Istanbul'da Gezebileceğiniz Saraylar

Istanbul'da Gezebileceğiniz Saraylar
  • 2
    0
    0
    0
  • Dolmabahçe Sarayı 

    Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu Beşiktaş sahil bölgesi, geçmişte Boğaziçi’nin koylarından biri olarak gemicilik faaliyetlerine sahne olmuş bir alandır. Antik çağlardan itibaren gemilerin sığındığı doğal liman olan bu koy, Bizans Dönemi’nde de yöneticilerin ilgisine mazhar olmuş ve bu bölgede kraliyet sarayları inşa edilmiştir. Osmanlı Dönemi’nde donanma gemilerinin demirlendikleri ve denizcilik törenlerinin yapıldığı bir liman olarak işlev gören sahil bölgesi 16. yüzyılda doldurulmasıyla beraber “dolmabağçe” adını almıştır. Resmi ikametgâh Topkapı Sarayı olmasına karşın “dolmabağçe” bölgesi de giderek tercih edilen ziyaret yerlerinden biri olmuş, padişaha ve hanedana ait hasbahçe olarak kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyıla kadar bu hasbahçe üzerinde inşa edilen köşk ve kasırlar topluluğuna “Beşiktaş Sahil Sarayı” adı verilmişti. 19. yüzyılda ise, çağın yenilenme ve modernleşme rüzgârının etkisi Osmanlı’nın kültürüne, yönetimine yansıdığı kadar saraylarına da yansımaktaydı. Bu yenileşme rüzgârının ortaya çıkardığı en görkemli eser ise bugün İstanbul’un en büyük üçüncü saray yapısı olma ünvanına da sahip olan Dolmabahçe Sarayı’dır. Sultan Abdülmecid Dönemi (1839-1861), Beşiktaş Sahil Sarayı yapılarının işlevsellik açısından eksik kaldığının hissedildiği bir dönemdir. Bu yapılar yıktırılarak yerine Dolmabahçe Sarayı’nın yaptırılmasına karar verilir. 13 Haziran 1843 yılında inşasına başlanan Dolmabahçe Sarayı, 7 Haziran 1856’da kullanıma açılmıştır. 110 bin metrekarelik bir alanda, Boğaz’a nazır muhteşem bir manzaranın hakimi konumda yer almaktadır.

     

    Topkapı Sarayı

    Topkapı Sarayı İstanbul Sarayburnu'nda, Osmanlı İmparatorluğu'nun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca, devletin idare merkezi olarak kullanılan ve Osmanlı padişahlarınınyaşadığı saraydır. Bir zamanlar içinde 4.000'e yakın insan yaşamıştır.Topkapı Sarayı Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de yaptırılmış, Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene boyunca devletin idare merkezi ve Osmanlı padişahlarının resmi ikâmetgâhı olmuştur. Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m²'lik bir alanda yer alan sarayın bugünkü alanı 80.000 m²'dir. Topkapı Sarayı, saray halkının Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı ve diğer saraylarda yaşamaya başlaması ile birlikte boşaltılmıştır. Padişahlar tarafından terk edildikten sonra da içinde birçok görevlinin yaşadığı Topkapı Sarayı hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir. Saray zaman zaman onarılmıştır. Ramazan ayı içerisinde padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Kutsal Emanetler'in bulunduğu Hırka-i Saadet Dairesi’nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir önem verilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 3 Nisan 1924 tarihinde halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanan Topkapı Sarayı önce Hazine Kethüdalığı, sonra Hazine Müdüriyeti adıyla hizmet vermeye başlamıştır. Bugün ise Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü adıyla hizmet vermeye devam etmektedir.

