Sırça Köşk - Sabahattin Ali

Sırça Köşk - Sabahattin Ali
  • 1
    0
    0
    0
  • Şehrin kıyısında, ufacık bir derenin kenarında, dalları suya sarkan ihtiyar bir söğüt vardır. İlkbaharın başlangıçlarında bu söğüdün dallarına bir dişi kırlangıç gelip kondu ; derenin bir başından bir başına yıldırım gibi uçan, beyaz göğüslerini suya dokundurarak şeffaf kanatlı küçük böcekleri yakalayan diğer kırlangıçlara bakmaya başladı. Başını hafif hafif sallıyordu. Derin düşüncelere daldığı belliydi. 

    Söğüdün dalları hışırdadı. Bir erkek kırlangıç geldi, dişinin karşısındaki dala kondu. 
    Kırlangıç arasında pek teklif yoktur. Uzun uzadıya takdim filan edilmeden konuşmaya başladılar ve pek az sonra da ahbap oldular. 
    Evvela havadan, sudan bahsedildi. Fakat biraz sonra erkek bir iki dal ileri geldi, dişi daha az çekingen bir hal aldı. 
    Muhabbeti kaynattılar. 
    "Olur ya" demeyin, iki kırlangıcın ilkbaharda, herkes dört tarafa koşup çalışırken bir söğüt dalında oturup yarenlik etmeleri gündelik işlerden değildir. 
    Bizim kırlangıçların ikisi de antika mahluklardı, yani öteki kırlangıçlara benzemiyorlardı. Evvela dişi kırlangıç lafı derin tarafından açtı. 
    "Siz hiç çalışmıyorsunuz!"
    Başka bir kırlangıç olsaydı hemen "Ya siz neden burada oturuyorsunuz?" Diye ikinci bir sorguya kalkışırdı. Fakat bizimki derin derin içini çekti ve sustu. Ve dışı onun söylediği şeyleri anlıyormuş gibi başını salladı ve gözlerini aşağıda şıpırtı ile akan suya dikti.
     Bir müddet daha sustular. Erkek birdenbire gözlerini dişiye dikerek söze başladı. "Bakınız şunlara..." Ve aşağıda birbirini çaprazlayarak uçan ve dokuma tezgahının mekiklerine benzeyen kırlangıçları gösterdi. " Bakınız şunlara... Sabah akşam demeden, yaz kış demeden çalışıyorlar. Ben bunlara Çok kere sordum. Neden böyle durmadan uğraşıyorsunuz dedim cevap vermediler. Omuzlarını silkip yanımdan uzaklaştılar."
    Dişi, "birbirimize sen diye hitap etsek nasıl olur? " Dedi. Erkek, okkalı sözlerine cevap olmayan bu lafı beklememekle beraber bu tekliften hoşlandı ve tekrar başladı.
    " Adeta utanıyorum dedi. Bütün kuşları sıraya dizseler biz herhalde sonuncu gelmeyiz. Kılığımız kıyafetimiz düzgündür. Aklımız şu sabahtan akşama kadar Avaz Avaz bağıran bülbül'den herhalde üstündür. Kanadımızı bir vursak en hızlı güvercinden daha çok yol alırız. Halbuki Bütün kuşların en zavallısı bizmişiz gibi hiç durmadan didiniyoruz. Şu budala serçe bile 3 günlük ömrünü keyfe geçiriyor da bize arasında uçtuğumuz ağaçları bile fark etmiyoruz." 
    Biraz durdu. Dişiye doğru yandan bir göz attı. " Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa Dünyada neler gördünüz dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki..."
    Dişi gözlerinin içi buğulanarak ah dedi. Tıpkı benim gibi düşünüyorsun. Erkek cevap verdi.
    Zaten senin burada tek başına görünce benim gibi düşündüğünü anlamıştım doğru değil mi ama? Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz? 
    Dişi tasdik eden gibi başını salladı. Etrafımıza göz gezdirince dedi. Ben de senin gibi dört tarafa koşan kırlangıçlar dan başka bir şey görmüyorum. Ben de bunlardan mıyım diyorum sonra da bunlardan değilim galiba diyorum. Onlar da beni pek istemiyorlar. Ne yapayım, burada oturup etrafa bakıyorum. Siz de şey sen de gelme sen öyle yapayalnız Bu yazı geçirecektim. Akşama doğru lafları daha derinleştirdiler. Sonra ayrıldılar. Ve her gün buluşmaya başladılar. Aman yarabbi neler konuşuyorlardı... Eğer kırlangıçlarda kitap yazmak adet olsaydı bunların yazacaklar kitaplar muhakkak ki üniversitelerde okutulurdu. Gitgide birbirlerine daha çok alıştılar. Çok kere dişi daha evvel gelir gözlerini suya dikerek erkeği beklerdi. Bir gün çiçeklerden, bir gün yıldızlardan, bir gün öteki kırlangıçlardan bahsederlerdi. Hep düşünceleri birbirine uygundu. Yalnız her ikisinin de içinde gizliden gizliye büyüyen bir korku vardı.  Bir gün gelip ayrılmak korkusu. Hiçbirisi bu korkusunu ötekine söylemeye cesaret edemiyordu. Kim bilir belki öbürünün yanlış anlayacağından çekiniyordu. İçlerinde Bu ayrılık korkusu büyüdükçe bunu münasip bir şekilde diğerine söylemek için düşünmeye başladılar. Mesela hiç ayrılmayalım olmaz mı demek vardı fakat bu pek geniş manalı ve müphemdi. Nasıl ayrılmayalım. Bir yuva kuralım deseler, Bu da pek bayağı kaçacaktı. Hem o zaman başka kırlangıçlara benzeyeceklerini sanıyorlardı. 

