Türk Akademisi ve Akademisyenleri Sorunu

Türk Akademisi ve Akademisyenleri Sorunu
  • 1
    0
    0
    0
  • Türkiye'de var olan üniversitelerin ve bölümlerin önemli bir bölümü 2000li seneler sonrasında açıldı. Her şehirde en az 1 üniversite oluşu bildiğiniz gibi övünç kaynağı. Öğrenci sayımız bol. Peki bu bilgiler nitelik olarak karşımıza nasıl çıkıyor ?

    Bildiğiniz gibi üniversitelerin en önemli görevi araştırma ve bilim üretmedir. Öğrenci yetiştirmekten bile daha önemlidir belki de. Bunu kimler yapacak ? Akademisyenler. Peki onların durumu ne ? İçler acısı. Gelin tek tek görelim.

    Dünyaca ünlü üniversite değerlendirme kuruluşları ( Times, QS vb.) bir çok parametreyi göz önüne alsa da en önemli faktörün akademik yayın olduğu kabul edilir. Akademisyenlerin, yani işi üretmek ve öğretmek olan kişilerin, kişi başı yayın sayısı üniversite verimliliğinde çok önemli bir unsurdur. Prof Dr. Ufuk Açıkyiğit ve Dr. Elif Özcan Yok tarafından yayınlanan "Türkiye bilim Raporu" raporunda, ki linkini aşağıya bırakacağım, bu konuda önemli bir inceleme mevcuttur. İncelemeye göre yayın yapan araştırmacı oranının bilhassa 2006dan sonra 0'a yakın seviyelerde gittiği görülmekte. Artan üniversite ve öğrenci sayılarının ilk etkisini burdan görmek mümkündür. 

    Araştırma sayısı kalite ve bilimsellik olarak iyi bir indikatör değildir. Makalelerin aldığı atıflar, yayınlandığı dergiler, intihaller bu çalışmaların kalitesini belirler. Atıf konusu akademide çok değer gören bir kavramdır. Yukarda andığım rapora göre Türkiye'de yazılan makalelerin, yapılan araştırmaların bilimde öncül ülkeler tarafından atıf alımında hızlı bir düşüş olduğu açıkça görülüyor. Peki neden azalıyor? Yayınlandığı dergiler ve intihaller demiştim hatırlarsanız. Türkiye "şaibeli dergilerde yapılan yayın sayısı" bakımından dünyada 3. Ülke. Bunu şöyle açıklayabiliriz, akademi içinde olanlar zaten biliyordur, dergiye parayı veriyorsunuz makalenizi yayınlıyor. Hakemdi, editördü, incelemeydi hak getire. Parayı ver makaleyi yayınla. Nerde kaldı şimdi Türk akademisinin saygınlığı? Kim ciddiye alır üretilen şeyi? Akademisyenleri buna iten asıl sebep de para bu arada. Yine akademisyenler bilir ki hem terfi için belirli bir sayıda makale yazımı adı altında hem de makale sayısına göre verilen prim adı altında iki şey bu kadar şaibeli makalenin önünü açmakta. Ben parayı kazanayım, terfimi alayım, parasını da vereyim saçma bir dergi yayınlasın. Durum bu. Ek olarak şunu da söyleyeyim, genelde 6 7 kişi bir araya gelir hepsi birer tane baştan savma yayın yapar ve herkes diğerlerinin de ismini ekler. Hop ne oldu ? Bir anda herkes sadece 1 tane makale yazarak 7 tane yayına sahip oldu. Bunu da çokça görürsünüz.

