Benim anılarım, yalnızca benimmiş Celil.
"Boş lakırtılardan geçeli çok oldu Celil. Ben sevdiğim insanları hatırlatan şarkılarda yaşayan biri iken; başka sokaklardan geçen araçların radyosunda çalmasın diye de deliren biriyim. Ben güzelmiş gibi gözüken yalan ve içtenlikten uzak cümlelere kılıç çekmiş halde duruyorum."
diyerek taşlanırken kim bilir kaç emektarın boğazına kaçan toz tanesi yüzünden ciğerleri günbegün devam eden nice hastalığın ev sahibi olmasına neden olmuş buz rengi kot pantolonunun kenarları iyice sıkılaşmış ve de yüzünde her zamankinden daha gergin ve dünyaya her ne kadar gururlu olmaya çalışsa da aciz bir şekilde meydan okur bir halde karşımda duruyordu Fethi. Hayatından çıkan insanların bir bumerang misali geri dönerek hayatına sert şekilde dalmasından fenalı halde öfkelenen ve artık sabrı kalmayan bu mahallenin duygularıyla oynanmış genci şimdilerin dış dünya dinamiklerinin soğuk savaşını eritecek kadar öfkenin yarattığı alevi yüzünde, boynunda, sigara tuttuğu parmaklarının üzerindeki damarlarda taşıyordu.
"Bak Celil. Bazen bazı şarkılar hani nasıl söyleyeyim güzel kardeşim sana bir anlam taşır. Birini hatırlaman için illa resmine bakman gerekmez. Bazen, hani canımın içi bazen böyle ellerinle tuttuğun bir histir bazı şarkıları dinlemek. Öptüğün dudaklar yüzünde dolaşır bazen hani bazı şarkıları dinlediğinde Celil. Ah be canım kardeşim. Misler gibi iki delikanlının İstanbul'un anasının nikahında konuşacağı şeyler değil biliyorum. Biliyorum, dudaktır, gerdandır bunları anlattıkça içi hoş olur insanın bu yüzden de çekinirsin hani konuşurken erkek erkeğe. Ama anladın mı benim demek istediğimi. Bazı duyguları şarkı sözlerine korsun, bazılarını bir notaya... İnan anlamam ama belki bir sazda belki bir sözde vardır oğlum dostluk, sevgi, aşk, sevgi, sevişme... Gülme ulan adi herif, gerçekten söylüyorum sana. Sinirimden delireceğim Celil. Sen hiç senden olan şeyleri koyduğun bir cüzdanı... Cüzdan hoş olmadı. Bir kutuyu diyelim o halde. Bir kutuyu verir misin bir başkasına. Bir başkası açsın, bir başkası içine senin koyduğun özneyi onun hayalinde koysun ister misin? Ya bu kutuyu sevdiğin versin, anılarını başkalarıyla paylaşsın ister misin? Celil, ben çiçek alacak adam değildim. Ama bir kucak dolusu çiçek dökmek istiyordum Cavidan'ın sokağına. Her biri farklı şekilde kokan yirmi çeşit bilemedin otuz çeşit çiçek koymak isterdim. Ama bunları o gittikten sonra da yapmak isterdim. Şimdiyse benim anılarım, yalnızca benimmiş Celil. Bunu bilmek, bunu öğrenmek beni bu kadar delirtiyor."
Bazı söylevler kusmak gibi. İstemsizce robotik, otomatik dökülüyor insanın dudaklarından. Sevgisi biten insanın değil, kafası bozulan insanın değil, üzülen insanın değil Fethi'nin sözlerindeki robotik söylev. Fethi, hayal kırıklığını omzunda taşımaya başladı anlaşılan. Babalardan, memleketten, bize sonradan öğretilen çatışmalardan sıyrılarak bir açık arsanın ortasında böylesine bağırtan şey onu bu hayal kırıklığı.
