Deneme yazılarının ilkine baktıysanız şimdiki yazı hakkında genel bir ön değerlendirme yapabilirsiniz. İyilik ve kötülükten bahsettiğim o yazıda sevgiye de biraz değinmiş ancak genel görüşlerimi başka bir yazıya saklayacağımı söylemiştim. İşte o yazı bu olacak. Sevginin tanımını yaparak başlamayacağım çünkü sevginin bir tanımının olabileceğini düşünmüyorum (TDK tanımı dışında). O yüzden biraz nedenlerinden, biraz etkilerinden, belki biraz da sonuçlarından bahsedeceğim. Dünyaya geldikten sonra aklımızı biraz elimize aldığımızda sevmeye başlarız. Her şeyi sevebiliriz: bir hayvanı, ağacı, oyuncağı veya insanı... Peki sevginin kaynağı nedir? Elbette kişiden kişiye değişir. Ancak şu var ki birini/ bir şeyi sevmişsek onda hoşumuza giden, kendimize yakın hissettiğimiz bir şeyler bulmuşuzdur. Bu belki güzellik, belki değer görmek belki de gördüğümüz tavırlar olabilir. Öyle ya, birini sevmek için binlerce bahane bulunabilir. Kısacası bir şekilde severiz birbirimizi. Birlikte zaman geçirmek, birbirimize daha fazla maruz kalmak isteriz.
Hani az önce nedenlerinden bahsedeceğim dedim ya, peki nedensiz sevemez mi insan? Pekala sevebilir, seviyor da. Yeter ki insan sevmek istesin, sevmek için sebep buluyor. Sevgi öylesine karmaşık bir duygu ki, sizi ağlatırken güldürmeye, güldürürken düşünmeye sevk edebilir. Belki de sevmenin güzelliği bu karmaşıklığından ötürüdür. Güzeldir sevgi, insana tarif edilmez duygular yaşatır, başını döndürür. Buraya kadar çok güzel değil mi? Peki karşılıksız sevgi? O da o kadar güzel midir? Hayır. Birini sevmeye başladığınızda içinizde iki temel duygu oluşur: endişe ve umut. Endişe edersiniz, karşıdaki sizin hakkınızda ne düşünüyor, acaba sizi seviyor mu diye düşünür durursunuz. Bu endişeyi bastırmak istercesine umut da vardır, kenardan ''Ben de varım!'' diye bağırır. Belki seviyordur, belki o da beni düşünüyordur der size. İşte insanın sevme serüveni böyle başlar. Bir nesneyi, insan dışındaki varlığı sevmek insanı sevmekten çok daha kolaydır çünkü karşılık görmeyi beklemez, doyasıya seversiniz. Ancak sevdiğiniz şey bir insan olduğunda işler değişir. Karşılık beklemeye, en azından karşılık ummaya başlarsınız. Karşıdaki kişiyi yoklar, sizinle ilgili düşüncelerini öğrenmeye çalışırsınız. Emek vermeye başlarsınız. Sevginiz için çabalamak, karşılık görmek için uğraşmak istersiniz. Kimi zaman istediğinizi elde edip yeni yolculuklara yelken açarken kimi zaman da geminizi karanlık sular altına gömersiniz. Ne yazık ki insanın sevme serüveni hep mutlu sonla bitmez. Bazen de acı verici bir son bekler sizi. Burada küçük bir mola verip, kendi yazdığım bir deneme yazısını araya koymak istiyorum. İlerideki fikirlerimize bu yazı ışık olacak, önümüzü aydınlatacak.
''Öyle sanıyorum bir yerden başlayacaksak bu yerin sevgi bahçeleri olması gerekir. Sevgi bahçeleri, salt aşk değil; dostluk, kardeşlik ve nice güzel duygunun harmanlandığı, her birinin kokusunun duyulduğu, kimsenin gezmeye doyamadığı bahçeler… Ne dersiniz, küçük bir gezi yapalım mı?