    En komik başlığa gelelim, intihal. İntihal kabaca fikir hırsızlığıdır. Kaynak göstermemenin de ötesinde bir durumdur. Normalde %20 üzerindeki intihal oranı kabul edilmez. Ama sıkı durun, Dr. Ziya Toprak'ın makalesine göre yüksek lisans tezlerinde bu oran bizde %37. Doktorada ki çok ciddi bir safhadır, bu oran %27. Ben şahsen bu oranların çok daha fazla olduğunu düşünüyorum. Zira Dr. Toprak da orta ve düşük oranlar katıldığında Türkiye'de 2 tezden 1 tanesinin intihal içerdiğini belirtiyor. Son zamanlarda kamuoyuna  sadece 1-2 tanesi yansısa da, Türkiye'de çok fazla Profesörün ve Dr'un tezleri intihal doludur. Çok çarpıcı bir vakanın linkini de ayrıca paylaşacağım. 

    Devam edelim. Bunlar akademisyenlerimizin akademik sorunları. Gelelim diğer başlıklara. Örneğin "uzmanı" oldukları konularda bile sadece sabit fikirleri vardır, dışına çıkmazlar, tartışmazlar, argüman üretemezler, karşı fikirleri bilmezler ve bunların karşısında genelde seslerini yükseltirler. Zaten çoğu zaman 1-2 sabit jargon kullanarak her şeyin uzmanı olurlar. Açın tartışma kanallarını bakın işte. Benim uzman olmadığı halde onlardan çok daha iyi tartışan, çok daha iyi sorular soran, çok daha iyi sebep sonuç ilişkileri ile çok daha iyi argümanlar üreten tanıdıklarım var. Bilim tartışmadır, üzerine koymadır, bilim dinamiktir, değişimdir, bilimde sabit fikir yoktur. Ama  bizim akademisyenlerimiz olabildiğine muhafazakardır. Büyük egoları vardır, dedikleri doğrudur, onlardan iyi bilemeyiz, onlara ulaşmamız zordur, tepeden bakarlar, kendi yarattıkları konfor alanının dışına çıkmazlar, üretme ve öğretme dertleri yoktur. 

    Üretemezler, üretilmesini istemezler, onların yaptıklarını sorgulamak hadsizliktir, omurgasızlık da olağandır zira üstlerini onaylamaları gerekmektedir. Kendi aralarında çatışma vardır, bunları öğrencilerine yansıtırlar. Öğrencilerine bir şeyler katamazlar, yeniliğe açık değillerdir. Sözde cehaletle savaşması gereken kesim olarak bırakın savaşmayı, cehalete çanak tutarlar, yanlış yönlendirirler, çarpıtırlar. 

    Neden böyle oldu biliyor musunuz ? Açın üniversitelerin ilanlarına bakın, sonuçlara ve verilen puanlara bakın. Mülakata girenlerle konuşun. Şunları göreceksiniz; adrese teslim şartlı ilanlar (örneğin Erasmus ofisi için açılan kadroda felsefe yüksek lisans şartı aramak ya da mühendislik ilanına aşırı spesifik bir konuda doktora şartı eklemek), önceden verilen sorular ve cevaplar, saçma sebeplerle elenen insanlar, mülakatta yapılan puan uyarı ile yukarı çıkan ve aşağı inen insanlar ve daha neler neler. Konunun nereye geldiğini anladınız, torpil ve liyakat. Onun kızının, bunun oğlunun, ötekinin yeğeninin yatarak maaş aldığı yerler oldu üniversiteler. Inanmıyorsanız küçük bir Google araması yapın. Neler göreceksiniz. Gerçek akademisyenler küstürüldü, kaçırıldı, emekli edildi, istifa edildi. Elimizde hem insani olarak hem de bilimsel olarak çok kıymetli akademisyenlerimiz tabiki var. Ama çok azlar maalesef. Ayrıca gün geçtikçe azalıyorlar ve yerlerine bahsettiğim türden olanlar geliyor.

    Konuşacak da yazacak da daha çok şey var ama bu kadarı yeterli. Okumak isteyenler için : http://www.tuba.gov.tr/tr/yayinlar/suresiz-yayinlar/raporlar/turkiye-bilim-raporu.

    Ayrıca belirttiğim vaka için ise :


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.