Merak, Sorgulama ve Işık

Merak, Sorgulama ve Işık
  • 8
    1
    0
    0
  • Sokrates'in "Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez" sözü üzerinden başlayıp bir takım şeylere değinmek istiyorum.

    Sokrates'e göre insan hayatında kalıcı olan, önemli olan ahlaklı ve doğru bir hayat sürmektir. Maddi edinimler ve hazlar önemli olsa da insanın kendi temel değerlerini sorgulayıp erdemli bir hayat sürmesi kadar önemli değildir. Yaşadığımız coğrafya ve içinde bulunduğumuz zaman itibariyle bu bahsedilen temel değerler genelde toplum baskısı temellidir ve dikte ile yerleştirilir. Yani insanlara çocukluktan itibaren kabul ettirilen, genel geçer olduğu söylenen ve toplumun hal ve hareketlerini etrafında kurduğu bir anlayıştır. Sorgulama, merak etme, tartışma ve eleştiri bu "ahlak ve gelenek görenek" sisteminde yoktur. Örf, adet, gelenek, görenek, toplum ahlakı, aile yapısı gibi şeyler tam itaat ister ve sorgulanmaz. Aslına bakarsanız çoğu sorunun temeli de burdan gelmedir. Şimdi sorunun kökeni biraz daha inmek istiyorum.

    Sorgulamanın, anlam arayışının, ilerlemenin, bilimin vb. çoğu şeyin ilk ve en önemli adımı meraktır. İnsan doğası gereği merak eder,  merak insanı heyecanlandırır ve geliştirir, yaşama hevesi verir, mutlu eder. İnsanlığın gelişimi, ilerleme, cevaplar, teknoloji hep merak ile başlar. Peki ne oluyor da hemen hemen her 10 insandan 8 tanesi bu heyecanı kaybediyor.  Bir çocuğun ilk adımlarından yani evdeki hayatından başlayıp, okulda devam eden, arkadaş çevresine ve bulunduğu ortamlara kadar hepsinin dahil olduğu bir süreçtir bu. Çocuklar konuşmaya başladıktan sonra sorular sormaya başlar, merak eder. Çünkü dünyayı ve etrafını tanımak ister, çevresine anlam yüklemeye çalışır, beyni çok aktif bir süreçtedir ve sürekli cevaplar arar. Çocukların bu merakı, soruları ve heyecanı öncelikle ailenin göğüsleyeceği bir durumdur. Maalesef bu konuda çocukların çoğu şanssızdır. Ebeveynlerin bir yerden sonra sıkıldığı, cevap vermemeye başladığı, baştan savdığı görülür.  Zaten ebeveynlerin önemli bir kısmı bu merakı besleyebilecek kapasitede değildir zira kendileri de yukarda bahsettiğimiz kalıpçı, sorgulamayan, itaatkar, "örf, adet, gelenek, görenek, toplum ahlakı" sisteminin parçasıdır. Hatta çocuk kimi için bir maldır, belirli bir ideoloji ve kalıp dikte edilir, kendi özgür yaşamı ve fikirleri olamaz kimi içinse evliliği kurtarma aracıdır insan olarak kıymeti yoktur. Bu konuda şanslı olan çocuklar asıl atılım yapacakları, soruları soracağı, cevapları alacağı, bir çevreye katılacağı aşamaya geçer; eğitim öğretim hayatı.

    Yine maalesef ki eğitim sisteminin köhneliği ve geriliği, öğretmenlerin kalitesizliği ve yetersizliği, aileleri tarafından robotlaştırılmış çocuklardan oluşan çevre birleşince ortaya istenmeyen bir ortam çıkıyor. İlk madde olan eğitim sistemi köhneliği etkisi kabaca şu şekilde söylenebilir; ezberci sistem.  Hepimizin çok iyi bildiği, çokça karşılaştığı üzere bizim eğitim sistemimiz en temelden itibaren ezbercidir, sorgulatmaz, düşünmeye teşvik etmez, açıklamaz. Öğretmenlerin birçoğu ise maalesef parlak, meraklı ve potansiyeli çocukların isteklerine karşılık verebilecek kadar donanımlı değil. Bu da aslında eğitim sistemi kaynaklı bir durum. Ayrıca, çocuklarla iletişim ve onlarla çalışma çok daha özveri ve çaba isteyen zor bir şeydir. Çocuk psikolojisinin de içine dahil olduğu bir süreçtir. Dolayısıyla meraklı ve parlak çocuklar için eğitim ortamı ve öğretici profili genel itibariyle şanssızlıktır. Burda tabiki birçok iyi öğretmenimizi tenzih ediyorum. 