    Dünyanın geçiciliğinden, gökyüzünün sonsuzluğundan, sulardan ve diğer kuşların yaşayışlarından bahsederken gözleri birbirini hasretle bakar ve birbirimizden nasıl ayrılacağız demek isterlerdi. 
    Tesadüfen pek merhametli olmadığını ve birbirine böyle yakın olanları bir ikinci defa karşı karşıya getirmediğini biliyorlardı. Fakat konuştukları dil, diğer kırlangıçların deliydi ve bu dilde söylemek istedikleri şeyleri söylemekten utanıyorlardı. Bu değil onların içindeki şeylere uygun değildi. 
    Yavaş yavaş gözlerine ve bakışlarına bir gamlılık çöktü. Dostluktan filan bahsederken sesli titriyor gibiydi yahut onlar böyle zannediyorlardı. Fakat böyle zamanlarda hemen birinden biri bir kahkaha atar ve işi alaya bozardı: 2 burkulduğu halde... Nihayet günün birinde ikisi de bunun böyle sürüp gidemeyeceğini anladılar ikisi de birbirlerini açılmaya karar verdiler. 
    Sabahleyin karşı karşıya gelince dişi söylemek istediği şeyleri gözleri ile anlatmak istediği. Tam bu sırada, oturdukları söğüt'ten sarı bir yaprak koptu. İki tarafa sallanarak aralarında geçti. Ve dişinin en manalı baktı zamanda gözlerinin önünü kapattı. 
    Erkek bu bakışı göremedi fakat her ikisi de sarı yaprağı gördüler. 
    Erkek ağzını açtı. Senden hiç ayrılmak istemiyorum... Demek üzereydi ki buvvv diye soğuk bir rüzgar esti... 
    Dişi, erkeğin sözlerini işitemedi. Fakat her ikisi soğuk rüzgarın sesini duydular. 
    Birbirlerinin gözlerine baktılar ; artık yuva kurmak zamanının geçtiğini, sonbaharın geldiğini, ayrılacaklarını anladılar. ikisi de içini çekti. 
    Tepelerinden birçok kırlangıçlar geçti sıcak yerlere dönüyorlardı. 
    Ayrıldılar...  Ve Bir daha birbirlerini görmediler.
    Fakat ikisi de küçük derenin kenarındaki söğüdü  ve orada geçirdikleri güzel ilkbahar ve yazı unutmadılar. 
    Ve İkisi de böyle bir yaz geçirmemiş olan diğer kırlangıçlara tepeden baktılar. 
    Çünkü azlıkta kalanlar çok olanlara nedense tepeden bakarlar...

    24.04.2022

    Kırlangıç Hikayesi 

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.