-
"Jantilerin jantisi, mahallede o gördüğün yüzü güzel, belki de bilemem ama gönlü güzel kaç kız varsa bir klark çekmeyle tav hale getiren bir delikanlı diyebilirsin bana. Esprilerin şahı, ortamın hem havalı hem de özgüvenli adamı. Uyuşukluğun bir numaralı düşmanı, can dostu Celil'in en kral sırtdaşı Fethi'yim."
Cavidan Abla'nın masayı toz duman ederek bizleri mat etmesi sonrası dağıttığı havadan aldığı gazla rüzgarını yapıp Cavidan'a inceden "Her ne kadar bizi şaşırtsan da benim yürüdüğüm iptesin." mesajı vermek ister gibiydi. Cavidan Abla, yarımdan bir gülüş ile onu dinlemiş, sanki umduğu buzdan dağın kırılmasının şimdi gerçekleştiğini hissetmişti. Kartları karan Fethi, omuzlarını hafiften yukarı kaldırmış olabileceği en kıvrak vücut diliyle devam etti:
"Elbette biz de öyle kaba saba adamlar olmadığımız için acemi şansına pay verdik. Yoksa bu kardeşlerim kumarın tillahıdır."
"O halde bu acemiye verdiğiniz payı beş on tur uzatalım baylar." dedi Cavidan Abla karşılık olarak.
Alışılmadık yenilgi ve beklenmedik bir kahve hikayesinden kendimi sıyırdıktan sonra Fethi kartları dağıtırken sordum:
"İsimlerimizi ve hikayemizi öğrendikten sonra mahallenin yeni siması olarak size soralım. Nedir hikayeniz?"
Cavidan Abla, sandalyesine asmış olduğu çantasına ince bir hareketle dönüp kibrit ve sigara paketini aldıktan sonra sigarasını dudaklarına kondurup bir nefes çekti beni dinlerken. Sigara, sağlıklı olmamasının yanında karizmatik de durmayan bir şeydi. Ancak Cavidan Abla'nın dudaklarına konan sigaradan çıkan dumanda nice gencin eriyebileceği bir ahuluk vardı. Dumanı üfleyip bir ufak yutkunup dudaklarını yaladıktan sonra;
"Kırklareliliyim. Tıpkı sizler gibi Edebiyat Fakültesinde öğrenim gördüm. Hatta öğrencilik yıllarımda yurtdışına eğitime gönderildim. Yurtdışından döndükten sonra bir müddet öğretmenlik yaptım. Çeşitli dergilere yazılar yazdım. Şimdiyse bir müddet çiçeklerimle beraber incesaz dinleyebileceğim bir yaşam için."
"Yeşillik içinde incesaz dinlenecek mahalle olarak bizim mahalleyi seçmen bizi her ne kadar onore etse de sakince kafa dinleyeceğin bir dönem değil gibi bu dönemler." dedi Fuat dikkatle dinleyerek. Okuldaki olaylardan sonra dergi, yazın gibi konular geçtiğinde anında kulaklarını diktiğini yakaladığımdan beri bu temkinli haline şaşırmıyordum.
"Yani bilemiyorum. Bu söylenenler bana gürültü veya fazlaca rahatsız edici şeyler gibi gelmiyor. Sonuçta insanların fikirlerini dile getirmeleri gerekiyor ki değişen ve gelişen şeylere uyum sağlayabilelim. İnsanların özgürce bir şeyleri tartışabildikleri, eğitim için, sosyal haklar için talepkar olunan bir memleketin rahatsız edici yanı yoktur diye düşünüyorum."
"Nereden baktığına göre değişir. Talep ettiğin şey özgürlük ise kiminkini sınırladığına; Adalet ise adaletsizlik seçip seçmediğine göre değişir. Tam da buradan kıvılcım çıkıyor aslında. Adaletsiz, eşitsizlik söz konusu olunca fikir fanatikleri adam seçiyor. Doğruya doğru demenin fikirlerce engellendiği bir ortamda adaletsizliğin gerçekten adaletsizlik mi; eşitsizliğin gerçekten kısasa kısas olup olmadığı bilinemiyor." Fuat, inceden masanın havasına civa katmıştı.
