Advertisement Tracker

Attila İlhan Şiirlerinin Hikayeleri

Attila İlhan Şiirlerinin Hikayeleri
  • 16
    0
    0
    2
  •   

      Üçüncü Şahsın Şiiri

      

    Gözlerin gözlerime değince
    Felaketim olurdu, ağlardım
    Beni sevmiyordun, bilirdim
    Bir sevdiğin vardı, duyardım
    Çöp gibi bir oğlan, ipince
    Hayırsızın biriydi fikrimce
    Ne vakit karşımda görsem
    Öldüreceğimden korkardım
    Felaketim olurdu, ağlardım
    Ne vakit Maçka'dan geçsem
    Limanda hep gemiler olurdu
    Ağaçlar kuş gibi gülerdi
    Sessizce bir cigara yakardın
    Parmaklarımın ucunu yakardın
    Kirpiklerini eğerdin, bakardın
    Üşürdüm, içim ürperirdi
    Felaketim olurdu, ağlardım
    Akşamlar bir roman gibi biterdi
    Jezabel kan içinde yatardı
    Limandan bir gemi giderdi
    Sen kalkıp ona giderdin
    Benzin mum gibi giderdin
    Sabaha kadar kalırdın
    Hayırsızın biriydi fikrimce
    Güldü mü cenazeye benzerdi
    Hele seni kollarına aldı mı
    Felaketim olurdu, ağlardım

     
     “Çok ünlü bir şiir daha. Hemen söylemeliyim ki şiir, gerçeğe çok yakın bir psikolojiyi, bir sevda gerilimini yansıtıyor. O yıllarda, Maçka dolaylarında n. adında bir kız yaşardı. İnce, tüy gibi, kısacık saçlı, son derece modern bir kız. Yanılmıyorsam Güzel Sanatlar Akademisine gidiyordu. Tesadüf bu ya, Marsilya yolculuklarımdan birinde, aynı vapurdaydık. Napoli’ye kadar beraber gittik. O, orada indi. Bir türlü yaklaşmak fırsatını bulamadım. Ne yalan söylemeli, bu siluet beni çok etkilemiştir. Siluet diyorum çünkü kişi olarak onu tanımadım; ama galiba uzaktan ‘sevdim’. Üçüncü Şahsın Şiiri bunun kanıtıdır.”

      

      Kaptan

      

    eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum

    gece yarısını yaşamaktan yorgunum

    ayazın avucunda unutmuştun ellerini
    önünden geçtiğim halde beni tanımadın
    ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
    şiirlerim kül rengi kumrular gibi uçuşuyorlar
    bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
    hele paris’in gökleri aklımı başımdan alıyor
    bana seni senden evvelki poitiers’li kızı
    hatırlatıyor

    ayazın avucunda unutmuştun ellerini

    karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular
    gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar

    ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın

    ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
    soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın
    hatta ricardo bile hani vatansız ricardo
    burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
    oysa au vieux chatalet’de akşam sabah beraberdik
    üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
    üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
    neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti

    yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim

    montmarte metrosu civarında seni gözden kaybettim
    o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
    ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cigara gibi
    sidney bichet’nin caz havalarını çiğneyip tüküren
    o saklasın varsın seni sevdigini biliyorum ben
    yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü

    bir gazete aldım ama evde okuyacağım

    kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
    seni öldürmek için çareler tasarlasam
    sükut bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
    ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
    ve ben unutulsam yazdığım şiirler
    senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
    eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
    ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam
    ellerim oldum olasıya seni unutsalar

    yarı gecenin içinden bir zenci sütbeyaz bakıyor
    rue lafatette’de dünden bugüne geçiyorum
    eflatun gözlerini bir grog kadehinde unuttum

     

      ''Bir dizi olan Kaptan şiirleri, kısmen Paris'te yazıldı, kısmen İstanbul'da. Bence işin ilginç yanı şurası: Bu şiirleri deneyene kadar, başıboş şiir yazmak beni ürkütürdü. Önceki şiirlerimdeki biçim anlayışı, , içten içe son derece disiplinli bir biçim anlayışıdır. Oysa özellikle gerçeküstü ozanları okuduktan sonra deyişte bir rahatlık sağlamanın düşüncesi kafama doğdu. ''

