Advertisement Tracker

Hakikat Sonrası- Lee Mcintyre

Hakikat Sonrası- Lee Mcintyre
  • 2
    0
    0
    0
  • İnsan ilişkilerinde yalan hayatın her aşamasında bizi bulur. Gerektiği zaman yalan söylemekten çekinmeyen bizler için toz pembe yalanlar, dilimizde adeta zararsız birer figürana dönüşür. Peki biri size bu yalanların büyüyüp çığ yarattığını, bu çığın olgular olarak gerçekliği tamamen ele geçirdiğini söylese ne derdiniz?

    Yazara göre artık yalanların samimiyetle çelişmediği bir çağdayız. Artık yalanlar, bazı durumların etrafından dolanmak veya bazı negatif durumları çevirmek için kullanılmıyor. Yalanlar, medyanın da etkisi ile gerçeği itibarsızlaştırma girişimi olarak kendisini gösteriyor. Bahsi geçen bu gerçeklik, olgusal gerçeklik yani hakikattir. Bugünün gerçeklik sorunu ise yalan söyleyen siyasetçiler değildir. Bugünün asıl sorunu, yalanın bir 'can simidi' görevi üstlenmemesidir. Eskiden çaresizlikten yalan söyleyen siyasetçiler bugün tamamen yalanlardan oluşan bir siyaset güdüyorlar. Peki demokrasi yalanlarla nasıl sağlıklı işleyebilir?

    Yazar bu iddialarını güçlendirecek kanıtlar da sunuyor. Trump'ın başkanlığının ilk yılında 2.140, ikinci yılının ilk altı ayında 4.230 yalan söylediğini belirtiyor. Üstelik bu yalanları sadece Twitter'da veya mitibglerde değil, işsizlik gibi toplumsal sorunlarda da söylediğine yer veriyor. Yazara göre bu yalanlar sıkışılan anlarda söylenen yalanlar değil, adeta yalanlardan oluşmuş bir evren halini almıştır. Mühim olan mesele ise kurulan bu evrene kitleleri ikna etme aracı olarak bakılmasıdır. Var olan bu kadar yalan, gerçeğin izlediği yolu tıkayarak, sistemin işlemesine engel oluyor.

    Peki nasıl oluyor da yalanlar gerçekliğin yerini böyle alabiliyor? Yazar burada yalanların doğasına vurgu yapıyor. Yalanlar doğaları gereği yayılmaya yatkındır, yaratılma amacı hoşa gitmesi ve yayılabilmesidir. Can sıkıcı gerçeklere nazaran yalanlar, 'havailikleri' ile kolayca yayılır ve benimsenirler. Yalanlara inananlar da inandıkları şeyin yalan olduğunu bilirler ancak ilgi çekici bir yalana inanmak, sıkıcı gerçeklere inanmaktan daha cazip gelir. Tüm bunların yanında çoğunluğa uymaya eğilimli bir çağda bireylere kendilerini iyi hissettirme imkanını da yalanlar verir.

     Science dergisinin bir yazısında yer alan bir araştırmaya göre, yalanlar gerçeklere kıyaslaa tam altı kat daha hızlı yayılıyor. Çünkü yalanlar nefret etmemiz veya takdir etmemiz için üretiliyor. Dolayısıyla da bu ajitasyon tuzağına kitleler düşüyor. Yazar bununla ilgili bir örnek veriyor. 'Sekiz askerin şehit olduğu gün cumhurbaşkanının Tanzanya ziyaretinde davul çalması' kurgusu öyle bir ajitasyon yaratıyor ki, insanlar retweet'leyerek öfke gösterisi yapmaktan geri duramıyor. Kimse bu kurgunun doğruluğunu sorgulamadan önüne sunulana inanıyor. 

    Yazar Türkiye'ye dair bazı çıkarımları da aktarıyor. Açık Toplum Enstitüsü'nün 2018'de yayımladığı araştırmaya göre, Türkiye kamuoyu 35 Avrupa ülkesi arasında, yalan habere karşı Makedonya'dan sonra en savunmasız ikinci toplum. Araştırmacılara göre bunun sebebi medya okuyazarlığının eksikliğidir. Bu eksiklik neyin doğru neyin yanlış olduğunu tespit etme eksikliğidir. Daha acı başka bir gerçek de, tüm dünyada korsan sitelerin yaptığı yalan haber tufanını Türkiye'de ana akım medya organlarının üstlenmiş olmasıdır. 

    Felsefi açıdan bakacak olursak, Sokrates'e göre cehalet tedavi edilebilirdir. Oysa asıl tehdit, hakikati bildiğini iddia ederek kibirli olanlardır, çünkü yanlışa göre hareket edecek kadar fevridirler. İnsanlar istemeden de olsa yanlış şeyler söyleyebilir, bu durumda kişi 'gerçekdışı' ifadelerde bulunmuş olur. Ancak bundan sonraki adımda 'gönüllü cehalet' vardır. Burada bir şeyin doğru olup olmadığı kesin olarak bilinmez ancak onu doğrulama veya sorgulama gayretine girmeden söyleniverir. Burada konuşan kişi sorgulamadığı için cehaletinden sormlu olur. Bundan sonraki adımda ise yalan söylemek gelir. Artık doğru olmadığını bilerek ve başka bir insanı yanıltmak amacıyla konuşulur. Tüm bunların yanında hakikati kendi menfaatlerine göre çeviren siyasetçilerin yaptığına da zırva denemez, çünkü başkalarını etkileme amacı güdülür, yani söylenen her yalanın bir alıcısı vardır.

