Gecenin bir yarısı beni yatağımdan kaldıran kafa doluluğu, artık kendimi yazmaktan alıkoymaya devam edemeyecek kadar doluyum. Sürekli uyarılma ve uyuşturulma arasında gidip gelen bir yolculuk. Artık kelimeler karışıyor. Kafamın içi bulanıyor. Burası çok karışık. Kapısını çarpıp çıkamadığım tüm kapılar beynimde bir karıncalanma yaratıyor. Söyleyemediğim her kelime bir yumru olup kalıyor. Hissetmek korkutuyor, müziğin ritmine kapılmak bile korkutucu geliyor bazen. Kafamın içinde bir yığın doğmayı bekleyen kelime, ama parmaklarım yazamıyor. Kelimelerim karışıyor. Uyuşturuluyorum, uyarılıyorum, karışıyorum, susuyorum ve izliyorum. Edilgen mi yoksa etken miyim, bilmiyorum. Hangisi olmalı bilmiyorum. Uyuşuğum, umarsız ve kelimelerden yoksun. Sessizliğin hakim olduğu bir deniz kenarı hayalim, ve sadece dalgaların kayalarla dansının sesi.
Sadece kendim olabildiğim yerlerde kalamamak yorucu. Seslerden yoruldum, savaşmak zorunda olduklarımdan yoruldum. En yorucusu ise savaştan vazgeçememek. Ruhsuzların arasında ruhumu kaybediyorum. Ruhum olduğu için utandırılıyorum. Neden normal seyrinde gitmeli her şey? Çizgiden çıkanların kaybettiği bir dünya burası da ondan. Keşke kafamın içindeki sis bulutunu aralayabilseydim. Kendimi, bilincimi, benliğimi kafamın içindeki sesler olmadan deneyimlemek isterdim. Kime gideceğimi bilemiyorum bazen. Duraklarım var ve evlerim. Hiçbirine ait değilim. Ait mi olmalı peki? Uğrayıp geçmeyi bilmeli mi? Ben bilemiyorum. Duraklarım arasında sıkışmış kalmış bir haldeyim. Bazen içimde çıkan bir fırtınadan en yakınımdakine sığınıyorum, bazen sessizlikten kaçıp en gürültülüsüne uğruyorum, bazense öylece ortalarında kalıp uyuşturuyorum kendimi ve öylece izliyorum duraklarımı. Kafamın içinde sıkıştım kaldım. Kendim tarafından kurtarılmayı bekliyorum. Ve benden kurtulmayı bekleyen sansürlerim: birbirimiz olmadan tam olacağız.
Yorum Bırakın