     

    Ayasofya

    Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi, eski ismiyle Ayasofya Kilisesi, İstanbul'da yer alan bir cami, eski bazilika, katedral ve müze. Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul'un tarihî yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup 1453 yılında İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından camiye dönüştürülmüştür. 1934 yılında yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile müzeye dönüştürülmüş, kazı ve tadilat çalışmaları başlatılmış ve 1935-2020 yılları arasında müze olarak hizmet vermiştir. 2020 yılında ise müze statüsünün iptal edilmesiyle tekrar cami statüsü kazanmıştır. 1453’te kilise camiye dönüştürüldükten sonra mozaiklerinden insan figürleri içerenler tahrip edilmemiş (içermeyenlerse olduğu gibi bırakılmıştır), yalnızca ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler, bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiştir. Cami, müzeye dönüştürülürken sıvaların bir kısmı çıkarılmış ve mozaikler yine gün ışığına çıkarılmıştır. Günümüzde görülen Ayasofya binası, aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen kilise olduğundan "Üçüncü Ayasofya" olarak da bilinir. İlk iki kilise isyanlar sırasında yıkılmıştır. Döneminin en geniş kubbesi olan Ayasofya’nın merkezî kubbesi, Bizans döneminde bir kez (7 Mayıs 558) çökmüş, Mimar Sinan’ın binaya payandaları eklemesinden itibaren de hiç çökmemiştir.

     

    Sultan Ahmet Camii
     
    Sultan Ahmet Camii veya Sultânahmed Camiî, 1609-1617 yılları arasında Osmanlı Padişahı I. Ahmed tarafından İstanbul'daki tarihî yarımadada yaptırılmıştır. Mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için ve yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de yine mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için Avrupalılarca "Mavi Camii (Blue Mosque)" olarak adlandırılır. Ayasofya'nın 1935 yılında camiden müzeye dönüştürülmesiyle, İstanbul'un ana camii konumuna ulaşmıştır.
    Yapının mimari ve sanatsal açıdan dikkate şayan en önemli yanı, 20.000'i aşkın İznik çinisiylebezenmesidir. Bu çinilerin süslemelerinde sarı ve mavi tonlardaki geleneksel bitki motifleri kullanılmış, yapıyı sadece bir ibadethane olmaktan öteye taşımıştır. Caminin ibadethane bölümü 64 x 72 metre boyutlarındadır. 43 metre yüksekliğindeki merkezi kubbesinin çapı 23,5 metredir. Caminin içi 200'den fazla renkli cam ile aydınlatılmıştır. Yazıları Diyarbakırlı Seyyid Kasım Gubarî tarafından yazılmıştır. Çevresindeki yapılarla birlikte bir külliye oluşturur ve Sultanahmet, Türkiye'nin altı minareli ilk camiidir.

     

    Beylerbeyi Sarayı

    Beylerbeyi, Boğaziçi'nin Anadolu kıyısında, Kuzguncuk ile Çengelköy arasında yer alan en eski Boğaz köylerinden birisidir. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nün Anadolu yakasındaki ayaklarının hemen dibinden başlayarak geniş bir sahil boyunca tepelere kadar uzanır. 1960'lara kadar Üsküdar'a bağlı bir bucakiken sonraki idari değişiklikler sırasında semt olarak doğrudan Üsküdar ilçesine bağlanmıştır. Zamanında Boğaziçi Köprüsü yapımı nedeniyle günümüzde köprünün Anadolu gişelerinin bulunduğu bölgedeki Fıstıklı Mahallesi çok sayıda ahşap yapıyı barındırmasına rağmen istimlak edilmiştir. Son değişimler ile "mahalle" statüsüne düşürülen semt halen Abdullahağa(Istavroz), Küplüce ve Burhaniye mahallelerini barındırmaktadır. Dış cepheden batılı, içeriden ise klasik Osmanlı mimari yapı tarzını yansıtan Beylerbeyi Sarayı, çoğunlukla yazlık bir saray ve bir devlet konuk evi olarak kullanılmıştır. Üst düzey devlet misafirlerine tahsis edilen bir Devlet Misafirhanesi olan Beylerbeyi, Fransız İmparatoru III. Napolyon’un eşi İmparatoriçe Eugénie, Alman İmparatoru II. Wilhelm gibi dönemin önemli siyasi aktörlerini ağırlamıştır.

