden ruhsal bunalımlar yaşayıp yeniden uyuşturucu kullanmaya başlar. Bütün bu sıkıntılarının yanında yaşadığı maddi zorluklar sebebiyle pek çok işte çalışmak zorunda kalır. Bir süre sonra gazetelerde çeşitli yazılar yazmaya ve ünlü eserlerin çevirilerini yapmaya başlar. Yaşadığı maddi ve ruhsal zorluklardan çıktığı bu dönemde de Kafka ile tanışır.
Milena'nın 1919 sonbaharında Viyana'dan Prag'a yaptığı seyahat esnasında bir kafede tesadüfen tanışırlar. O sıralarda Kafka otuz altı, Milena ise yirmi üç yaşındadır. Milena, Viyana'ya döndükten sonra Kafka'ya bir mektup yazarak eserlerini Çekçe'ye çevirmek istediğini belirtir, Kafka buna olumlu yanıt verir. Yaklaşık bir sene sonra Kafka, rahatsızlığına çare bulmak amacıyla gittiği Meran'dan Milena'ya tekrar yazar ve dünya edebiyat tarihine geçecek mektuplaşma başlar. Bu yıllarda Kafka, Julie Wohryzcek ile nişanlı, Milena ise Ernst Pollak ile evlidir.
İlk mektuplarında Kafka için Milena'ya yazmak, ondan cevap almak hayatının en önemli anıdır. Bir süre sonra mektuplarının sıklığı saatlere kadar iner. Aralarındaki mesafelerden ve bir araya gelmelerini imkansız hale getiren etkenlerden dolayı aşkları giderek büyür. Mektuplaştıkları dönem içerisinde ilki 29 Haziran-4 Temmuz 1920 tarihleri arasında Viyana'da, ikincisi ise bundan altı hafta sonra Gmünd'de olmak üzere iki kez bir araya gelirler. Mektuplaşmalarının sonlanmasının ardından Milena, hastalığı döneminde Kafka'yı Viyana yakınlarında bir kez daha ziyaret eder.
"Aldığın çiçekler için çok üzgünüm, o kadar üzgünüm ki ne tür çiçekler olduğunu bile okuyamadım.Şimdi senin odanda duruyorlar.Eğer gerçekten odandaki gardırobun yerinde olsaydım, gündüz kendimi bir şekilde odanın dışına atar ve en azından çiçekler solana kadar salonda dururdum.Hayır, bu hiç de hoş değil.Ve o kadar uzakta ki her şey, ama hala odanın kapısının kolunu görebiliyorum, bana gözlerimin önündeki mürekkep hokkası kadar yakın."
Milena, Kafka'nın yaşadığı çaresizlik, korku, dünyaya yabancılık ve güvensizlik duygularının bir nebze olsun dinmesini sağlamıştır. O dönem geçirdiği hastalığında kendisine büyük güç ve moral kaynağı olmuştur. Birbirlerinin hayatına iki yıl için girmelerine ve yalnızca iki kez görüşmelerine rağmen gerek yaşamış oldukları benzer problemler, gerek karşılaştıkları sert baba figürleri birbirlerine sıkıca bağlanmalarını sağlamıştır.
"Seni seviyorum işte, budala, deniz dibindeki çakıl taşı nasıl sevilip, sarmalanır, ona bağlanırsa ben de sana öyle bağlıyım."
Bir dönem Kafka için güç kaynağı olan Milena'nın mektupları, mektuplaşmalarının son dönemlerinde onun için bir ıstırap haline dönüşüp hastalığının seyrini olumsuz yönde etkilemeye başlar.Kafka o dönem yazdığı mektuplarında, kalemi her oynatışının, yazdığı her kelimenin kendisine acı verdiğini belirtmiştir.Mektupla başlayan bu büyük aşk bir süre sonra yine mektupla sona ermiştir.
"İnsan yalnız olduğu zaman günün her dakikası kusurlu olabilir, ama çiftler birbirlerinin kusurlarını çekmek zorunda değildir.Gözlerimiz ve kalplerimiz yerinden sökülüp atılmak için değil midir? Yine de bu kötü bir şey değil, biraz abartı ve yalan, aslında her şey abartı, abartılamayacak olan tek gerçek şey özlem.
Ayrıca, belki de sana seni çok sevdiğimi söylediğim zaman bu aşk anlamına gelmiyor, sen kalbime giren bir bıçaksın ve ben bu bıçağı daha da saplıyorum, işte aşk bu."
Milena'nın mektuplarının kendi isteğiyle yok edilmesi sebebiyle elimizde yalnızca Kafka'nın mektupları yer almaktadır. Milena, Kafka'nın mektuplarını güvende olması için Kafka'nın yakın dostu Willy Hass'a emanet etmiş ancak Milena'nın 1944 yılında ölmesi nedeniyle mektuplar Hass'ta kalmıştır. Ardından mektupları ayırıp derleyen Hass, mektupları kitap haline getirerek 1952 yılında yayınlamıştır. Bugün bu yayınlanan mektuplar ışığında bu büyük aşka dair bilinmeyenleri ve ikilinin yaşadıklarını bütün yönleriyle öğrenip hissedebiliyoruz.
"Her şeye rağmen, mutsuzluktan ölünebiliyorsa, o zaman kesinlikle bu şekilde öleceğim.Ayrıca, ölüm döşeğindeki birisi, mutluluk sayesinde hayata tutunabiliyorsa o zaman ben de hayatta kalacağım."
Yorum Bırakın