    Yazar kitapta yalana inanmanın, onun toplumda yayılmasının psikolojik temellerine de değinir. İnsan psikolojisindeki temel fikirlerden biri, huzursuzluklardan kaçınmaya eğilimimizin olduğudur. Freud'cu teoriye göre bu 'ego savunması'dır. Bizler zeki, bilgili, kabiliyetli olduğumuzu düşünmeyi, aksini düşünmeye yeğleriz. Dolayısıyla inandığımız şeyin aksini iddia eden bir bilgi gerilime sebep olur. Öyle ya, hem zeki biri olup hem de aslı olmayan bir şeye inanmam nasıl mümkün olur? Değişim ise bu gerilimle doğar. Solomon Asch, inancın toplumsal bir boyutunun olduğunu ve bu inancımızın çevremizdekilerle uyumlu olmaması durumunda kendi hislerimizi bile hafife alabileceğimizi söyler. Burada bahsedilen mahalle baskısıdır. Yani kendi inançlarımızda olduğu gibi çevremizin inançlarında da uyum gözetiriz. Asch'in Uyma Deneyi tam olarak bunu gösterir; azınlık çoğunluğa uyum sağlayarak gözleriyle gördüklerini inkar eder.

    Kitapta gruba uyum ve grup etkileşimi üzerine çeşitli örnekler verilir. Bunlardan çıkan sonuç, grupların performansının bireylerin performansından üstün olduğudur. Etkileşim ve müzakere barındıran gruplar, pasif olanlardan üstündür. Böylece  fikirlerin grupta paylaşılması, doğru cevaba ulaşmada önem arz eder. Bu nedenle hakikat arayışında şüphecilik, eleştirel düşünce ve fikirlerin, başkalarının eleştiri ve değerlendirmesine sunulması önemlidir. Bir açıdan içinde bulunduğumuz grup tarafından kabul edilip beğenilmeyi, mevcut gerçeklikten daha çok daha çok önemsiyoruz.

    Günümüzde haber alma alanlarında da değişiklikler görüyoruz. Artık sosyal medyanın varlığı ve haber kaynağı olarak yükselişi, önemli sonuçları da doğuruyor. Önceden önümüze konan haberleri okuyor veya dinliyorken, şimdilerde bloglarda, sosyal medyada çıkan haberleri okumayı veya okumamayı tercih ediyoruz, onları seçebiliyoruz. Bu da zaman zaman fikirlerimize ve bakış açımıza uyan haberleri okumayı ve onlara inanmayı tercih etmemizi sağlıyor. Dolayısıyla duymak istediklerimizi söyleyen bir medya oluşuyor. Sosyal medyadan alınan haberler, neyi beğeneceğimizi saptayan bir algoritma sayesinde akışımıza düşüyor, bu da yine kendi fikirlerimize uygun haberleri okumamızı sağlıyor. Bu sebeplerle sosyal medya yalanın yayılmasında amaçtan çok araçtır, çünkü yalan yayılabileceği gibi hakikat de yayılabilir. 

    Yazar son olarak hakikat incelemesini postmodernizm üzerinden ele alır. Postmodernizmin ilk iddiasına göre nesnel hakikat diye bir şey yoktur. M. Lynch bununla ilgili şöyle söyler;

    "Mutlak, nesnel bir hakikat olduğu fikrinin felsefi bir şaka olduğunu kabul ettiğimizde alınacak tek konum 'perspektivizm'dir. Buna göre, dünyanın tek bir nesnel hali yoktur, dünyanın ne olduğuna dair perspektifler vardır."

    İkinci iddiaya göre ise, hakikate dair mevcut iddialar, onu dile getirenlerin ideolojilerinin yansımasıdır. M. Foucault'nun dilin içindeki iktidar ve tahakküm ilişkisi, bilginin temelde bir otorite beyanı olduğu anlamına geliyordu. Bunlar güçlülerin kendi ideolojilerini zayıflara kabul ettirmeye çalıştıkları bir yoldu. Yani hakikat diye bir şey olmadığı için, bir şey bildiğini iddia eden kimse bizi eğitmeye değil baskılamaya çalışıyor demektir. Bu durumda birden fazla perspektifin olması, tek bir hakikat iddiasını faşizan bir tutuma dönüştürür. Bugün karşımıza çıkan 'Doğru olan kimin perspektifidir?, Kimin olguları hakim olmalıdır?' gibi soruları da düşününce, yazar postmodernizmin, hakikat-sonrasının atası konumunda olduğunu belirtir. 

    Yazara göre hakikat-sonrası, hakikatin gölgede bırakılmasından endişe ederek hayıflanmadan doğmuştur. Bu koşullarda olgular ve hakikat, günümüz siyaseti altında tehlikededir. Hakikat-sonrası kavramındaki 'sonrası' eki, hakikatin zamansal anlamda geçtiğine değil, hakikatin gözden düştüğüne, önemini yitirdiğine işaret eder. Kitabı sonlandırırken, hakikat reddedilerek saklansa da, er ya da geç gün yüzüne çıkacak olduğunu, bunun hakikatin doğası olduğunu belirtir. 

    İncelemenin sonuna gelirken belirtmek isterim ki, kitap hayli detaylı ve bol örnekle dolu olsa da, elbette her şeyi buraya aktarmam mümkün değildir. Bu nedenle önemli gördüğüm alanları seçerek aktarmaya, olabildiğince anlam bütünlüğünü bozmadan aracı olmaya gayret gösterdim. Kitapta iklim değişikliğinden bilim inkarcılığına kadar birçok konu yer alsa da, daha çok basit bir özetini sunmaya çalıştım. Dilerim mevcut durumumuza ışık tutar..

    Asch'in Uyma Deneyi için; https://tr.wikipedia.org/wiki/Asch_deneyi


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.