"Hangi doğru?" diyerek tatlı ve üsttenci bir gülüşle Fuat'ı absorbe eden Cavidan Abla, "Bunların tartışılacağı zamanlar çok olur sevgili dostum. Ama hemen ağırlaşmış havanın demini alayım ve sorayım. Anlatın bakalım bana sizden çıkacak aşk hikayesi var mıdır?" diyerek Fuat'tan sıyrılıp hepimize dokunan bir giriş yaptı.
Şimdi, ilk defa tanıştığın bir masada konuşulacak iş değildi açıkçası. Ancak bu kıvrak ve biraz biraz gençlerin ergence hislerine hitap edecek bir konuşma ve içtenlik tarzına sahipken bizi açması da zor olmadı. Fuat'ın aşçılık okulundan yavuklusu olan Gülnur'u ilk Kemal ağzından kaçırdı. Bir ince sızı gibi sevdası gönlünde duran masanın tek delikanlısı Fethi değildi. Küçüklükten beri süregelen bir sevda türküsü olmuştu Gülnur, Fuat'ın gönlündeki tellerde. Konuşulduğu masayı delikanlı şekilde dağıtmak istese de kendine vurduğu yumruklardan sızlı ve zorunlu kibar hale gelmiş olan gönlünden dolayı sessizce durdu Kemal Gülnur'un adını söyleyince Cavidan Abla'ya. Cavidan Abla, ufaktan şımarık bir nidayla Fuat'a baktığında aslında bu sızıyı sezmiş gibi mi yaptı sezdi mi bilemiyorum. Şimdilerde yaşananlara bakınca Cavidan Abla'nın o zaman Fuat'ı anlar, sevdaya önem verir, sevgilinin halini bilirmiş gibi yapmasının bir ufak tiyatrodan ibaret olabileceğini bile düşünüyor insan. Ama nasıl olur? Yani demek istediğim, sevgiden bahseden, değerden bahsedebilen biri nasıl olur? Bunun cevaplarını Fethi bile veremediğine göre benim gibi dışarıdan anlatan birinin çözebileceği bir düğüm gibi gözükmüyor.
Gülnur, küçüklükten beri beraber büyüdüğümüz mahallemizin kızlarındandı. Kavisli ve fazlaca yapay durmayan güzel bir burun, üzerinde çiller, yuvarlak ancak bir miktar geniş yanaklarının arkasından uzanan kızıl saçlarıyla ilk gençlik yıllarımızın sonrasında Fuat'ın neredeyse altı ay gece ve altı ay gündüzünde bizi derde kedere boğacak şeylerle konuşmasının bir numaralı failiydi. Fuat'ın harbici bir sevdanın pençesine düştüğünü keşfettiğimizden beri en kral dostluğumuzu yapıp onun gönül işine yardımcı olmak için çabaladık. Güzel çiçekler topladık, Çarşıdan kolye arakladık. Yakalandıktan sonra dayak yediysek de kolyenin yerini tutacak bir şey bulduk. Bir kitap. Kitap, çok güzel bir hediyeydi. Hem yazılırdı hem de yazılmıştı. Bir başkası bile Fuat'ın sevgisini anlatabilmiş, Fuat ise bu kitapta geçen her kelimede Gülnur'u sayıklamıştı. Şairaneydi. Yunan hatiplerinden hallice bir dile sahip olan Fuat'ın kallavi bir konuşma yapabilecekken her şeyi eline yüzüne bulaştırıp bir türlü konuya girememesi, heyecandan başka şeylerden bahsetmesi, esaslı konunun kıyısından köşesinden uçuruma düşer gibi "Ben senden hoşlanıyorum Gülnur." demesi sonucu Gülnur, Fuat'ın aşkını öğrendi. Ancak böyle hikayelerin, kitaplarda, şarkılarda ve filmlerde güzel olduğunu öğrendiğimiz bir hikayeye dönüştü bundan sonra. Gülnur, Fuat'ın en kallavi dostuymuş gibi davrandı daima. Aralarındaki o özel şeyin bir dost merhabası olduğuna inandırdı Fuat'ı.
