çırpınıp mı dönüyorum

çırpınıp mı dönüyorum
  • 1
    0
    0
    0
  • anlatmak istediğim bir sürü şey var, bahsetmek istediğim, çözülmek ya da ipin kopması... bütün bunları isterken aslında sımsıkı tutulmak istiyorum, ipin sımsıkı kördüğüm olmasını, evet, bazen ne istediğimden emin olamıyorum. zaten bu hayatta kim ne istediğinden emin ki? ben öyleyim sanıyordum. küçükken evden kaçma planları kurardım, gitmek isterdim daima, kimseyle konuşmamak da isterdim mesela, kimsenin beni anladığını hiçbir zaman düşünmedim. deli dolu yazmak istediğim her vakitte yazdığım her şeyi de bir o kadar karmaşıklaştırıyorum kurşun kalemimden dökülen tozlarda. karmakarışıklıkta yaşamaya sığınıyorum çoğu zaman, anlaşılmamak hissi artık beni koruyor gibi, ben aslında anlaşılmamak demek gibi. çünkü ne zaman biri "seni anladım" dese aslında anlaşılmıyordun. evden uzaklaşmanın tadını almak hoştu, dünya ayaklarımın altında, kanatlarım çıkmış, yapayalnız ve yeni bir ben. gidişlerin geri dönüş olmayacağımı nasıl bilebilirdi ki gitmeyen biri? ilk zamanlar çok iyiydi mesela, yalnızdım, her şey bana aitti ve iyiydim. iyiydim... ne kadar zor geldi yazması, sahiden iyi miydim? bir anda düştüğüm binlerce boşluk, zorluk ve kayan zeminler... döngüde olmam, üçüncü şahıs bile olamayacak kadar kendimi uzaktan görmek kendimi, yolculukların beni tarumar etmesi... yolculuklarda zamanın kayışı gibi kayboluyordu kimliğim, bu yüzdendi kendime aynı zamanda yol demem. bir kere gitmek en iyisiymiş, çok geç öğrendim. gidişlerin dönüşü olmuyordu çünkü. gitmeler geri dönmek değildi, gitmeler sarmaşık dolaşmasıyd9 tekerleklere... kaçmak istediğim ev, yuvam olmuştu. kaçmak istediğim evde hâlâ fırtına rüzgarları esse dahi artık içi ısınmıştı. nasıl devam edecektim ayrılmaya, dilimde sürekli gitme kelimesi yer almasına rağmen? başımı yastığa koyduğum, koyarken gözyaşlarım aktığı vakitte, yalvarırım kurtar beni, çığlıklarım sise bulaşmıştı bir anda, havada kayboldu. kanatlarım çıkmamış oysa, ben daha çıkmamış kanatların sancısını çekiyorum yalnızca, üç kurşun dizili göğsümde... hayatım sancılar üzerine.. karmakarışıklıkta nefes almak böyleydi biraz, kelimeler nasıl da koşturuyor öyle birer heyecanlı tavşan gibi, yetişemiyorum dillendirmek istediklerime... garip hissediyorum kendimi, bir dolu gülmek, bir dolu ağlamak bazen de yalnızca pencere pervazında sabahlamak... dolup taşıyor gibi hissediyorum ama aslında doluyorum yalnızca, balon gibi şişiyor her şey, patlamasına izin vermediğim, bazen arada hava kaçırıyor ama asla patlamayacak, biliyorum. biliyorum çünkü patlatmayacağım. bugün ben konuştum, arkadaşım dinledi. bir sürü şeyden bahsettim, konuştukça dilim çözüldü sandım, çözmedim. çözüleceğini düşündüğüm her anda koştum kelimeler arasında. etkisi altında kaldığım kitaplardan bahsettim, bulutların ilerleyişinden, hasret kaldığım gündoğumlarından ve rüzgarın yaprakları dans ettirişinden, en önemlisi mantının lezzetinden, kendimden bahsettim ama kendimden bahsettiğimi hissettirmedim, şarkıda dediği gibi, notlar bıraktım kelimeler altından. biraz da ismet özel gibi, kendimi tasarlıyorum. oysa gördü az buçuk beni, ne zaman ağzını açsa benden bahsetti dili. saklandığım yerden bulduğunu ima etti. neyseki nerede saklandığımı bilmediğini anladım. bir şekilde dönüp dolaşıyorum, amin maalouf'un çırpınıp durduğu dünya gibi, çırpınıp durduğum dünya... iyi olacağım, gülümseyeceğim desem de atilla ilhan'ın dediği gibi bu sefer, yeniden başlamakla geçer ömrümüz. 
    ne kadar da yorgunum bugün... içime soğuk havayı çekmekten üşüyen uzuvlarım gibi, üşümüş her bir yanım, nasıl da iyiyim oysa, soğuğun beni içine çekmesi her daim iyi gelir, kendimi kaybederim, kendimi kaybetmem. yarın kendimi yapayalnız hissedeceğim o binada yeniden, kendimi kurtarmak için yeniden dönüp dolaşacağım yerlerde bulunacağım. hiçbir yerde bulunamayacağımı bilsem dahi.. ve yine farkındayım, dönüp dolaşmak değildir kendini bulmak. labirentler çıkışları kolay göstermezler. havası alınmış bu küçücük odada alamadığım nefesler ve attığım adımların izinin çıkmaması mı beni silikleştiriyor bu dünyadan diye düşünüyorum. annemin ağrı kesicilerle başımın ağrısının dineceğine emin olması gibi, emin olmadığını biliyorum, yalnızca daha büyük bir şiddetin önünü kesmek istemekte. zaman ağrı kesicilerde bulunacak yarın, pantolonumun delinen cebinden sıçrayacak. "gırtlağımda bir harf büyüyor buna dayanacağım"…
    ne yazdığım bilmiyorum aslında. bu aralar soğukta kalmak ve üşümekten bir şey düşünmemek isterken bir anda ortamdan soyutlanmam, ayakkabılarımın izinin kalmaması ve ruhumun terk etmesi bedenimi, zaman sıkışırken soğumuş kahveme, içimden yalnızca yazmak geldi. defter yapraklarım mesai yapmadan çalışması üzerine bitmesinden korkuyorum bu aralar. yetişemiyorum kendime. oradan oraya koşturan kelimeleri nereye sığdıracağımı bilemediğim vakitlerde burada kusuyorum, bazense parmak uçlarım zihnimden önce koşuyor. ne garip. bu dünyaya ayak uyduramıyor olsam da kendimi ayak uydurmak uğruna basılan ayak izlerinin üstünden geçerken fark ediyorum... 
    hiçbir günbatımını kaçırmamalıyım, beni zamanda tutan en somut an gökyüzünün dansı. kaçırdığım gündoğumlarına şafakta sunuyorum özürlerimi. saklanmış bulutlar ardında aya verdiğim binlerce mektup geçer yıldızlar tarafından öpülen. gün ne çabuk bitti...

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.