Tezer Özlü: Yaşamın Ucunda Bir Yazar

Tezer Özlü: Yaşamın Ucunda Bir Yazar
  • 17
    0
    3
    0
  • Ona gamlı prenses demek yanlış belki de. Çünkü prensesler gibi bir yaşamı olmadı hiç. 

    “Kendi kendimden böyle rahatlıkla çıkıp gitmeyi nasıl da isterdim.”

    10 Eylül 1943’de dünyaya geldi edebiyatın gamlı prensesi. Onun deyimiyle 9 Eylül, gece yarısı.

    "Pavese’nin doğduğu gün doğduğumu şaşarak öğreniyorum: 9 Eylül. Ben gece yarısından sonra. Ama Anadolu’da gece yarısı geçtiğinde, S. Stefano Beblo’da henüz belki de gece yarısı olmamıştı. Aynı gün. Aynı yıl değilse de. Ben onun intiharından yedi yıl önce.”

    Aramızda yaşadı fakat bizden biri olmadı asla. Bu dünyaya ait olmadı. O düşüncelerle yaşıyordu, diğerleri ise gerçeklerle. 

    Dört bin nüfuslu bir Anadolu kasabası olan Simav’da dünya geldi. Bir yere ait olamama duygusu kanındaydı adeta. Öyle ki “Altı yaşındaydım. Dünyanın sonsuz büyüklüğünü hissettim ve gitmem, çok uzaklara gitmem gerektiğine inandım.” Dedi çok sonraları yayınladığı “Çocukluğumun Soğuk Geceleri” adlı kitabında. 

    10 yaşında İstanbul’a geldi ve Avusturya Kız Lisesine başladı. Düzenden nefret etti ve son sınıfta okulunu bıraktı. Sınırlar kadar hiçbir kısıtlamadan sıkılmadığını dile getirdi hep. Kendi sınırları içinde sınırsızlığı kuran bir yazardı Tezer Özlü.

    “Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla. İçimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.”

    Yaşamın dışında, ucunda bir yazardı. Tüm tabuları kıran, toplumsal dayatmaları kabul etmeyen bir yazar. Çıktığı Avrupa seyahatinin son durağı olan Paris’te Güner Sümer ile tanışıp, evlendiler. Evlendikten sonra Ankara’ya yerleşen çift, bu evliliği yürütemedi. Özlü, bu evlilikten beklediğini alamamıştı ve ruh sağlığı da yerinde değildi. İstanbul’a yerleşti. 

    Geçirdiği rahatsızlıklar sebebiyle İstanbul’da farklı hastanelerde psikiyatri kliniklerinde kaldı. O özgürlüğe muhtaç bedeni, herkesin dışında kalan yüreği, türlü acılara ev sahipliği yaptı. Çeşitli dergilerde yazdığı öykülerini “Eski Bahçe” adlı kitabında topladı. Tabii bu arada bedenini içten içe kemiren hastalığının teşhisi de konmuştu. Manik-depresif. 

    Bu dönemde çektiği acıların hepsini “Çocukluğumun Soğuk Geceleri” adlı eserinde dile getiren Özlü, satırları yazdıkça o acıları tekrar hatırlar adeta. Gördüğü elektroşok tedavileri onu fazlasıyla yıpratır, yaşamın dışına iter. 

    “Uyuyamıyorum. Kafamın içinde durdurulamaz bir düşünce akımı var. Uyutun beni. Hapları saklamayın. Doktor getirin. Uyutun. Hastalanıyorum. Sokağa fırlıyorum. Beni öldürecekler. Şimdi artık dünyayı ben yaratıyorum.”

    İçinde biriktirdiği tüm acıyı bu kitaba kusan ve bu acıyı iliklerimize kadar hissettirmeyi başaran yazar, bu ilk romanını 1980’de yayımladı. 

    1968’de Erdem Kıral ile evlendi ve bu evlilik sonucunda bir kız çocukları dünyaya geldi. Adını Deniz Gezmiş’e olan saygısından “Deniz” koydu. Şimdiye kadar kazandığı en önemli şeyin kızı ve üç kitabı olduğunu belirtir.

    1981 yılında burs alarak Berlin’e gitti ve bu sıralarda kızı 10 yaşındayken Erdem Kıral’dan ayrıldı. Berlin’de geçirdiği yıllar onun yazım hayatı için en verimli yıllardır. Yaşam ve ölümün arasında gidip geldiği ince çizgide dilinden düşürmediği ve edebi hayatını etkileyen üç ismi her fırsatta belirtir: Svevo, Kafka ve Pavese. 4-20 Temmuz 1982 tarihlerinde Berlin’den yola çıkıp, Prag’da Kafka’yı, Trieste’de Svevo’yu ve Torino’da Pavese’in yaşadığı yerleri türlü düşüncelerle gezer. Pavese’in intihar ettiği otel olan Otel Roma’da ve intihar ettiği 305 numaralı odada kalır. Doğduğu gün intihar eden Pavese…  İşte bu yolculuğunda bir intiharın izini arar. Yaşamın ucuna olan yolculuğunda…

    1983’de bu yolculuğunu konu alan ve en çok bilinen kitabı olan “Yaşamın Ucuna Yolculuk” ilk olarak “Bir İntiharın İzinde” adıyla Almanca kaleme alınır ve yayımlanır. 

    Daha sonra son aşkı Hans Peter Marti ile tanışır. Leyla Erbil’e yazmış olduğu mektuplarda ona olan düşkünlüğünü görebiliyoruz: “Bu adam benim ölümüm Leyla. Bak bak bu benim ta kendim! Kafatasım bu; kendi ölümüm.” 1984’de yeniden aşkı bulduğu Hans Peter Marti ile evlenmek istediklerinde önlerine çıkan tüm engellere rağmen İsveç’de evlenip Zürih’e yerleşirler. Tezer Özlü, gerçek aşkı bulduğu bu adamda, kendini görür adeta. 

    Tüm bu heyecanlı aşkın içinde göğsünde inip duran ur, ölümünün habercisi olacaktır. Meme kanserini öğrendikten sonra ameliyat olmasına karşın bedenini kansere teslim etmiştir farkında olmadan. 18 Şubat 1986 günü Hans Peter eve gidip temiz eşya alacağını söylediğinde Özlü, “Beni bırakma!” diye haykırır. Yaşamı boyunca denediği intihar girişimlerine karşın yalnız gitmek istememiştir bu kez ölüme. Ancak yine de tek başına gitmiştir ölüme. Hans Peter eşyaları almaya gittiğinde nefes aldığı her dakika tüm yaşamın dışında kalan yazar, okyanus gibi bir yalnızlık içinde gözlerini yummuştur. “Sen tüm kentten daha yalnızdın. Okyanus gibi bir yalnızlık.”

    “Acılar olmadan yazılabilir mi? Edebiyat, yaşam ve ölümün sınırlarının artık acıları tutamadığı, tutmaya yeterli olmadığı yerde başlamıyor mu?”


    Yorumlar (3)
    • Gerçekten acılar olmadan yazılamazmış

      • Ara sıra kitaplarını açar, rastgele satırlar okurum. Nasıl da düşündürücüdür her bir kelimesi. Çocukluğun Soğuk Geceleri çok sarsıcıydı benim için. Tezer ‘Alınmayın’ demiş anne babasına, ‘Dünyayı biraz olsun değiştirmek istiyorum.’

        • tezer'i anlamak ne büyük bir olgu.

          Yorum Bırakın

          Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.