EN FILM AV BERGMAN - INGMAR BERGMAN FİLMLERİ VE TEMEL FARKLILIKLARI

EN FILM AV BERGMAN - INGMAR BERGMAN FİLMLERİ VE TEMEL FARKLILIKLARI
  • 7
    0
    0
    2
  • Bölüm 1: İnanç, Ölüm ve Genç Bergman'ın Yaşlılığına Mektubu

    Smultronstället (Yaban Çilekleri, 1957)

    Yaban Çilekleri, bir bilim adamı olan Isak Borg'un doktorayı bitirişinin 50. yılı olması sebebiyle ona verilecek olan bir ödülü almak için aracıyla yolculuğa çıkmasını ve yolculukta yaşadığı olayları, girdiği ruh hallerini anlatıyor. Ondan pek haz etmeyen hamile gelini Isak'e yoldaş oluyor. Isak, yol boyunca mola için durdukları mekanlarda çocukluğunun geçtiği yerleri ziyaret edecek, geçmişteki aile ilişkilerini, başarılı veya başarısız olduğu aşk hayatını, gençliğine olan özlemi anımsayacak ve şu anki hayatının ne denli boş, almak için peşinden gittiği ödülün ne denli değersiz olduğunu anlayacaktır. Temel olarak yaşlılık, akıp geçen yıllar ve ağır ağır ama sağlam adımlarla gelen ölümün korkunç dehlizlerinde geçer film. Filmdeki gerçeğin ve geçmişin iç içe aktarılmasındaki sinematik beceri, nesne yerleştirmeleri ve diyaloglar Bergman'ın parlak zekasına işaret ediyor. Haliyle bu film Bergman'ın en sevilen eserlerinden kabul ediliyor.

    Det sjunde inseglet (Yedinci Mühür, 1957)

    Bergman'ın sinemaya olan düşkünlüğünü bu filmin Yaban Çilekleri ile aynı yılda tamamlanmasından anlayabiliriz. Yedinci Mühür, yıllardır Haçlı savaşlarında kan dökmüş, psikolojik olarak hezeyanda olan Antonius ve onun silah arkadaşlarının bir seferden dönüşleri ile başlar. Aslında inanç dolu olan Antonius, seferde gördüğü vahşetin de sebebiyle içinde bir soru belirir artık: "tanrı yok mu?".  Bu noktada ölüm ile karşılaşır. Ölüm'ün madde bulması, bir bedene bürünmesi yine Bergman'ın sinematik zekasının ne denli parlak olduğunu gösterir bizlere. Ölüm ile karşılaşınca hayli afallayan Antonius'un aklına o ikonik fikir gelmiştir: ölüm ile satranç iddiasına girmek. Zaman kazanmak içindir aslında bu. Ardından satranç oyunlarının sürmesiyle bir arayışa çıkacaktır şövalye. Tabii hikayenin arkaplanında patlayan veba hastalığı bu yaşam ile ölüm arasındaki paslaşmayı daha umutsuz ve bitkin hale getirecektir. Antonius ve Ölüm karakterleri tamamen zıtlardır. Sonuçta birisi ölüm, diğeri ise yaşamak isteyen, inanmaktan ziyade öğrenmek isteyen bir insandır. Bu süregelen varoluş savaşında sonuç ne olursa olsun Antonius ve çevresindeki karakterler için bazı düşüncelere ışık tutulacaktır. Bu filmin temelinde inanç hakkında sorgulamalar ve ölümün katı sessizliği boğar seyirciyi. Yedinci Mühür, Bergman'ın kendi sinematik dilinin en yoğun kullandığı filmdir. İmgelemeler ve sembollerle güçlenir. 

    Såsom i en spegel (Aynanın İçinden, 1961)

    Bergman bu sefer kadrajına dört kişilik bir ailenin tatilini alır. Karin çok hastadır. Kocası Martin ise Karin'i çok sevmesine rağmen ona yardımcı olamamaktadır. Ne yaparsa yapsın, ona karşı duygusal bir soğukluk beslemektedir ve asla yardımcı olamaz. Bu dörtlünün içinde bir de Karin'in babası vardır: David. Bu karakter dış dünya ve ailesiyle olan ilişkisine karşı tamamen kapanmış ve yine ailesiyle olan ilişkileri hususunda yozlaşmıştır, kaskatıdır. Son karakterimiz ise Karin'in erkek kardeşi Minus'tur. Minus sevgiye aç büyümüş, anne baba sevgisini tatmamıştır. Hikayenin ilerleyen kısımlarında ablası ile oldukça yakınlaşacak ve bir dizi ensest gerilimin içinde bulacaktır kendisini. "Tanrının Sessizliği" üçlemesinin ilk ayağı olan Såsom i en spegel; az sayıda karakterin, az sayıda mekanın ve sınırlı bir süre içerisinde geçen zıtlaşmaların, tanrı sorgulamaların ve tabii ki cinsel gerilimin köküne kadar kullanıldığı ve bunları kullanırken de seyirciyi tedirgin etmeyi, soğuk aile ilişkilerindeki sert gerçeği seyirciye yaşatmayı düstur edinmiş bir eser. 