     

    Küçüksu Kasrı

    Küçüksu Kasrı veya Göksu Kasrı, İstanbul'un Küçüksu semtinde, Göksu Deresiile Küçüksu Deresi arasında, Boğaziçi'nde Üsküdar-Beykoz sahilyolu üzerinde yer alan kasır. Sultan Abdülmecit tarafından Nigoğos Balyan'a yaptırılmış, inşaatı 1856 yılında tamamlanmıştır. Eski adı "Göksu Kasrı" olan bu yapı, padişahların, Boğaziçi kıyılarındaki biniş kasırlarından biridir. Kasırlar sadece hünkârların malı sayılan ve sarayların haricinde inşa edilen, köşkten büyük binalardır. Devamlı ikamet için kullanılmayan kasırlar, padişahların dinlenmeleri için vakit geçirdikleri yerdir. 1857 yılında hizmete giren yeni Küçüksu Kasrı'nın mimarı Nikoğos Balyan Kalfa'dır. Kâgir, iki katlı ve yığma tekniğiyle inşa edilmiştir. Tuğla ve taş kullanılarak yükseltilen bina, ortalama 15 m x 27 m'lik bir alanda yer alır. Bodrumu ile birlikte üç katlı olan yapının bodrum katı mutfak, kiler ve hizmetçi odalarına ayrılmış, öbür katlarsa bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir. Her oda, hem hole, hem de arkasındaki diğer bir odaya açılır. Denize bakan odalarda iki, kara tarafındakilerde ise bir bulunur. Bu özelliğiyle geleneksel Türk evi plan tipini yansıtan yapı, dinlenme ve av için kullanılan, bir "biniş kasrı" niteliğindeki yapı devlete ait diğer saray yapılarının tersine yüksek duvarlarla değil, dört yönde kapısı olan ve döküm tekniğiyle yapılmış zarif demir parmaklıklarla çevrilidir. Sultan Abdülaziz döneminde (1861-1876) cephe süslemeleri elden geçirilen yapı, zaman zaman çeşitli onarımlar görerek günümüze ulaşmış, ancak bu arada eski saraydan kalan ve çeşitli işlevlerdeki ek yapılarını yitirmiştir.

     

    Ihlamur Kasrı  

    Ihlamur Kasrı, Merasim Köşkü Ihlamur Kasrı Beşiktaş ve Nişantaşı arasındaki vadide yer alan Ihlamur Mesiresi'ndeki kasırdır. Buraya Abdülmecit (1839-1861) tarafından Nigoğos Balyan'a “Merasim Köşkü” ile “Maiyet Köşkü” olarak adlandırılan iki kasır yaptırılmıştır. Bunlardan Merasim Köşkü, asıl Ihlamur Kasrı'dır. Yüksek bir subasman üzerine tek kattan oluşan dikdörtgen planlı köşk, kesme taştan inşa edilmiştir. Merasim Köşkü'nün biraz ilerisinde bulunan Maiyet Köşkü daha sade bir yapıdır, iki katı olan bu yapıda, giriş cephesinde iki kollu bir merdiven bulunmaktadır. Girişin ortasında bir hol ve merdivenler ile köşelerde 4 adet oda yer almaktadır. Bugün, çevresinin gürültü ve karmaşasından kendini yüksek duvarlarla koruyan Ihlamur Kasrı çok eskilerden bu yana Ihlamur Mesiresi adıyla anılan bir dinlenme alanının içinde kurulmuş iki yapıdan oluşur. Havuzlu Ihlamur Mahalli, Muhabbet Bahçesi ve Hacı Hüseyin Bağı adlı üç bölümden meydana gelen bu dinlenme alanının, Sultan III. Ahmet döneminde (1703-1730) bir "hasbahçe"ye dönüştürüldüğü, I. Abdülhamit (1774-1789) ve III. Selim (1789-1807) dönemlerindeki düzenlemelerden sonra XIX.'ncu yüzyılın ilk yarısında Sultan Abdülmecit'in de ilgisini çektiği bilinmektedir. Sultan burada bulunan sade bir bağ evine sık sık gelerek dinlenir, bazı konuklarını, bu arada ünlü Fransız şairi Lamartine'i burada kabul ederek görüşürdü. Daha sonra da bu sade ve küçük kasrın yerine 1849-1855 yılları arasında, bugün bulunanları yaptırdı. Yapılardan biri Merasim Köşkü (törenler için düşünülmüş ve kullanılmıştır.) öbürüyse Maiyet Köşkü (Sultanın maiyeti, kimi zaman da haremi için kullanılmıştır) adlarıyla anılmış, ikisine birden de Ihlamur Kasrı (ya da kasırları) adı verilmiştir.