Sevgi, duyguların tanrısı- tanrıçasıdır. Dünyadaki her güzellik bu olguya bağlı gibidir, her güzel şeyin altından sevgi çıkacak zannedilir. Böyle midir, hadi öğrenelim. Öyle bir bahçe ki içerisinde her güzel şey bulunur. Güzel anılar, yaşanmışlıklar eşliğinde bahçenin kapısından girersiniz. İlk gördüğünüz şey masmavi bir ırmak olur, bir ırmak ki içerisinde her biri bir erdemi temsil eden balıklar yüzer, göletlerinde anılardan oluşturulmuş tekneler bulunur. Yürüdükçe şaşkınlığınız artar, ırmağın bittiği, şelaleye dönüştüğü yerde koskoca bir orman başlar; öyle bir orman ki sık yapraklı, boyu arşa dek uzanan ağaçlardan, birbirine geçmiş çalılıklardan, türlü yabani meyveden oluşmuş. İçerisine girdiğinizde bir daha çıkmak istemezsiniz. İşte bu orman; dostluk ağaçlarıyla, aşk çalılıklarının mayhoş meyveleriyle, masmavi gökte uçan iyilik kuşlarıyla bir ekosistem, bir bütün olmuş, ayrılması imkansız bir hale gelmiş, zıt güzellikler birbirini kucaklamış. Böyle bir ormanda kim ömür tüketmek istemez ki? Ormanın içinden geçip, aşk meyveleriyle sarhoş olduktan sonra bir pınar buluyorsunuz. Saf ve tertemiz bir pınar, tıpkı sevgi gibi. Soğuk sularıyla yıkanmaya çalışan onlarca insan… Her birisi saf sevgiden bir yudum içmek için bekliyor, sabırsızca ama sessizce birbirlerine bakıyorlar. Tamamı saf sevgiye aç insanlardan oluşmuş bir topluluk. Tüm hayatlarını bu pınardan akacak birkaç damla suya bağlamışlar, bu ab-ı hayattan bir yudum içmek için günlerce yol kat etmiş, türlü fedakarlıklarda bulunmuşlar. Pınara varıp varamayacaklarını, birinin elinden su içip içemeyeceklerini bilmemelerine rağmen fedakarlıkta bulunmuşlar ve bekliyorlar. Ne de güzel fedakarlık, doğa ana bu sevgi mecnunlarını izliyor, gerekirse onlara yardım etmeye hazır. Kendi vücudundan çıkacak nimetleri bekleyen bu insanlara ihanet edemeyecek kadar şefkatli.
Ormanın çıkışına ulaşıyorsunuz ve büyük bir hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Karşınızda uçsuz bucaksız bir çöl… Umarsızca sonsuzluğa uzanıyor, kim bilir içinde ne sırlar barındırıyor. Her ne kadar istemeseniz de ayaklarınız çöle değiyor ve yürümeye başlıyorsunuz. Çölün girişinde yerde uzanmış, dudakları kurumuş bir genç var; susuzluktan bitap düşmüş, yaşlı gözlerle düşüncelere dalmış.
