Caspar David Friedrich'in 1818 senesinde yaptığı, yağlı boya olan bu resimden bahsederken ayrıntılı bir incelemeye girmeyeceğim. Sanatçının kimliğini, eserde hangi renkleri hangi imgeleri kullandığını, kimi nerede çizdiğini, eserle bizlere ne anlatmak istesiğini değil de tamamamen esere baktığımda ne hissetiğimi yazacağım.
Yalnızlık denilince akla ilk gelen ressam şüphesiz ki Edward Hopper'dır. Birçok eserinde bize hem kalabalık içerisinde hissedilen yalnızlığı hem de tek başına yaşanan yalnızlığı, kendi iç dünyasının bir yansıması olarak hissettirmiştir. Friedrich, Hopper kadar yalnızlığa takıntılı değildir. Fakat bu eseri tamamen yalnızlık dolu.
Daha dağların zirvesinini aşamamış sis bulutları, altındaki bütün yaşamı gizlerken, insana yazacağı bir çok hikaye için tertemiz bir sayfa oluyor. Hem hiçlik hem de eşsiz bir güzellik. Böyle bir çelişki içerisinde bulunan bir insan sadece bir düşünceye odaklanıp kalamayacaktır da. Düşünceler, sislerin üzerinde dans edecek çarpışacak kimi düşünceler ölürken kimi de büyüyecek, belki de yeni düşünceler doğacak. Her şeyi bırakıp sadece kendini dinlemek isteyen bir insanın kaçabileceği en güzel yer ve en güzel an bu değil midir? Açığa çıkarmaktan korktuğumuz her ne varsa bu sakinlik içerisinde birdenbire kendini gösterip onunla yüzleşmemizi isteyecektir.
Sadece korkular, kötülükler, üzüntüler, kırgınlar değil mutluluklar, hevesler ve umutlar da burada açığa çıkmaz mı. Sizi bölecek dünyevi gayelerin olmadığı bir an, en güzel hayalleri kurmak için bir fırsattır. İyi veya kötü ne olursa olsun sislerin dağılacağı ana kadar olan zaman tamamen bize aittir. Onca şeye zaman harcarken kendimizi kaybedeceğimiz dakikalara da ihtiyacımızın olduğunu unutmamak lazım. Belki kendimizi ararken sapacağımız başka yollarda hiç ummadığımız sonuçları bulacağız. Bunun için sis denizinin üzerinde yolculuk yapmak, bu denizin gezgini olmak, hiç de buhranlı, karanlık ve kötü olmamalı.
Resme bakarken çoğu zaman orada bulunan adamı farketmiyorum bile. Çünkü kendimi onun olduğu yere koyuyorum. Onun baktığı açıdan bakıp düşüncelere dalıyorum. Resmin en güzel yanlarından biri de oradaki adamın ne düşünebileceğini tahmin etmek oluyor. Ne düşündüğünü bilmek imkansız olsa da bir çok şey düşünüp farklı ruh hallerine bürünmek küçük ama keyifli bir oyun.
Friedrich ve onun gibi, bizleri fırçası ve renkleriyle düşüncelere daldıran bir alemden başka bir aleme sürükleyen sanatçılar, bunu yapabiliyor olmaları nedeniyle sadece estetik kaygılarla tablo yapan ressamlardan hep daha kıymetli olmayı başarıyorlar.
Yorum Bırakın