      

    Yıldız Sarayı

    Yıldız Sarayı, ilk kez Sultan III. Selim'in (1789-1807) annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmış,[1]özellikle Osmanlı padişahı II. Abdülhamit (1876-1909) süresinde Osmanlı Devletinin ana sarayı olarak kullanılmış olan saray. Günümüzde Beşiktaş İlçesi’nde yer alır. Dolmabahçe Sarayı gibi tek bir yapı halinde değil, Marmara denizi sahilinden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselip sırt çizgisine kadar tüm yamacı kaplayan bir bahçe ve koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ve parklar bütünüdür. Bu bölge Kanuni döneminden (1520-1566) başlayarak padişahlar için bir avlanma yeri olmuştur. Saray arazisi ile ne oranda örtüştüğü kesin olarak bilinmese de "Civan Kapucıbaşı Bahçesi", "Kazancıoğlu Bahçesi" adını taşıyan bahçe ve koruluklar büyük olasılıkla Yıldız Sarayı arazisini de içermekteydi. Bu bahçeler I. Ahmed döneminde (1603-1617) padişah bahçeleri arasına katıldı. Bundan sonra bölgeye değişik zamanlarda, gereksinim oldukça birçok yapı eklenmiştir. Devrinin en özenle yapılmış yapıları arasında sayılabilecek olan bu yerler, burayı yapı bakımından bir yaşam alanı haline getirmiştir.

     

    Maslak Kasrı

    II. Abdülhamid’in (1876-1909) şehzadelik yıllarını geçirdiği yer olan Maslak Kasırları’nın yapılış tarihiyle ilgili net bir bilgi olmamakla birlikte, bölgedeki ilk yapılaşmaların Sultan II. Mahmud (1808-1839) döneminde gerçekleştirildiği ve Sultan Abdülmecid döneminde de (1861-1876) çeşitli eklentiler yapıldığı bilinmektedir. Kasırlar’ın 1868 yılında kendisine ve ailesine tahsis edilmesinin ardından buraya yerleşen II. Abdülhamid de, tahta çıktığı 1876 yılına dek arazi üzerinde çeşitli düzenlemeler yaptırmıştır. Bu dönemde geniş bir çiftlik haline gelen Maslak Kasırları, II. Abdülhamid‘in padişah olmasının ardından ise Maslak Çiftlikât-ı Hümâyûnu ismini almıştır. Kasırlar’ın ismi o dönemde İstanbul’un su temini için kullanılan ve maslak ismiyle anılan su dağıtım haznelerine dayanmaktadır. Maslak Kasırları’nın özellikle Sultan II. Abdülhamid’le birlikte anılmasının nedenleri arasında Sultan’ın burada geçirdiği yılların ve buradaki yaşantısının önemli bir payı vardır. Ailesiyle birlikte ikamet ettiği Kasırlar’da halkla iç içe, mütevazı bir hayat sürdürdüğü rivayet olunan II. Abdülhamid, burada marangozluk, bahçe bakımı, çiftçilik gibi konularla özel olarak ilgilenmiş, arazide yer alan seralarda nadir bitki türlerinin yetiştirilmesiyle uğraşmıştır. Maslak Kasırları, aynı zamanda Sultan II. Abdülhamid’in ağabeyi V. Murad’ın tahttan indirilmesinin ardından tahta geçeceğinin kendisine bildirildiği yer olarak da ayrı bir anlam ifade etmektedir. 1924 yılına dek Sultan II. Abdülhamid’in şahsi mülkü olarak kalan yapı topluluğu 1937 ile 1982 yılları arasında verem mikrobu kapmış fakat verem hastalığına yakalanmamış askerlerin tedavisi amacıyla askeri prevantoryum olarak kullanılmıştır. 1984 yılında restore edildikten sonra Milli Saraylar’a devredilen Maslak Kasırları, takip eden süreçte müze-saray ve dinlenme kompleksi olarak ziyarete açılmıştır. Kasırlar’ın bahçeleri ayrıca ulusal ya da uluslararası resepsiyonların düzenlenmesi için de kullanılmaktadır.