      ''Peki niye şiirin adı Kaptan? Paris'te bir ara sakallıydım. Eş dost bundan mı nedir, bana kaptan adını yakıştırdılar. Hepsini birden bir dergide yayımlayamadım. Bazısı şurada, bazısı burada çıktı. Ancak Sisler Bulvarı'nın ilk basımında bir araya gelebildiler. Etkileyici de oldular. Birçok edebiyat matinelerinde bana bu şiir okutulmuştur. Bir tarihte Ankara Radyosu'nda şiir saati yapan Jülide Gülizar, yerinde kullanılmış efektlerle, Kaptan'ın tamamını radyoda okumuştu. O akşam Cengiz ile yemekteydik, birden şiir başladı. Kulak kesildik, çok etkilendim. O kadar ki, hiç tanımadığım halde, ertesi gün Jülide Gülizar'a bir teşekkür mektubu yazdığımı hatırlıyorum. ''

     

      Emperyal Oteli

      

    ben hiç böylesini görmemiştim
    vurdun kanıma girdin itirazım var
    sımsıcak bir merhaba diyecektim
    başımı usulca dizine koyacaktım
    dört gün dört gece susacaktım
    yağmur sönecekti yanacaktı
    sameland seferden dönecekti
    duvardaki saat duracaktı
    kalbim kendiliğinden duracaktı
    ben hiç böylesini görmemiştim
    vurdun kanıma girdin itirazım var
    emperyal otelinde bu sonbahar
    bu camların nokta nokta hüznü
    bu bizim berheva olmuşluğumuz
    bir nokta bir hat kalmışlığımız
    bu rezil bu çarşamba günü
    intihar etmiş kötümser yapraklar
    öksürüklü aksırıklı bu takvim
    ben hiç böylesini görmemiştim
    vurdun kanıma girdin itirazım var
    sesleri liman sislerinde boğulur
    gemiler yorgun ve uykuludur
    sabahtır saat beş buçuktur
    sen kollarımın arasındasın
    onlar gibi değilsin sen başkasın
    bu senin gözlerin gibisi yoktur
    adamın rüyasına rüyasına sokulur
    aklının içinde siyah bir vapur
    kıvranır insaf nedir bilmez
    otelin penceresinde duracaktın
    şehri karanlıkta görecektin
    karanlıkta yağmuru görecektin
    saçların ıslanacak ıslanacaktı
    kış geceleri gibi uzun uzun
    tek damla gözyaşı dökmeksizin
    maria dolores ağlayacaktı
    istanbul'u yağmur tutacaktı
    bütün bir gün iş arayacaktım
    sana bir türkü getirecektim
    kulaklarımız çınlayacaktı
    emperyal oteli'nin resmini çektim
    akşam saçaklarından damlıyordu
    kapısında durmanı söylemiştim
    yüzün zambaklara benziyordu
    cumhuriyet bahçesi'nde insanlar geziyordu
    tepebaşı'ndaki küçük yahudiler
    asmalımesçit'teki rum kemancı
    böyle rüzgarsız kalmışlığımız
    bu bizim çektiğimiz sancı
    el ele tutuşmuş geziyordu
    gazeteler cinayeti yazıyordu
    haliç'e bir avuç kan dökülmüştü
    emperyal oteli'nde üç gece kaldık
    fazlasına paramız yetmiyordu
    gözlerin gözlerimden gitmiyordu
    dördüncü gece sokakta kaldık
    karanlık bir türlü bitmiyordu
    sirkeci garı'nda sabahladık
    bilen bilmeyen bizi ayıpladı
    halbuki kimlere kimlere başvurmadık
    hiçbiri yüzümüze bakmıyordu
    hiç kimse elimizden tutmuyordu
    ben hiç böylesini görmemiştim
    vurdun .... kanıma girdin ..... kabulümsün.

      ''Ünü pek yaygın bir şiirdir bu, edebiyat matinelerinde kimbilir kaç kere okunmuştur, yanlış aklımda kalmadıysa, işsiz ve yoksul iki gencin kısa aşk öyküsüdür, bu niyetle yazılmıştır, öyledir de neden o kadar çok yankı yapmıştır, açıklaması zor olan burası, sanıyorum, uzaktan iki savaş arası fransız filmlerini hatırlatan atmosferi bunda etkili oldu, bir de şehirli özellikleri, sinema için elverişli yanı, su götürmez. 55'de mi, 56'da mı ne, metinle (erksan) nasıl bir film yapılabileceğini söyleşirdik: oyuncularımız da kimler, kız çolpan (ilhan), oğlan fikret (hakan).''