Benim sevgili dostum ise bundan sonrasına ceketini alıp çıkmak istedi delikanlıya yakışır şekilde. İstenmeyen yerde durmayan, sığılmayan köşkte gözyaşı olan bir sevda kurşunuydu Fuat o saatten sonra. Ancak olan bununla sınırlı kalsaydı belki de hoş bir seda olurdu Fuat'ın aşkı. Oysa, bir sevgilinin dudaklarındaki ateş, dilindeki arzu ve kalbindeki o bitmek tükenmek bilmeyen ilgiden uzak kalan Gülnur'un ellerine şeytanın kanı düştü. Fuat'ın yüzünü çevirdiği her gün Fuat'tan yana döktü gözyaşlarını. Onu, ikisinin arasındaki muhabbetin bencil bir katili olarak görmeye başladı. Üstelik Fuat'ı da son kertede buna inandırdı. Sevdiğinin yaşlarının hüznünde boğulduğunu gören Fuat, kendi içindeki yaraya bir beyaz kumaş tutup kanını silerek kalktı ayağa ve elinden tuttu Gülnur'un. İçten içe kanayan bir yarayla Gülnur'un mutlu olması için nasıl gülünüyorsa öyle gülüyor, nasıl seviliyorsa öyle seviyor; sevdiği kişinin gerçekten en güzelini hak ettiğini düşünerek kendini çiğner halde ona tüm sevgisini karşılıksız olarak bahşediyordu. Bir gün sordum Fuat'a:
"Yahu bilader, kör olsa bunu görür. Sevdiğinin karşılıksız halde seni yitip bitmeye terk ettiğini bilmeyecek kadar aptal değilsin. Hiç mi gururun yok?"
"Celil, dedemi bilirsin. Bizim kardeş çocuklarıyla kavgalardan sonra nasıl eriyip bittiğini. Hikayesini az çok işitmişsindir. Mahallelerde çok konuşulur böyle akraba kavgaları. Ölmeden bir miras vermişti bana. Bir ufak sözdü. Uzun zaman benim yeğenlerle kavgalarımı duyup üzülmüş. Sonra da konuşmadığımı, beraber büyüdüğüm bu kardeşlerimle nasıl ayrı yollara yüz döndüğümüzü duymuştu. Sonrasına bir gün çekti beni kenara. Yeğenlerimi sevip sevmediğimi sordu. Sevdiğimi ancak bazı şeylerin telafisinin olmadığını söyledim. "Ölüm var Fuat'ım. Sevgi, gurur tanımaz. Gururuna ezdirecek kadar terk edebildiğin biriyse karşındaki. Aslında düşündüğün kadar sevmemişsin. Sen, sen ol gururunun ellerinde öldürme sevdiğini." demişti. Ben, Gülnur'dan vazgeçemediğim için değil. Onun mutluluğu için kendimden geçebildiğim için yanındayım." demişti. Vay be dedim. Vay be arkadaş. Bu çocuğun sonunda ne kadar üzüleceğini gördüğümde ben de üzüleceğim ama içimden "Okudun ama salak oldun salak." diyeceğim demiştim Fuat böyle dedikten sonra. Nitekim onca zaman sonra başkasının yanında gülleri açan bir hikaye yaşıyor Gülnur. Fuat ise bu hikayenin koparamadığı sevgisinin eline yüzüne gömleğine bulaştığı yaralısı olarak kalakaldı.
Cavidan Abla'ya Fuat'ın içli hikayesini Fuat'ın morali bozulmasın diye Kemal'le mal indirmeye gönderdiğimizde anlattık. Cavidan'ın gözleri ışıldadı:
"Ah canım benim. Ne güzel, ne tatlı bir çocuk. Bu hikayesini tez zamanda bir yazacağım. Ancak merak da ediyor haldeyim. Sen Fethi, bu hikayeden sonra nedir düşüncen? Sence gerçekten biri, birini böyle sevebilir mi?"
Yorum Bırakın