     

    Beykoz Mecidiye Kasrı

    İstanbul’un en eski kasırlarından olan ve Beykoz Sarayı olarak da bilinen Mecidiye Kasrı, Beykoz’daki Hünkâr İskelesi bölgesinde yer almaktadır. 1845 yılında Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa tarafından Sultan Abdülmecid’e armağan olarak yaptırılmaya başlanan kasrın inşaatı Mehmed Ali Paşa’nın 1849 yılında vefat etmesi üzerine oğlu Mısır Valisi Said Paşa döneminde sürdürülmüş, bina 1854 yılında tamamlanmıştır. Sultan Abdülmecid’in fazla rağbet göstermediği Mecidiye Kasrı’nın, Sultan Abdülaziz tarafından özellikle yaz aylarında sık sık ziyaret edildiği bilinmektedir. Yapıldığı ilk yıllarda bir biniş kasrı olarak kullanılan kasır, takip eden dönemlerde günlük konaklamalar ve resmi ağırlamalar için de kullanılmaya başlamıştır. Tarihi kayıtlar, Sultan Abdülaziz’in Mecidiye Kasrı’nda bulunduğu dönemlerde Beykoz çayırında güreş oyunları düzenlettiğini ve kasra yakın bir konumda bulunan Tokatköy’deki av korusunda ava çıktığını göstermektedir. Sultan, 15 Ekim 1869 tarihinde Fransız İmparatoriçesi Eugenie’yi de burada ağırlamış, ordunun geçit törenini misafiriyle birlikte Mecidiye Kasrı’ndan izlemiştir. 

     

    Aynalıkavak Kasrı

    Haliç’te bulunan Aynalıkavak Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Dolmabahçe, Topkapı ve Üsküdar’daki saraylarının ardından İstanbul’da yer alan dördüncü büyük sarayıdır. Bölgedeki tersaneden ötürü Tersane Sarayı olarak da anılan bu yapıdan günümüze yalnızca Aynalıkavak Kasrı ulaşabilmiştir. Bizans döneminde imparatorların dinlenme ve gezinti yeri olduğu tahmin edilen koruluğun üzerinde bulunan saray arazisinin Okmeydanı, Hasköy ve Kasımpaşa arasındaki geniş bölgeye yayıldığı bilinmektedir. Bölge aynı zamanda çevresinde yer alan tersaneden ötürü Tersane Hasbahçesi ismiyle de anılmaktadır.  Bazı kaynaklara göre yapıların inşasına Fatih Sultan Mehmed Dönemi’nde başlanmıştır. Bir başka rivayet ise kompleksin saray hüviyetine kavuşmasının Kanuni Sultan Süleyman dönemine rast geldiği yönündedir. Hafız Hüseyin Ayvansarâyî’nin eseri Hadikatüʹl‐cevâmi’de yer alan bilgiye göre Kanuni Sultan Süleyman bu korulukta birkaç kasır ve havuzun yer aldığı pek çok yapı inşa ettirmiştir. Takip eden dönemde eklenen yeni binaların sayısı yıldan yıla artmıştır. 1800’lü yıllara gelindiğinde o zamana dek Emlak-i Hümayun’a (padişaha ait bina ve arazilere topluca verilen ad) dahil olan saraya ait yapılar, hem tersane alanının yıldan yıla genişlemesinden ötürü hem de III. Selim’in yenilik hareketleri kapsamında tamamıyla yıkılmıştır. Tersane Sarayı’ndan geriye kalan tek yapı ise olan Aynalıkavak Kasrı olmuştur.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.