‘’Bulunmaz pınarından su içmek istedi gönlüm/ Mecnun misali aşk için öldüm/ Sevgi pınarı derler bir kuru çeşme/ Yerin üstüne oyulmuş bir küçük eşme/ Vermez yalnıza bir yudum suyundan/ Yalnızlık bir emir tanrı buyruğundan/ Vermedikçe suyundan, neylesin insan/ Ağlamaktan başka elden ne gelir/ Tanrı vermedikçe serden ne gelir. ‘’
Hem sızlanıyor, hem de bu şiiri söylüyor. Belli ki su içireni yok, pınar kendisine suyundan vermemiş. Ne acı şey, insanın kana kana su içememesi, su içirecek birini araması ama bulamaması. Çölün devamı da bundan çok farklı değil, bu cennet bahçesini görmek için yol tepmiş, emek harcamış, fedakarlıkta bulunmuş ancak menzile varamamış bu insanların emekleri, fedakarlıkları çölde kaybolmuş; çöle katık olmuş, kum olmuş. Her yerde böyle insanlar var; pınar onları dışlamış, ihanet etmez dediğimiz doğa ana ihanetin en büyüğünü yapmış, evlatlarını özünden mahrum bırakmış. İşte bunları gördükten sonra sen okur, bahçeye ilk girdiğinle şimdiki çıkışın arasındaki bakışın aynı mı? Hala doğa anaya aynı sevgiyi, saygıyı duyabiliyor musun, sevgi pınarından kana kana içenlere kinlenmeden durabiliyor musun? Sevgi budur, içerisinde hem güzellik hem acı vardır; herkese güzellik yapmaz, bazılarına öyle bir tokat atar ki bir daha kendilerine gelemezler; çünkü bu insanlar sevgiye aldanmışlar, yalnızlığı ummamışlardır. Yalnızlık öyle bir vurmuştur ki dünyaları kararmıştır. Bunlar ölmeye mahkum mudurlar? Hayır, bu insanlar ki sevgisizliği en çok hissetmiş kişilerdir; bu yüzden belki de sevgi görmeyi, yaşamayı en çok bunlar hak ederler. Yeter ki sevgi görsünler, yavaş yavaş, yudum yudum içmeye başlasınlar; açılır, güzelleşirler. Yeter ki su içirenleri olsun.''
İşte öyle bir şey ki sevgiye muhtaçlık, insana çölleri geçirtiyor. Çölü geçtikten sonra size sevgisini sunacak birini bekliyorsunuz. Bulabilirseniz ne ala, bulamazsanız çölde kaybolmuş divaneler misali, acı çekiyorsunuz. Sevgi öyle bir şey ki, sizden emek ister -sevgi emektir, fedakarlıktır- emeğinizin karşılığını ise bazen elinizden alıverir. Yine de bizler, emeğimizin karşılığını alıp alamayacağımızı bilmememize rağmen emek vermeye devam ederiz. Bunun da tek sebebi yazının başındaki umut denen şımarık çocuktur. Öyle bir şımarık çocuk ki, sizi sürekli teşvik eder, bir şeyler ümit ettirir, bunun için çabalatır.
Şimdi, buraya kadar okuyan bir kişi sevgiden nefret ettiğimi ve sevgi için emek vermekten hoşlanmadığımı düşünebilir. Ancak gerçekler öyle değil, çünkü sevgi bu hayatta emek verilmeyi hak eden nadir şeylerden birisi. Bazen nankör olsa da sevgi emek ve fedakarlığı hak eder. Hele ki iyilikle birleştirilmiş sevgi -bu; saf sevgiden çok daha kıymetli, çok daha etkili ve nankör olmayan sevgidir- mutlaka emeklerinin karşılığını alacaktır. Çölde emeklerini kaybetmiş o divane gençler, o aşıklar bile iyilikle sevgilerini birleştirdiklerinde doğa ana tarafından kabul edilecekler, sevgi pınarından doyasıya içeceklerdir. Çünkü ben, iyilikle birleştirilmiş sevginin kaybettiğini hiç görmedim. Ne zaman ki sevgimi iyilikle birleştirdim, insanlardan dostluk, kardeşlik ve sevgi dışında bir şey elde etmedim. Bu zamana kadar insanlara sevgiyle yaklaşmaya çalıştım, iyilik göstermek için çaba sarf ettim. Neticede bu bana çok güzel kazanımlar getirdi. İşte böyledir sevgi, kendi başına nankördür, emekleri bir anda heba edebilir; ta ki içine diğer erdemlerden birkaç tane ekleyene dek. İşte o zaman bir anda sadık olur, emeklerinizin karşılığını kat kat fazlasıyla verir. Yeter ki bizler yalnız olmak istemeyelim, sevgimizi de yalnız bırakmayalım, erdemlerle birleştirelim; o zaman elde edemeyeceğimiz hiçbir şey kalmaz.
Sözlerimi yeterince açık ifade ettiğimi umuyorum ve çok güzel bir kitaptan çok güzel bir sözle son veriyorum:
''Gül ektiğin yerde, devedikeni büyümez;
gül ekebilmek ümidiyle...''
Yazan: Yavuz Selim Demirkol
Yorum Bırakın