Gerçek nedir? Fiziksel var oluş bir gerçeklik tanımlaması için yeterli midir? Sanat eserinin gerçekliği fizikselliğin ötesindedir. Bir resmi veya heykeli anlamı ile ele almaksızın fiziksel gerçeklik üzerinden tanımlamak mümkün değildir. Gerçeğin özüne ulaşma yolculuğunda resim, heykel ve dahi mimarlıkta ulaşılan nokta “gerçek” midir?
Gerçeği “öz”de aramak gerekir. Ontolojik veya epistemolojik kapsamda gerçek bazen birbiriyle ilişkiliyken bazen ayrılır fakat öz gerçeğin ham maddesi olarak yerini her zaman korur. Öze ulaşma çabası ile fazlalıklardan, karmaşadan, ötekiden kurtulmak ile gerçeğin özüne olan yolculuk tamamlanabilir. Bir eserin gerçekliği, nesnel gerçekliğinden çok yarattığı dünyanın ve anlamın gerçekliği üzerine ancak yorumlanabilir.
Van Gogh, “Bir Çift Ayakkabı”, 1886.
Heidegger, Sanat Eserinin Kökeni’nde Van Gogh’un Bir Çift Ayakkabı tablosu üzerinden gerçeği (kendi ifadesiyle hakikati) göstermeyi dener.
“Eser bize ayakkabıların hakikatini söylüyor. Şayet öznel bir edim olarak ortaya koyduğumuz tarifle, önce her şeyi bu şekilde tasavvur edip sonra zihnimizdekileri resme yansıttığımızı düşünürsek kendimizi fena halde kandırmış oluruz. Tarifimizde kuşku götürür bir şey varsa, bu daha ziyade, eserle temasımızda pek az deneyim yaşamış ve bu deneyimi çok kaba ve düz bir şekilde ifade etmiş olmamıza ilişkindir. Ama her şey bir tarafa, eser ilk bakışta görünebileceğinin aksine, bir kullanım nesnesinin daha iyi görselleştirilmesine hizmet etmez. Bilakis, nesnenin araçsal varlığı en belirgin görünümüne sanatçının eseri aracılığıyla ve sadece onda kavuşur.
Burada ne olup bitiyor? Eserde iş başında olan nedir? Van Gogh’un resmi, kullanım nesnesinin, yani bir çift çiftçi ayakkabısının hakikatinin açığa vuruluşudur.” (1)
Hakikat kendini buraya yani esere koymuştur. Varoluşun varlığında açılmış hakikatin gerçekleşmesi söz konusudur. Eserin gerçekliği eserde etkili olandan başka bir şeyle belirlenemez.
Bir sanat eseri sadece estetik değerlerle donatılmış bir araç değildir. Sanat eserinin kaynağı ve kökeni sanattır. Sanat yalnızca sanat eserinde gerçektir ve o sanat eserinin salt kendi içinde duruşudur (2).
Giacometti, sanat hayatına gerçeküstücü olarak başlar fakat sonunda fantezilere ve buluşlara sırtını dönerek gözün görebildiği ve algılayabildiği dış dünyada gerçeği aramak için yola koyulur. “Başaramayacağını bile bile.” Eserlerinde binlerce çizgiden oluşan, silinmiş, eklenmiş, dokunulmuş yüzler ve çıplak bedenler öylesine “hakikat” yüklüdürler ki bir heykelde çok az karşılaşılan varlık, yokluk, ölüm, yalnızlık, umutsuzluk gibi duygu ve düşüncelere sürükler bizi (3).
Giacometti, “Yürüyen Adam”, 1960
Giacometti heykellerinde insanların, yüzlerin veya bir köpeğin hakikati onun tüm fazlalıklarından, ağırlıklarından kurtularak özüne ulaşması ile anlamına kavuşur. Öz, soyuttur; anlam özde kendine yer bulur.
Bir çift ayakkabı ve yürüyen bir adam.
Sanatın amacı elbette hakikati aramak değildir. Hakikat nedir sorusunun cevabını bulmak mümkün müdür? Asla! Tüm değer ve anlamların kaybolduğu dünyada, korkuyla ve tedirginlikle kendi varlığının tanımını yapmaktan başka çare bulamayan biz “yürüyen insanlar” için gerçeğin özü, bir tutunma çabasından fazlası değildir.
KAYNAKLAR
1 - M. Heidegger, Sanat Eserinin Kökeni
2 - F. Tepebaşılı, Heidegger'e Göre Sanat ve Sanat Eserinin Kökeni
3 - F. Edgü, Biçimler, Renkler, Sözcükler
Yorum Bırakın