    Nattvardsgästerna (Kış Işığı, 1963)

    Tanrının Sessizliği üçlemesinin ikinci filmi olan Kış Işığı, İsveç'teki bir köyde, tanrıya dair içinde en ufak inanç kırıntısı bile kalmayan bir rahibe ve onun insanlar, din ve tanrı ile olan ilişkisine odaklanıyor. Bol bol sorgulamalar eşliğinde süren film yer yer farklı karakterlerin doğrudan seyirci ile göz teması kurarak diyaloglarını aktardığı bir kurguya sahip. Ayrıca gelmiş geçmiş en başarılı görüntü yönetmenlerinden birisi olan Sven Nykvist ile çalıştığı ilk film. Bu bağlamda sinematografik olarak çok güçlü bir adım atıyor ve karakterlerin duygularını seyircilere daha iyi aktarıyor. İsa göndermeleri ile güçlendirilen ve dönemin nükleer savaş tehdidi ile arkaplanı doldurulan film, esasında tanrı arayışını ve tanrı varsa bile neden sessiz olduğuna dair sebepleri aramamızı istiyor rahip karakteri ile beraber.

    Tystnaden (Sessizlik, 1963)

    Tanrının Sessizliği üçlemesindeki son film olan Tystnaden en temelinde iletişimsizliği konu alıyor. Anna, Anna'nın oğlu ve kız kardeşi Ester ile bir yolculuğa çıkıyoruz bu filmde. İzbe bir kasabada, suratı asık, ruh gibi gezinen insanların çevrelediği bir oteldeyiz. Ester hasta ve hastalığı gitgide daha kötü bir hal alıyor. Kız kardeşi Anna ile arasında büyük bir iletişimsizlik söz konusu. Anna'nın çocuğu ise resmen bir hayalet olan otelin koridorlarında başıboş bir şekilde vakit geçirmeye çalışıyor. Bergman aslında çok sade tuttuğu bu çocuk karakteri ile özdeşleşmemizi istiyor. Odanın birisinde teyzesi hasta, annesi ile aralarında duygusal bir buzlaşma hakim. Tabii o bir çocuk ve kendi dünyasında yaşıyor. Bu esnada biz de kendimizi çocukla bir mukayeseye sokuyor, geriliyor ve endişeleniyoruz. Tabii ilerleyen sahnelerde Anna'nın tanıştığı bir adamla sevişmesi, ardından Ester ile girdiği şiddetli tartışma neticesinde oğlunu da alıp oteli terkettiğini görüyoruz. Yedinci Mühür ve Yaban Çilekleri filminde gördüğümüz yoğun sembolik anlatıyı -tabii ilerleyen yıllarda Persona ile arşa çıkaracak olan sembolik dil- bu filmde tamamen yok eden Bergman bize bir hikaye anlatmaktan çok izletiyor. En yalın haliyle modern insanın iletişimsizliğini temel alması sebebiyle bu yapım Antonioni'nin Il deserto rosso'su ile yanyana koyulabilecek nitelikte.

    Skammen (Utanç, 1968)

    Tarih 1967-68'li yılları göstermesi ile Bergman'ın toplumsal olaylara karşı sessizliği seyirci tarafından hoş karşılanmamaya hatta eleştirilmeye başlanmıştır. Bu sebepten dolayı olsa gerek, Bergman cevap niteliğinde çekmiştir Utanç'ı. Daha önce bireysel problemleri ele alan ve eserlerinde otobiyografik öğelere yer veren Bergman, bu filmde hiç yapmadığı bir şeyi yapacaktır ve bir "savaşı" temel alacaktır. İsimsiz bir Avrupa ülkesinde sakin bir hayat süren Jan ve Eva'yı izliyoruz. Keman çalan, klasik müzik ile ilgilinenen bu çiftin hayatı; yaşadıkları adaya bir savaş uçağının düşmesi ile entelektüel yaşamları hayli değişecektir ve eskisi gibi olmayacaktır. Çapraz ateşin ortasında kalan çift çareyi kaçmakta bulacaktır. Ardından isyancı askerlere yardım etmekten suçlanırlar. Bu noktada çiftin eski bir dostu olan Jacobi isimli bir albaydan yardım isterler. Albay yardım edecektir ama bir şartı vardır: Eva'nın onunla yatması gerekmektir. Zaten utanç duyulması gerekilen bir olay olan savaşın içinde bu denli pisliklerin dönmesi ile adı üstünde "utanç" konusu işlenir. Hikayenin ilerleyen kısımlarında bu kötü psikolojinin çifti nasıl etkilediğini görürüz. Köklü bir karakter yapısı değişimi söz konusudur zira Jan gitgide bir katile dönüşür.

