Advertisement
Advertisement

AİDİYET

AİDİYET
  • 3
    0
    0
    0
  • Bulunduğun yere ait hissetmemek... Herkes mutlaka bu hissi tatmıştır. Peki ya doğduğumuz yere ait değilsek? Aile her zaman en iyisini ve en doğrusunu mu ister, bir yere ait hissetmemek suç mudur ya da en önemlisi; doğduğumuz ev sahiden kaderimiz midir? Ben bu cümlenin tamamen sığınak olarak kullanıldığına inanıyorum. Hiçbir insan herhangi bir yere bağlı ya da bağımlı değildir. Kendimizi yeterince güçlü bulmadığımız zamanlarda böyle cümlelere sığınırız. Oysa ait hissetmediğimiz yerden kaçsak her şey daha güzel olacak. Tabii ki bunu uygulamak söylemek kadar basit değil. Bazen çok sevdiğimiz insanların yanında da içimizde bir boşluk olur ve oradan uzaklaşmak isteriz. Bu iki tarafın da suçu değildir. Sevgi her zaman her koşulda işe yaramaz. Bazı anlarda daha fazlası gerekir. Aidiyet hissi çok başka ve güçlü bir bağ. Sevgi çok küçük bir alanını kaplar; saygı gerekir, dinleme yeteneği gerekir ve gerçekten ait olduğumuz insanın yanında huzurlu oluruz. Yanındayken sorunlarımız sorun gibi gelmez, yanınızda o varsa bir şekilde halledeceğinizi bilirsiniz. Bakışı bile sizi güvende ve konfor alanınızda hissettirir. Bu hissi arkadaşımızda, ailemizde ya da sevgilimizde hissedebiliriz. Peki ait olduğumuz yerin bize gerçekten iyi gelip gelmediğini nasıl anlarız? Bu tabii ki son derece öznel bir fikir. Bence gerçekten konforlu olduğumuz alandaki insan bizi yargılamaz, fikirlerimize saygı duymak zorunda değil ama bizi cezalandırmaz ya da garipsemez. Yalnızca dinler ve ona anlatırken yükünüz hafifliyormuş gibi hissedersiniz. Bence bu hissi yakalayabilmek pek çok hissi yakalamaktan zor. İnsanlar hayatlarında onlarca kişiye aşık olur, onlarca insana sinirlenir ya da onlarca insanı sever. Peki ya bir insan 70 yıllık hayatı boyunca en fazla kaç kişiye ait hissedebilir? İşte bu noktada işler değişir, aidiyet diğer duygular gibi değildir. Farkında olmadan gelişir. Bir kişiye neden aşık olduğumuzu anlatabiliriz ya da niye sinirlendiğimizi biliriz ama bir insana ait hissettiğimizde neden böyle hissettiğimizi anlayamayız. Bence bu noktada duygulardan çok ruhumuz devreye giriyor. Yaşadığın zaman içinde bir şeyler o kişiyi çekiyor ama bunu dillendirmene gerek kalmıyor. O kişiyi zaten hep yanında hissediyorsun. Tarif etmesi çok güç ama bu his pek çok duygudan daha güvende hissettiriyor. Yanıldığımız zamanlar olabilir tabi ama bence bu da kendimizi kandırdığımız içindir. Bazen birine aşık olduğumuzu düşünüp bizi ne kadar üzdüğünü fark etmiyoruz. Her negatifliği bir şekilde pozitife çevirmeye çalışıyoruz. Bence bu belli bir yaştan sonra yok olması gereken bir özellik. Herkesten çok kendimize değer verdiğimiz zaman nereye ait olduğumuzu daha iyi kavrıyoruz. Bize neyin ve kimin gerçekten iyi geldiğini en çok kendimizi sevdiğimiz zaman anlıyoruz. O yüzden aptal duygularımıza kanıp ben onda kendimi bulmuştum, o ben gibiydi gibi saçma sapan duygusal cümlelerle kendimizi kandırmamalıyız. Gerçekten ruhumuzun yakıştığı insanı bulduğumuzda anlarız. İçerden bağlanmıştır bir şeyler, dışardan anlamayız. Yazının en başına dönecek olursak; kendimizi ailemize ya da sevgilimize ait hissetmediğimizde suçlu olmayız. Elimizde olmayan bir durum yüzünden kimse bizi suçlayamaz. Sevgi, aşk gibi duygular abartıldığı kadar önemsenmemeli. Herkesin yanındayken sebepsizce mutlu olduğu, güvendiği ve yargılanma korkusu yaşamadığı insan/insanlar vardır. Bunu çok derinlerde hissederiz istediğimiz kadar kendimizi kandırıp inandırmaya çalışalım, bir yerden sonra patlak veririz.. Umarım hepimiz bir gün gerçek evimizi buluruz.. 

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.