     

      Pia

      

    ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
    ellerini bir tutsam ölsem
    böyle uzak seslenmese
    ben bir şehre geldiğim vakit
    o başka bir şehre gitmese
    otelleri bomboş bulmasam
    içlenip buzlu bir kadeh gibi
    buğulanıp buğulanıp durmasam
    ne olur sabaha karşı rıhtımda
    çocuklar pia'yı görseler

    bana haber salsalar bilsem
    içimi büsbütün yıldızlar basar
    bir hançer gibi çıkıp giderdim

    ben bir şehre geldiğim vakit
    o başka bir şehre gitmese
    singapur yolunda demeseler
    bana bunu yapmasalar yorgunum
    üstelik parasızım pasaportsuzum
    ne olur sabaha karşı rıhtımda
    seslendiğini duysam pia'nın
    sırtında yoksul bir yağmurluk
    çocuk gözleri büyük büyük
    üşümüş ürpermiş soluk

    ellerini tutabilsem pia'nın
    ölsem eksiksiz ölürdüm

     
       Atilla İlhan günlerden birgün, Kadıköy Rıhtımı’nda otururken yabancı plakalı bir nakliye aracının oraya geldiğini görür. Araç da dikkat çeken şey ise üzerinde; “Pakistan İnternational Airlines” yazıyordur. Atilla İlhan oradaki nakliye aracını hayalindeki kadına benzetir. Daha sonra nakliye aracının üstünde yazan yazının baş harflerini kendince birleştirir ve ortaya “Pia” diye bir kelime çıkar. Edebiyatta sadece Atilla İlhan’dan duyduğumuz ve okuduğumuz bu kelime birgün üstada sorulur. Kimdir bu Pia? Gerçek midir? Böyle bir kadın var mıydı?

      Üstadın cevabı ise şöyle olur: ''Aklımda kalanlar imkânsız aşkların kadını. Yaşanmış aşklar kalmıyor, bitiriyorsunuz karşılıklı. Hatırlanan askıda kalmış aşklar oluyor. Ama Pia aşkı; yaşanmışlık olmadığı için hiç bitmiyor. Herkesin bir Pia’sı ve böyle bir hikayesi vardır .'' diyerek sözlerini noktalıyor. 

     

       Zehra Kardelin 

      

    Akşam oldu yine bastı karalar
    varıp yıldızların kapısını çaldım
    açtılar
    yıldızlar uyanıp gözlerimden geçtiler
    halep şehri şen oldu şenlik oldu
    ağaçlar dile geldi kuşlar güldü
    dağ dağa kavuştu ben sana kavuştum
    Zehra Kardelin.

    Sen kimsenin bilmediği bir yıldız gibisin
    istersen derya düşünür kahrolur kederinden
    istersen dağ yürür yağmur olur bulut olur
    bir rüzgârın koynundan çıkar gelirsin
    gözlerin iki siyah karanfil gibi
    gözlerini alsam yakana taksam
    Zehra Kardelin. 

    Sen masallardan bile güzelsin büyüksün
    açıl susam dedin açıldı kalbimin kapıları
    kırk haramiler yol verdi sana
    ellerin alnıma dokundu havaî fişek oldum
    alıp başımı gittim güneşi delip geçtim
    evren tükendi tükendi sen başladın
    Zehra Kardelin. 

    Sen bensin ben senim
    kalbimde senin kalbin kalbinde benim kalbim
    ben yanardağ sen ateş sen dünya ben güneş
    ömrün ömrüme girmiş yazan alnıma yazmış
    nur yüzüne yüzün şarkılara dönsün
    kalbim bir yol sana gitmiş
    Zehra Kardelin. 