    Şöyle düşünelim, "sorusu olan var mı çocuklar" hepimizin aşina olduğu, bugün de şimdiki çocukların sürekli duyduğu bir cümle. Ama soru soran, sorabilen çok çok az, neden ? Çünkü çocukların genel itibariyle cesareti kırılıyor. Söz alıp soru soran öğrenciyle dalga geçen, onu sınıfa malzeme yapan öğretmen, buna gülen sınıf ve bunu sürekli hatırlacak olan arkadaş grubu. Sonra daha ne o çocuk ne de sınıftakiler soru sormaya girişimde bulunabildi. Oysa sormak, merak etmek, sorgulamak ayıp değil ki. Tam tersine gurur duyulması gereken bir şey. Komik, yanlış, kötü soru diye de bir şey yoktur çünkü herkes her şeyi merak edebilir. Bunların yanına bir de insanın arkadaş çevresi de ekleniyor. Üzüm üzüme baka baka kararır, bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim sözleri aşırı doğru sözler. Bir insanın çevresi ve muhatap olduğu kişiler gerçekten de durumunu çok çok etkiliyor. Biz bu durumda da çoğunlukla şanssızız.  Aileden tutun okula, öğretmenden tut arkadaşlara, çevreden tut topluma hemen hemen hepsi merakımızı baltaladı, baltalıyor, sorgulamalarımızı ayıpladı, ayıplıyor. Elimizdeki cevherleri, içimizdeki ışıltıyı, aklımızdaki soruları ve vücudumuzu saran heyecanı böyle böyle kaybediyoruz. Dikte edilen bir ahlak, gelenek ve toplum sisteminin içinde, sorgulayamayan ve hatta bundan korkan, üretemeyen robotlara dönüyoruz. Consume, obey, die. Yani doğ, itaat et, sorgulama, köle gibi çalış, öl.

    Benim görüşlerim de seneler boyunca bu tür durumlar etrafında gelişti. Seneler boyunca kendimi hep garip hissettim, hissettirildim.  Yıllar boyunca içimde var olan bitmez tükenmez merak, bilim tutkusu, öğrenme hevesi, üretme isteği çoğu zaman desteksiz ve karşılıksız kaldı. Ama işte insan yılmadığı, dirayetli olduğu, destek bulduğu sürece güç sahibi oluyor, direniyor. Bu noktada çevremde hep bu şekilde insanlar tutmaya çalıştım. Bu o kadar kıymetli ve değerli bir şey ki. Birbirini iyi anlayan insanların, hele ki bu konularda, iletişim içinde olmaları, birbirlerini desteklemeleri, alıp vermeleri o kadar güzel ve önemli bir şey ki. Bu insanların, kötülüğün karanlığından, tek düzelikten, baskıdan, cehaletten kaçıp üretmeleri ve heveslerinin, heyecanlarının devam etmesi açısından birbirleriyle olan iletişimlerini çok önemli buluyorum.  Zaten böyle insanlar az, zaten zaman ve şartlar kötü, zaten ortalık karanlık ve puslu, zaten kötülük bariz üstün,zaten her türlü şiddet ve saçmalık kol geziyor. Iyi, erdemli, ahlaklı, sorgulayan, meraklı, paylaşımcı, üretken, saygı ve sevgi bilen insanların birbirlerini bilmesi ve "garip değilmişim" hissiyatını yakalamaları çok değerli ve gerekli bir durum. Kaliteli bir çevre, yaşam enerjisini de yükseltiyor. Bu tür insanlar kaybolmamalı, hayattan kopmamalı, yalnız hissetmemeli, aynı dili konusacağı insanların varlığını bilmeli. Ben şahsım adına bu tür insanların genel manada huzur dolu olması gerektiğini ya da en azından güçlü olması gerektiğini düşünüyorum. Zira acı da, keder de, üzüntü de, diğer duygular da hayatın bir parçası ve bunlarla yaşamak zorundayız. Çünkü mutluluk dolu, bahsettiğim olguların yer almadığı bir yaşam da yaşam olamaz, fakat bu başka bir günün konusu. Ama artık iyi insanların hakettiği ihtimalleri kötülerin elinden alma vakti. Ömrümün sonuna kadar, gücüm yettiğince bu çizgide olup, daha fazla böyle insanların bir araya gelmesini, birbirine destek olmasını sağlamaya da anlatmaya da devam edeceğim. Bunu bir ödev olarak da görüyorum kendi adıma.

    Yazımı, daha önce kullanmış olduğum bir benzetme ile, daha doğrusu bir metafor ile bitirmek istiyorum. Görünürde hepimiz aynı kumaştan, aynı ebatlarda, aynı çantalarız. Fakat içimize doldurduklarımız dışarıya verdiğimiz ışığı belirliyor. Karanlıkta yaşıyor hissetmemizin nedeni de pis, kirli, kara, isli çantaların tek tük yanan ışıkları bastırması. Ama biz, bütün o ışıklı çantaları bir araya getirip karanlığı ışığa boğacağız. Yani umarım.
     
     
     
     
     
    YanıtlaYönlendir


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.