    Höstsonaten (Güz Sonatı, 1978)

    Dünyaca ünlü bir piyanist, eşinin ölümü ile yıllardır arayıp sormadığı kızını ziyaret eder. Günler geçtikçe ikili arasındaki gerilim tırmanır ve bir gece ikisinin de birbirine söylemek istedikleri açığa çıkar. Yine bir kötü aile ilişkisi hikayesini temeline almış gibi dursa da diyaloglardaki derinlik ile Freud'un teorilerinden beslendiğini görüyoruz. Ayrıca yine varoluş sancılarını, insanoğlunun yıkılmaz egolarını da sunmaktan çekinmiyor Bergman. Filmin en vurucu yanı ise kesinlike oyunculuklar. Ingrid Bergman ve Liv Ullmann'ın muhteşem tiratları ile sinemanın en iyi kadın oyunculuklarından ikisine şahit oluyoruz.

    Bölüm 2: Kapalı Anlatım, Yükselen Sembolizm ve Var Olmanın Umutsuz Düşü

    Persona (1966)

    Ve Bergman kimisi için sinema tarhinin gördüğü en iyi filmlerden birisini çekmek için kolları sıvar. Başrole İsveç'in kadın yıldızlarından iki tanesini yerleştirir. Liv Ullmann ve Bibi Andersson tüm doğal güzelliğiyle objektiflerin karşısına geçer. Elisabeth Vogler bir tiyatro oyuncusudur. Sophokles'in unutulmaz Yunan Tragedyası Elektra oyununda Elektra'yı canlandıracaktır. Oyun başlar ve Elisabeth bir anda susar. Hemşire Alma ise bunun bir hastalık olmadığını, bilinçli bir suskunluk olduğunu söyler. Birlikte bir yazlığa giderler ve seyirci yavaş yavaş sinemanın enlerinin yaşandığı birkaç sahneyle başbaşa kalır. Yönetmenden bolca otobiyografik dokunuşlar yakaladığımız Persona'nın çıkış noktası aslında Bergman'ın başından geçen bir olaya dayanmaktadır. Bibi Andersson ve Liv Ullmann ile beraber katıldığı bir basın toplantısında "Eğer tekrar Persona'ya dönmeme izin verirseniz, filmin başında, morgdaki o cesetler ve ölmüş görünen ama daha sonra hayata dönen çocukla ilgili neler söyleyeceksiniz?" sorusu yöneltilir Bergman'a. Cevaplar: "O benim şiirselliğimdir. Hastanedeydim; pencereden bakınca, ölmüş insanların taşındığı küçük bir kilise görünüyordu ve ben bu binanın içinin ölü insanlarla dolu olduğunu biliyordum. Elbette, içimde bir yerde, tamamen ölüm dolu bir ortamın bulunduğu duygusuna kapıldım ve kendimi o küçük çocuğun yerine koydum. Yarı ölmüş bir halde uzanıyordum ve birdenbire iki yüz, birbirine karışmış iki yüz belirdi kafamda; filmin başlangıç noktası bu oldu".  Son olarak Persona kelimesine değineyim: Persona kavramı, Carl Gustav Jung’un en temel teorilerindendir. Buna göre, dünyaya gösterdiğimiz dış yüzler, başkalarının görmesine izin verdiğimiz kendimizin parçası personamızdır. Yunan oyuncuların taktığı maskelere gönderme yapan persona, başkalarına gösterdiğimiz kişiliklerimizin maskesidir. Toplum tarafından tepki görmemek için gizlediğimiz yanımızı örten kostümdür. Böylece kendimizi tehlikelere karşı korur, çıkarlarımızı güvence altına alırız.

    Vargtimmen (Kurtların Saati, 1968)