      '' zehra adıyla onu kimse çağırmazdı, kardelin’se benim uydurmam. galiba çocukluk yıllarımdan geliyor, menemen’deki bağda lâstik sapanla kuş avlardık, çocukların kardelin adını verdikleri bir kuş hatırlarım, oradan. zehra’yla ilişkimiz, ‘resmen’ nişanlanmaya kadar gitmiş, her zaman olduğu gibi benim yüzümden ‘happy and’e ulaşamamıştır. zehra, alman filolojisinde öğrenciydi, sonradan hikâyeler yazacak olan leylâ erbil’i bana tanıtan da odur, edebiyat fakültesi kantininde yeşil gözleri son derece etkileyici bir genç kız, hiç unutmam, bir çırpıda şiirlerimin birinden bir mısraı ezberden okuyuvermişti. edebiyat matinelerinin moda olduğu yıllarda, zehra’yla ben, leylâ’yla sait (faik) o matine senin, bu matine benim dolaşırdık. bu şiir, yanlış aklımda kalmadıysa, zehra daha bursa kız lisesi’nde öğrenciyken yazılmıştı, uzun süre yayımlanmadı.''

     

      Sisler Bulvarı

     

    elinin arkasında güneş duruyordu
    aylardan kasımdı üşüyorduk
    ağacın biri bulvarda ölüyordu
    şehrin camları kaygısız gülüyordu
    her köşe başında öpüşüyorduk

    sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
    omuzlarımıza çoktan çökmüştü
    kesik birer kol gibi yalnızdık
    dağlarda ateşler yanmıyordu
    deniz fenerleri sönmüştü
    birbirimizin gözlerini arıyorduk

    sisler bulvarı'nda seni kaybettim
    sokak lambaları öksürüyordu
    yukarda bulutlar yürüyordu

    terkedilmiş bir çocuk gibiydim
    dokunsanız ağlayacaktım
    yenikapı'da bir tren vardı

    sisler bulvarı'nda öleceğim
    sol kasığımdan vuracaklar
    bulvar durağında düşeceğim
    gözlüklerim kırılacaklar
    sen rüyasını göreceksin
    çığlık çığlığa uyanacaksın
    sabah kapını çalacaklar
    elinden tutup getirecekler
    beni görünce taş kesileceksin
    ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

    sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
    ıslak kaldırımlar parlıyordu
    durup dururken gözlerim dalıyordu
    bir bardak şarapta kayboluyordum
    gece bekçilerine saati soruyordum
    evime gitmekten korkuyordum
    sisler boğazıma sarılmışlardı

    bir gemi beni afrika'ya götürecek
    ismi bilmiyorum ne olacak
    kazablanka'da bir gün kalacağım
    sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
    kırmızı melek şarkısından bir satır
    lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
    senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım
    seni hatırlatanın çenesini kıracağım
    limanda vapurlar uğuldayacak

    sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
    ağaçları yatıyordu yoksuldu
    bütün yaprakları sararmıştı
    bütün bir sonbahar ağlamıştı
    ağlayan sanki istanbul'du
    öl desen belki ölecektim
    içimde biber gibi bir kahır
    bütün şiirlerimi yakacaktım
    yalnızlık bana dokunuyordu

    eğer sisler bulvarı olmasa
    eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
    sabah ezanında yağmur yağmasa
    şüphesiz bir delilik yapardım
    hiç kimse beni anlıyamazdı
    on beş sene hüküm giyerdim

    dördüncü yılında kaçardım
    belki kaçarken vururlardı

    sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün
    sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
    yağmurun altında yalnızım
    ağzım elim yüzüm ıslanıyor
    tren düdükleri iç içe giriyorlar
    aklımı fikrimi çeliyorlar
    aksaray'da ışıklar yanıyor
    sisler bulvarı ayaklanıyor
    artık kalbimi susturamıyorum

     
       ''Bu pek ünlü şiiri çoğu Paris'te yazdığımı, adı geçen bulvarın Paris bulvarlarından biri olduğunu sanır. Öyle değildir.
    Şiiri Paris dönüşü, Laleli'de, Şair Nigar Sokağı'nda, emekli Melahat Hanım'ın evinde pansiyoner olarak kalırken yazdım.
    Atatürk Bulvarı üzerinde, o zaman Güneşli Pastanesi diye bir pastane vardı. Akşamları oraya düşer, sonbahar sisleri basıp sokak lambaları puslu puslu yandı mı, yürüterek ta Atatürk Köprüsü'ne kadar inerdim. Demek bu yürüyüşlerde bir yandan Paris günlerini düşünüyormuşum, bir yandan sevdiğim kızı, bu yaşantının izlenimlerini dolaylı olarak böyle gerilim şiirlerinde söylemeye çalıştım. ''

     

     

     
     

     

     
     

     

     



     

     

     



     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.