28 Ağustos 1962 yılında Colorado'da doğmuş, Marin County Kalifornia'da büyümüştür. Butch Cassidy and the Sundance Kid adlı filmden etkilenen Fincher, 8 yaşında kamerasını eline almıştır. 1980 yılında Industrial Light and Magic adlı firmada kendine iş bulan yönetmen burada Return of the Jedi'ın kadrosuna girmeyi başarmıştır. 1984 yılına kadar bu işte çalışmıştır. Sonrasında bu firmadan ayrılarak The Beat of the Live Drum adlı belgeseli çekmiştir. Nike, Pepsi, Converse, Levi's gibi markaların filmlerini çekmiştir. İlk yönetmenlik deneyiminde en pahalı film olarak kabul edilen "Alien 3" ile ilk çıkışını yapmıştır. Fincher bu deneyiminden memnun kalmamıştır. Senaryo bitmeden set kurduran ve yapımı bir kabusa çevrilmiş 20th Century Fox ile zor zamanlar geçirmiştir. Bu film özel efektler dalında Oscar'a aday gösterilmesine rağmen eleştirmenlerden ve seyircilerden olumlu eleştiriler almamıştır. Fincher, reklam ve klip dünyasına geri dönmüştür. Rolling Stone'un Love Is Storng klibiyle Grammy ödülünü almıştır. Daha sonra Se7en filmini çekmiştir. Bu film Fincher'in 300 dolar hasılat yapmasıyla ünlü yönetmenler arasına girmesini sağlayan filmi olmuştur. 1997 yılında karanlık-macera filmi olan The Game çekmiştir. 1999 yılında Amerika'da gişe hasılatında hayal kırıklığı yaratmış olan ve tepkiler alan ancak sonrasında eleştirmenler ve seyirciler tarafından beğenilen Chuck Palahniuk'un Aynı adlı eserinden uyarlanan Fight Club çekmiştir. 2002 yılında gerilim filmi olan Panic Room çekmiştir.
David Fincher'in sinema diline baktığımız zaman;
Hemen her filminin merkezinde gizemli, başrol oyuncularıyla akıl oyunları oynayan bir karakter veya olguyla karşılaşırız. Fincher'in olmazsa olmazlarından birisininde seri katiller olduğunu izleyen herkesin rahatlıkla söyleyebileceğini biliriz. Filmlerinde çoğunlukla yalnız karakterler de göze çarpmaktadır. Renk kullanımları oldukça farklıdır ve farklı metotları seçmiştir. Kendini yok eden karakterlerle sıkça karşılaşırız Fincher sinemasında. Fincher sinemasına baktığımız zaman göze çarpan bir diğer unsurda standart isimlerle çalışmış olmasıdır. Bir teknik direktörün aynı oyuncular arasında dönüp dolaşması gibi Fincher'de sinema oyuncularında aynı oyunlar üzerinde dönüp dolaşmaktadır. Karşı koyan kadınlar modelleri de Fincher'in sinemasında sıklıkla görülmektedir. Kaderlerine boyun eğmemiş ve savaşcı kadınlardır bunlar. Kendine has kamera hareketleri vardır ve oldukça ilgi çekici olduğu söylenebilir. Fincher'in bir diğer sinema özelliğine de tekrara gitmesi diyebiliriz. Filmlerinde sürekli olarak bir tekrara gitme vardır.
SE7EN
Film, seri cinayetler işleyen bir katilin peşine düşen iki dedektifinin hikayesini anlatıyor. Bir seri katil 7 ölümcül günahı işleyenleri kendi yöntemleriyle öldürmektedir. 7 ölümcül günah Hıristiyanlık inançlarına göre Kibir, Açgözlülük, Şehvet Düşkünlüğü, Kıkançlık, Oburluk, Yıkıcılık ve Tembellik'tir. İki dedektif bu seri katilin peşindedir. David Fincher sinemasına baktığımızda gördüğümüz bütün özelliklerin toplamına bu filmde şahit olmamız çok mümkündür. Her filmin de gördüğümüz gizemli, baş rol oyuncularıyla akıl oyunları oynayan karakter veya olgu bu filminde net bir şekilde John Deo'da görülmektedir. Seri katilin ana merkezi olan bu film yine Fincher'in olmazsa olmazı olarak Se7en filminde yer almaktadır. Bu filmin finalin de ayrıca John Doe kendini açık bir şekilde kendisini yok etmeye çalışmıştır. Se7en filmi, Fincher'in tüm özelliklerinin toplanmış olduğu bir film olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yorum Bırakın