    İlk sinema eserinden bu yana ufak ufak gerilim veren Bergman artık bir korku filmi çekmeye hazırdır. Vargtimmen, bir çift ilişkisi gerilimidir. Günümüzde yeni yeni yaygınlaşan ve bazı kitlelerce ilkmiş gibi lanse edilen Midsommar ve I'm Thinking of Ending Things gibi yapımları ve geniş bir korku sineması yelpazesini etkilemiştir. İsveç'in kimsesiz, sessiz sakin bir köyündeyiz. Ekranda yine mutlu mesut geçinen bir çift var. Alma ve bir ressam olan Johan. Johan resim yaparken ilginç halisünasyonlar görür. İşin garip kısmı Alma da bu halisünasyonları görmektedir. Bir gün, suratı olmayan yaşlı bir kadın Alma'ya kocasının günlüğünü okumasını söyler. Alma kadının dediğini yapar ve günlüğü okur. Günlükten kocasının onu aldattığını öğrenir. Er ya da geç bu ikili hesaplaşacaktır. Belki de en sürreal filmidir Bergman'ın. Güneş battığında gerilimli sahneler bekler seyirciyi. Ses miksajında da yeni adımlar atılmıştır. Gerilim dozajını artırmak için bir saat tik-toku duyarız sürekli. Bergman'ın film hakkında söyledikleri: "Kurtların Saati'ni biliyorsunuz. O çok iyi bir film değil, fakat çok kişisel bir filmdir. Benim orada anlattıklarım, bir süre dost olan, sonra da insanı yok etmeye başlayan şeytanlardı. Sanırım, daha çok benim onlara ilişkin kendi korkumla ilgili bir şeydi. Senaryoyu çok sessiz bir odada yazdım. O oda hiç güneş görmüyordu. Orası aynı zamanda yattığım odaydı. Birkaç hafta sonra o odada yatmayı bıraktım çünkü şeytanlar gelip beni uyandırıyordu. Çok ilginç bir durumdu". Anlayabildiğiniz üzere bazı paranoyak korkuları üzerine bu filmi çekmiştir Bergman. "Kurtların Saati"i gün batımından sonra, güneş doğmadan önce anlamına gelir. Dünyada en çok ölümün ve en çok doğumun olduğu saat dilimi olduğu söyleniyor. 

    Ansiktet (Yüz, 1958)

    "Hep bir bıçağın özlemini çektim. İçimi ortaya dökebilecek keskinlikte bir bıçak. Beynimi ve kalbimi azad edecek. Beni benden özgür kılacak. Dilimi ve cinselliğimi kesip atacak. Beni tüm pisliklerden arındıracak keskin bir bıçak. O zaman bu ruh denen şey şu anlamsız kadavradan ayrılıp yükselebilecek." sözleri ile açılıyor film. 19. yüzyıldayız. İsveç'te gezintiye çıkan bir grup tiyatrocu vardır. Stockholm'un giriş kapılarına ulaştıklarında ise bir bekçi tarafından yolları kesilir. Bu bekçi ve bir grup görevli, Dr. Vogler isimli sihirbazın numaralarındaki sahtelikleri açığa çıkarmak ister. Dr. Vogler dilsizdir. Görevliler Dr. Vogler'dan bir gösteri yapmasını ister. Bunun amacı bu tarz gösterilerin toplumun ruh sağlığına olumsuz etkilerinin olup olmadığını denetlemektir. Filmde, Bergman'ın tiyatroya olan düşkünlüğünü tekrar görüyoruz. Bu düşkünlüğü tiyatral bir biçimde kullanarak harika bir metafizik-bilim çatışması sunuyor. Film, seyirciyi yavaş yavaş metafizik boyutun gerçekliğine itiyor fakat bu boyutun hileler içerdiğini de aktarıyor. Finalde ise pozitivizm ve metafiziğin inanılmaz karşılaşmasına şahit oluyoruz.

    Riten (Ayin, 1969)

    Yine isimsiz bir ülkedeyiz. Üç tiyatro oyuncusu ve bir yargıç vardır. Yargıcın amacı, bu üç oyuncunun birbirleri arasında tekinsiz bir ilişkiyi ve onların pornografik gösterisini araştırmaktır. Aynı zamanda bu üç oyuncuyu kışkırtır. Bu oyunculardan birisi olan Sebastian; dengesiz ve alkolik birisidir. Eski ortağının karısı ile ilişkiye girmiştir ve ortağını öldürmekten mahkum olmuştur. Sebastian'ın şu andaki ortağı olan Hans; bir tiyatro topluluğunun lideridir, aynı zamanda zengin ve sıkılgandır. Son oyuncumuz ise Hans'ın karısı Thea'dır. Thea; gergin ve öfke problemleri olan, kırılgan kişiliğe sahip bir kadındır. Bu üç  oyuncu, yapacakları gösteride; onları sonuna kadar kışkırtan ve onları boğmak istercesine üstlerine giden yargıçtan intikam alabilecekleri fırsatı yakalarlar. Bu film toplam dokuz sahneden oluşur ve Bergman bunları seyirciye sahne numarası göstererek aktarır. Yine tanrı ile ilgili düşüncelerin hakim olduğu gerilimli diyaloglar, klasik Bergman temposunun yakın planlarla dışına çıktığı bir kurgu hakimdir. Özellikle yine bir kadının üzerinden anlatılan bu ilginç hikaye, üst düzey gerilime sahip olmakla beraber diğer Bergman eserlerine oranla varoluşsal sancılar güden karakterlerin olmadığı bir filmdir.

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.